Yazı serüvenine 1896 yılında Servet-i Fünun dergisinde başlayan Safveti Ziya’yı klasik bir Servet-i Fünun aydını ya da muharriri olarak tanımlamak eksik kalır. Zira kendisi, diğerlerinden farklı olarak yazdığı her satırın canlı bir numunesi olmuş, cumhuriyet devri öncesindeki belirli zümrenin yaşadığı bohem olarak niteleyebileceğimiz bir hayatın tam merkezinde oyalanmıştır.
Safveti Ziya, 1875 yılında, varsıl bir ailenin çocuğu olarak İstanbul’da dünyaya gelmiş. Dönemin yüzü Batıya dönük hocalarından özel bir eğitim aldıktan sonra Galatasaray Sultanisi’ne girmiş ve burada kendisini entelektüel manada geliştirecek bir topluluğun parçası olmuş. Yine Galatasaray’daki fikri, edebi tartışmalardan, okuduğu nazariyelerden ve müşahedelerinden devşirdikleri ile vücuda getirdiği kompozisyonlar, yazın hayatı için başlangıç noktası oluşturmuş. Okulun ardından hariciyede sırasıyla katiplik, Şûrâ-yı Devlet üyeliği ve protokol başkanlığı görevlerinde bulunan Ziya, Prag’a elçi olarak atandıktan kısa bir süre sonra eserlerinde dekor olarak sıkça kullandığı bir balo esnasında hayatını kaybetmiştir.
Yazı serüvenine 1896 yılında Servet-i Fünun Dergisi’nde başlayan Safveti Ziya’yı klasik bir Servet-i Fünun aydını ya da muharriri olarak tanımlamak eksik kalır. Zira kendisi, diğerlerinden farklı olarak yazdığı her satırın canlı bir numunesi olmuş, cumhuriyet devri öncesindeki belirli zümrenin yaşadığı bohem olarak niteleyebileceğimiz bir hayatın tam merkezinde oyalanmıştır. Yakın arkadaşı ve dönemin büyük romancılarından Halit Ziya onun için; “İnce hatta zayıf, her zaman şık, her zaman canlı, Beyoğlu salonlarında, Boğaziçi seyir yerlerinde kıskanılan, o zamanın en iyi vals eden, en güzel Fransızca ve İngilizce konuşan, Türk aleminin sivrilmiş güzel kadınlarına yanaşmak için en kurnaz çareler bulan bir genciydi. Ciddi olarak ne varsa hepsine pek gevşek bağlarla bağlı olan bu gençten, Edebiyat-ı Cedide’ye bağlanmış olmak pek beklenmezdi, fakat ona bağlanmak işinin en son mikyasında karışmış, hele şahsen bizlere, bu arada bana pek bağlanmıştı: ben de ona.” ifadelerini kullanmıştır. Ancak Ziya hakkında yine çağdaşı olan yazar ve eleştirmenlerden farklı görüşler de mevcuttur.
Kozmopolit şehrin yansımaları: Salon Köşelerinde
Yazar, Onların Ruhu isimli öyküsünün ardından Hanımın Mektupları’nı yayınlamış ve bu metinler kısıtlı bir topluluk içinde takdir edilse de ona şöhret kazandıran eseri, sansürlenerek tefrika şeklinde yayınlanan Salon Köşelerinde isimli roman olmuştur. İşbu roman, yayınlandığı günlerde büyük ses getirmiştir.
Salon Köşelerinde’ki ‘vals’ meselesi, kurmacayı uçtan uca kaplayan ve alt katmanlarında onlarca dilemmayı barındıran bir görünümdedir. Ziya, 19. yüzyılda yazılmış birçok Batı romanın merkezinde yer alan balo kültürünü, bir haz odağı olmaktan ziyade pandoranın kutusunu açmaya yarayan tuhaf bir anahtar suretinde kullanmıştır.
Pera Palas başta olmak üzere İstanbul’un muhtelif salonlarında düzenlenen vals gecelerinden biri, romanın esas dekoru olarak seçilmiş ve bu setin etrafına kozmopolit şehrin yansımaları işlenmiştir. Bu yansımalardan her biri muğlaktır. Türk genci Şekip ile İngiliz kızı Lydia’nın arasında geçen aşk, romantizm akımının değişmez mazmunları kullanılarak hülyalı bir şekilde anlatılmıştır. Bu gönül macerası, döneminde yazılan klişe metinlerden pek farklı değildir. Fakat Şekip’in kompleksli, yorgun ve dahi gururlu kişiliğinin, artık yıkılmaya yüz tutmuş Osmanlı ve dahi minareleriyle, kubbeleriyle ancak oryantalist ressamlara ilham vermekten öteye geçemeyen; bir yanı mistik harabelere diğer tarafı ise modern Avrupa şehirlerine benzemeye çalışan ve kimlik bunalımı yaşayan İstanbul imgesi ile harmanlanarak işlenmesi önemlidir.
