Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Dosya


Dosya

Şairin Kelimeleri İşe Yarar Mı?




Toplam oy: 88
Barış Bıçakçı’nın kelimelerinden perdeye uyarlanan filmlerde (Bizim Büyük Çaresizliğimiz ve İşe Yarar Bir Şey) hep başarısızlığın kıyısından dönerek, tam da bu çuvallamayı göze aldığı için kuvvet kazanan bir yan var. Neredeyse sinema için fazla kitabi olacakken, neredeyse sinemanın dili için yapmacıklı kaçacakken, oradan kurtulup sinema ile edebiyatı özgün bir hatta buluşturuveren küçük hatlar bunlar.

Seyrek Yağmur’daki bölümlerden birine Robert Bresson alıntısıyla başlıyordu Barış Bıçakçı: “Başarımız ne kadar büyükse başarısızlıktan o ölçüde kıl payı kurtulmuşuz demektir...”1 Sadece yaşama dair değil, Bıçakçı’nın bizzat kendi kelimeleriyle hesaplaşmasına dair bir cümle gibi gelmiştir bu bana hep. Onun yazını edebiyatla, şiirsel olanla, güzel bulduğumuz sözcük öbekleriyle kavgaya tutuşuyor sık sık. Hikâyesini anlatırken güzel sözler bulmaya çalışmasıyla dertleniyor, estetik bir hazza kapılırken bir yandan da bu “edebi” lafların hayatla olan mesafesiyle yaralanıyor. İşte bu yaralanmanın kendisi, onun edebiyatına hakikatli bir arayış hattı, nitelikli bir gerilim katıyor.

 

Nurdan Gürbilek “Gevezelik Çağında Edebiyat” başlıklı yazısında2 Bıçakçı’nın laf kalabalığıyla olan ilişkisini Vüs’at O. Bener’inkiyle kıyaslıyor. Bener’in de laf kalabalığıyla, bu kalabalığın ortasında edebiyatın anlamıyla dertlendiğini hatırlatıp ekliyor: “Laf ebeliğini başkalarını harcamak için değil, kendi yazısını yoklamak için kullanmıştı Bener.” Bıçakçı’nın da, hem edebiyat metinlerinde hem de senaryosunu Pelin Esmer’le kaleme aldığı İşe Yarar Bir Şey (2017) adlı filmde bu “yoklama”yı sürekli akılda tuttuğunu görüyoruz. Ana karakteri bir şair olan bu filmin adı bile, kelimelerin ne işe yaradığına dair bir sorgulamaya işaret ediyor.

 

DUYGUSUZLAŞMAK VE KÜFLENMEK

 

Bıçakçı, şiir, öykü, roman, deneme arasında salındığı yeni kitabı Tarihî Kırıntılar’da da yine şiir üzerine tefekkür etmeyi sürdürüyor. Ancak bu kez yöntemleri, andığımız filmden biraz daha farklı. Nurdan Gürbilek’in aynı yazıda ayrıntılı biçimde tartıştığı üzere, Barış Bıçakçı’nın aforizmayla, kısa ve tesirli cümlelerle ikircikli bir ilişkisi var. Güzel söyleyişli ama didaktik olma tehlikesi taşıyan “kitabi” cümlelerle sürekli bir flört halinde onun metinleri. Bazen, bu aforizmaları edebiyatın ta kendisinin yerine koymaya çalışanların parodisini görüyoruz onun satır aralarında. Bazen de yazarın bizzat kendisi aforizmavari cümleleri metninin ayrılmaz bir parçası haline getiriyor. Bıçakçı’nın kitaplarından birine adını veren “veciz sözler” olarak tarif edebiliriz bu parça tesirli cümleleri. Tarihî Kırıntılar’ın ana karakteri Can’ın etrafında örülen hikayeler de veciz sözlere ilişkin bu ikircikli hali besliyor. Şairlere duyduğu ilgiyle kendisi de bir tür şiir arayışında olan Can ve onun tek tek ziyaret ettiği “isimsiz” şairler bu türden kısa ve yoğun, bağlamın dışına çıkarak hayatla ilgili büyük tespitler yapan cümlelere sıklıkla başvuruyor.