Bununla birlikte medeniyet krizinin her safhasını iliklerine kadar yaşayan Beyoğlu civarının realist betimleri ve bu çemberin içinde kapana kısılmış av hayvanları gibi dönüp duran yeni insan tipinin psikolojik profilleri ilginçtir. Bilhassa Batı meraklısı gençlerin yüzyıl sürecek savrulmalarının başlangıç noktasını teşkil eden trajikomik halleri, Şekip Bey karakteri üzerinden yerinde ve cüretkar tahlillerle sunulmuştur. Arka planda ise zor şartlar içinde yaşam mücadelesi veren geleneğe bağlı insanların gölgede kalan siluetleri hissedilir.
Kendi yurdunda bir parya
Safveti Ziya’nın “Salon”, “Köşe”, “Türk” başta olmak üzere, birçok kelimeyi romanın içinde sıklıkla vurgulaması tesadüf değildir. Zira Şekip Bey, kendi yurdunda bir parya gibidir ve valslerin yapıldığı şatafatlı salonların merkezinde değil ancak köşelerinde olmaya uygundur. Zira bu salonda biganedir, salondakilerin tekmili yabancı ya da yabancılaşanlardan ibarettir.
Avrupalıların arka eğlence bahçesine dönüştürmek istedikleri şehir, devasa bir yara şeklindedir. Bir zamanların ulaşılmaz kutsal başkentinin içler acısı durumu ile Pera’nın ışıklı görüntüsü, tıpkı bir eğrinin üstüne inşa edilmeye çalışılan Şekip ve Lydia’nın aşkı gibi tenakuz halindedir. Ziya, birçok milli ve psikolojik çatışmayı diyaloglara kodlamıştır. Vatanı ile aşkı arasında kalıp derin düşüncelere batan Şekip, bu arafın sebeplerini ve sonuçlarını sorgulamaktadır. Abdülhamid’in nefesi, savaşların yorgunluğu ve fakirlik cümlelerin arasındadır. Bu noktada manidar olan, tüm bu kaosa rağmen Şekip’in beri yandan bir Türk’ün iyi vals yapabileceğini ve en az Batılılar kadar görgülü, entelektüel olduğunu kanıtlamanın telaşesinde olmasıdır.
Yazarın teferruatlı tasvirler kullanarak çiğ ışıkların altında, görkemli tezyinlerin gölgesinde ve parlak giysiler içinde resmettiği insanların davranışları, konuşmaları, düşünceleri, yeni yüzyılın Pera tipolojisini idrak etmek açısından kayda değerdir. Salonun dışında genişleyen ve bir rota dahilinde anlatılan İstanbul’un başka renkler ve farklı hislerle sarınmış halleri de önemlidir. Yazarın dili; ağdalı, dalgalı, müzikalitesi olan bir yapıdadır.
İdealize edilmiş karakterler
Safveti Ziya, değişen yüzyılda, dönüşen Türk gençlerinin ne yaptığını ve ne yapması gerektiği meselelerini tartışmaya açmıştır. Öze dönüş savını vurgulamak için romantik metinlerde sıkça karşılaştığımız kıssadan hisse verme metodunu kullanmayı yeğlemiş ve ortaya idealize edilmiş karakterler çıkarmıştır. Yalnız Salon Köşelerinde romanında değil, kaleme aldığı hikayeler ve oyunlarda da bu görüşünü berkitmeyi amaçlamıştır. Ayrıca 1927 yılında yayınlanan Adab-ı Muaşeret Hasbihalleri, Cumhuriyet dönemi aydınlarının topluma, Batıya ve dünyaya bakış açılarını anlamak için ehemmiyetlidir.
Ziya, Batı ile uyumlu, disiplinli bir nesil oluşturulması konusunda adab-ı muaşeret kaidelerinden sapılmaması konusunda kararlıdır ve bunu öğütler şeklinde vermiştir. Yazarın diğer hikâyeleri; Bir Tesadüf, Bir Safha-i Kalb, Kadın Ruhu, Silinmiş Çehreler Beliren Simalar’dır. Haralambos Cankiyadis isimli oyunu ilginçtir ve Nasıl Giyinmeli, Dahili Teşrifat Rehberi isimli başka çalışmaları da vardır. “Hayır öyle söylemeyiniz; kimse kimsenin kalbini bilemez. Bazen bir kahkaha, bir gözyaşı her şeyi örter.”
Yeni yorum gönder