 

Can’ın hikâyelerini kendi eleğinden geçirerek anlattığı şairlerden biri şöyle diyor mesela: “Öyle ya da böyle küflenecektim çünkü şairlerin en iyi bildiği şey budur: Duyguları anlatmaya çabalarken, duyguları anlatmak için kendilerini donatırken duygusuzlaşmak ve küflenmek.” Şairlerin dilinden anlatılan öykülerin arasına sızan “Poetika” başlıklı bölümlerden birinde ise şu satırlar çıkıyor karşımıza: “Şiir, şairi kim olduğuna, hayatta neyi başarıp neyi başaramadığına bakmaksızın çağırır.” Parçalı bir yapıya sahip Tarihî Kırıntılar’da, bunun gibi, farklı karakterlerin ağzından seslendirilen ama ortak bir ruh haline karşılık gelen onlarca “veciz söz” var. Bunların pek çoğu da okuduğunuz zaman altını çizme ihtiyacı duyduğunuz, metinden söküp çıkarıldıklarında da anlamı olan, kendi başına etkileyici söz öbekleri. Metinden biraz mesafe aldığınızda, bütün bu “araya giren”, hangi karakter konuşursa konuşsun aynı duygu ikliminden çıkıyormuş izlenimi veren cümlelerin anlatılanı delik deşik ettiğini, metni kuvvetlendiren bir payanda olmaktan ziyade bizzat metnin amacı haline geldiğini hissetmek mümkün.

 

SEYREK İMGELER

 

Barış Bıçakçı, ilk metinlerinden bu yana, seyreltilmiş cümlelerin peşinden gidiyor. Hikâye ve kelime kalabalığının (Nurdan Gürbilek yazısında bunu “gevezelik çağı” olarak adlandırıyor) arasında damıtılmış, güzel kelimeler bulmanın derdinde. Sinek Isırıklarının Müellifi’nden bu yana çıkan tüm kitaplarında bazen ironik de olsa, hikâyeden ziyade bu altı çizilesi veciz sözler öne çıkıyor. Son üç yapıtında da hep edebiyatçıları, şairleri, mürekkep yalayıp yutmuşları anlatıyor Bıçakçı. Her birinde de bu dünyanın farklı aktörlerini -başta kendisi olmak üzere- hicvediyor.

 

Barış Bıçakçı edebiyatına yoğun çekim duyan birisi olarak, yazarın bu son döneminden ziyade hikâyenin ve imgenin ağırlığının daha çok hissedildiği Aramızdaki En Kısa Mesafe, Herkes Herkesle Dostmuş Gibi ve Bizim Büyük Çaresizliğimiz gibi metinlerini daha çok önemsiyorum. Onun aradığı damıtılmış anlama, kirli paslı da olsa hakikat taşıyan parçalara, şiiri sorgularken ansızın bulunan şiirsel anlara böylesi bir üslubun daha uygun olduğunu düşünüyorum.

 

Tarihî Kırıntılar’da vapurda tarif ettiği bir imge böylesi bir arayışa denk düşüyor bana kalırsa: “Beşiktaş-Kadıköy vapurunun üst güvertesinde yerde bir güvercin ölüsü, başında da bir martı var. Martı güvercinin iç organlarını yiyor.” Yıllar önce kayıplara karışan kız kardeşinin yasını tutan ve onu arayışını bir tür hakikat arayışına dönüştüren Can’ın ruh halini, dünyaya bakınca gördüklerini bir çakımlık kısa bir sürede anlatabilen güçlü imgeler...

 

Barış Bıçakçı’nın kelimelerinden perdeye uyarlanan filmlerde (Bizim Büyük Çaresizliğimiz ve İşe Yarar Bir Şey) hep başarısızlığın kıyısından dönerek, tam da bu çuvallamayı göze aldığı için kuvvet kazanan bir yan var. Neredeyse sinema için fazla kitabi olacakken, neredeyse sinemanın dili için yapmacıklı kaçacakken, oradan kurtulup sinema ile edebiyatı özgün bir hatta buluşturuveren küçük hatlar bunlar. İnsanlar arası ilişkilerin muğlaklığının keskin bir tarifi ya da küçük bir jest, imgelerle yakalanan şiirsel anlar, tarifi zor hakikat parçaları…

 

JESTLER, BAKIŞMALAR, ŞİİRSEL ANLAR

 

İşe Yarar Bir Şey’i hatırlayalım. Bir kadın şairin lisedeki arkadaşlarıyla yıllar sonra yeniden buluşacağı İzmir’e doğru yaptığı tren yolculuğuyla başlıyordu film. Yolculuk boyunca şairin kendisiyle, kelimelerinin anlamıyla, yazdıklarının etraftan geçip giden insanların hayatlarına tesiriyle hesaplaşmasını izliyorduk. Şairin ruh halini, arada kısacık paylaştığı mısralarından ziyade, tren camına yansıyan imgelerden, yoldan geçen yüzlere bakışından kestiriyorduk. Bıçakçı’nın aradığı seyreklik, damıtılmış bir anlam ya da ondan kalan tortu, böylesi bir imgeler dizgesinde daha berrak bir şekilde karşılığını buluyor belki de. İlginçtir, bu filmde de, iki şair karşılaşıyor, onların karşılaşmasında veciz sözler sarf ediliyor ve filmin bu en lafazan kısmı, zayıf karnı olarak yapıtın bütününden ayrılıyor. Finalde, şair Leyla’nın okuduğu şiirleri bizzat Barış Bıçakçı kaleme alıyor elbette.

 

Tarihi Kırıntılar’a dönecek olursak, kendi güncesine yazdığı güzel, derin tümceleri paylaşmak için bir çerçeve hikâye icat eden, kendini şair olarak nitelemekten çekindiği için yazdığı mısraları isimsiz şairlere söyleten biri bu metinlerin hepsini kurguluyormuş gibi hissediyoruz yer yer. İşe Yarar Bir Şey’deki pek çok sorgulamanın, yaşama dair keskin gözlemlerin ve tutarlı ruh halinin hepsi burada da mevcut. Ancak bu bütünü yarıp duran cümlelerin keskinliği göz ardı edilebilecek gibi değil. Cümlelerin güzelliği ve tespit gücü kadar karakterlerin jestlerine, ufacık alışkanlıklarına, yarım cümlelerinin anlamlarına bakan Bizim Büyük Çaresizliğimiz’in hattından uzaklara gidiyor sanki Barış Bıçakçı. Çok sevdiğini bildiğimiz sinema, imgelere verdiği önemle, onu yeniden bu jestler, bakışmalar, yarıda kalan duygular diyarına döndürebilir belki. Onun yazını hangi yönde ilerlerse ilerlesin, şimdiden, sinemanın görsel gramerine çevrilmeye uygun pek çok öykü parçacığını bize sundu bile.

 

 

 

1 Barış Bıçakçı, Seyrek Yağmur, İletişim Yayınları: İstanbul, 2016, sayfa 81.
2 Nurdan Gürbilek, “Gevezelik Çağında Edebiyat - Barış Bıçakçı’da Cümle Savaşları”, Birikim, sayı 338.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Dosya Yazıları

Günlük yaşantıdaki kurallar çoğu zaman, yazılan eserler için de geçerlidir. Zorla gerçekleşen, kendine biçilen rolden fazlası istenen veya aşırıya kaçan her şey güzelliğini yitirir. Şair Eyyüp Akyüz, son kitabı Eskiden Buralar’da, adeta bu bilginin ışığında şiirlerini uzun tutmadan bitiriyor ve akılda kalan mısraları bize yadigâr kalıyor.

 

-Kimsin?

-Anneannemin torunuyum.

 

Divan Edebiyatı, sahibi meçhul bir kavram. Her halükârda 20. yüzyılın başında ortaya çıktığı konusunda bir tartışma yok. İskoçyalı oryantalist Elias John Wilkinson Gibb’in 1900 yılında yayınlanan Osmanlı Şiiri Tarihi kitabında bu kavrama hiç yer verilmez. Hepsi batılılaşma döneminde düşünülen isim alternatiflerinden biridir “Divan Edebiyatı”.

Arap coğrafyasında üretilen roman, öykü ve şiirler son yıllarda edebiyat gündeminde karşılık buluyor. Avrupa başta olmak üzere Batı’da düzenlenen büyük ve uluslararası kitap fuarlarındaki temsiliyetin güçlenmesi, en yeni eserlerin prestijli birçok ödüle değer görülmesinin bu ilgideki payı büyük elbette. Batı’nın doğuyu gördüğü “egzotik göz”le romantize edilemeyecek bir yükseliş bu.

Yirminci yüzyıl başlarında İngiltere genelinde Müslümanlara yönelik hasmane tavırlar öne çıkarken, İslam’ı seçenlerin sayısında da gözle görülür bir artış söz konusudur. İslam’la müşerref olan bu şahsiyetler, yeri geldiğinde İslam dünyasının savunucuları olarak da önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.