İki dinin mensupları ana hatlarıyla birbirlerini hem siyasi hem de dinî bakımdan en büyük rakipleri olarak gördüler. Bu bakış açısından karşılıklı kültürel ilişkiler de etkilendi. Bilhassa İstanbul’un fethiyle birlikte Osmanlılar merkezinde Müslümanlara karşı olan nefret daha da arttı. Kanuni Sultan Süleyman devrinde ise hem İslam hem de Türk korkusu had safhadaydı. Bu korku kiliselerdeki dua metinlerine kadar yansıdı.
10. yüzyılın sonlarında Papa II. Urbanus’un yaptığı çağrı ile başlayan ve 15 Temmuz 1099’da Kudüs’teki Müslümanların Haçlılar tarafından katledilmesiyle sonuçlanan, aynı zamanda Doğu’daki İslam dünyasına düzenlenen Haçlı Seferleri’nin başlangıcı olan Birinci Haçlı Seferi, Müslüman-Hıristiyan mücadelesinin önemli kırılma noktalarından birisiydi. Bu tarihten itibaren İslam dünyası çok sayıda Haçlı saldırısına maruz kaldı. Bu mücadeleler dizisi günümüze kadar uzanacak Müslüman-Hıristiyan çatışmasının yanı sıra iki toplum arasındaki düşmanlığı da oldukça tetikleyen bir etken oldu.
Diğer taraftan, Müslümanlar açısından bakıldığında, ilk olarak Hz. Peygamber devrinde başlayıp Emeviler zamanında zirveye ulaşan, Türklerin Müslüman olmalarından sonra ise Selçuklular ve ardından Osmanlılar ile devam eden Hristiyan topraklarının ele geçirilmesi ve benimsenen gaza politikası, Müslüman toplumlara karşı Bizans ve Avrupa merkezli olarak gelişen korkunun ve nefretin başlıca nedenleri arasındaydı. Gerek birbirlerine karşı yaptıkları mücadeleyi kutsal savaş ekseninde değerlendirmeleri gerekse itikadi yaklaşımlar neticesinde iki dinin mensupları ana hatlarıyla birbirlerini hem siyasi hem de dinî bakımdan en büyük rakipleri olarak gördüler. Bu bakış açısından karşılıklı kültürel ilişkiler de etkilendi. Bilhassa İstanbul’un fethiyle birlikte Osmanlılar merkezinde Müslümanlara karşı olan nefret daha da arttı.
Kanuni Sultan Süleyman devrinde ise hem İslam hem de Türk korkusu had safhadaydı. Bu korku kiliselerdeki dua metinlerine kadar yansıdı. Söz konusu sürecin anlaşılması için Leyla Coşan’ın Avrupa’da Türk korkusu üzerine yaptığı çalışmalar hayli önem taşımaktadır
Keşif Endülüs’te başladı
Batı toplumu muhtemelen bu siyasi baskı ve bir zamanlar hâkim oldukları geniş toprakların Müslümanların eline geçmesi nedeniyle -tıpkı günümüzde de bazı versiyonlarını gördüğümüz üzere- başta Hz. Peygamber olmak üzere tüm Müslümanlara ve İslam devletlerine karşı düşmanca bir tavır takındılar. Bu sadece siyasi değil kültürel bir tepkinin doğmasına da neden oldu. Uzunca bir süre Müslüman âlimlere, onların geliştirdikleri icatlara, yazdıkları eserlere karşı çoğu kez tepeden, aşağılayıcı, küçümseyici ve ötekileştirici bir tavırla yaklaşıldı.
Elbette bu durum sürekli olarak devam etmedi. Zamanla, siyasi mücadelenin zirveye çıktığı dönemlerde dahi Hristiyan bilim adamları Müslümanların yazdıkları eserleri merak etmeye ve incelemeye başladılar. Bu eserler sayesinde Batı Hristiyan dünyasının bilimsel gelişimine İslam medeniyetinin önemli bir katkısı oldu. Merhum Prof. Dr. Fuat Sezgin’in yaptığı çalışmalarda açıkça ortaya konulduğu üzere, ilk olarak Endülüs’teki Müslüman âlim ve filozofların eserlerini okuyarak Antik Yunan felsefesini keşfeden Batı dünyası, zaman içerisinde -her ne kadar kendilerine mâl etseler de- Müslüman coğrafyacıların geliştirdiği deniz teknolojisini ihtiva eden eserler ve çizdikleri haritalar sayesinde Amerika başta olmak üzere yeni kıtalar veya deniz güzergâhları keşfettiler. Zaman zaman Müslümanlar ile teolojik tartışmalara da girerek rakiplerini daha yakından tanıma gayreti içerisine de girdiler. Mesela, Yıldırım Bayezid devrinde Bizans İmparatoru II. Manuel Palaeologos ile Hacı Bayram Veli arasında Ankara’da yapılan teolojik tartışma bu etkileşimin en önemli örneklerinden birisidir.
Müslümanların yazmış oldukları eserler Avrupa’da ilerleyen yüzyıllarda daha çok ilgi görmeye başladı. İslam toplumunu ve her zaman geri plana ittikleri Kur’an-ı Kerim’i daha yakından tanımaya ve anlamaya gayret ettiler. Yapılan objektif çalışmalar ile bu tesir ve etkileşim gerek Müslüman gerekse Hristiyan bilim adamları tarafından açık bir şekilde ortaya konuldu.
Modern dönemde bu konuya dair yapılan en önemli çalışmalardan birisi de kısa süre önce Yeditepe Yayınları tarafından neşredilen, Alexander Bevilacqua’nın kaleme aldığı Şark Kütüphanesi: İslam ve Avrupa Aydınlanması isimli eserdir. Kenan Çapık’ın Türkçeye tercüme ettiği eserinde Bevilacqua’nın Avrupa’da İslam’a ve Hz. Peygamber’e karşı geliştirilen bakışın zaman içerisinde yerini çok daha anlamaya dönük, daha kabullenici bir tarza dönüştürdüğü görülüyor. Oldukça geniş bir literatüre dayanan, ciddi bir emek ürünü olan bu eserde Müslüman-Hristiyan ilişkilerinin altyapısı incelendikten sonra, bilhassa 1650-1750 yılları arasında tüm Avrupa boyunca sayısız İslami yazma eserin nasıl ve neden toplandığı, sonrasında bu eserlerin çeviriler, edisyonlar ve tarih kitapları vasıtasıyla Avrupalıların bilgi ve kavrayış dünyasını nasıl dönüştürdüğü anlatılıyor. Hristiyanların İslam dünyasına ilgilerinin hayli eski tarihlere dayandığı belirtilmekle birlikte, yeraltı ve yerüstü kaynaklarının keşfedilmeye başlandığı 17. yüzyıldan 18. yüzyılın ortalarına kadar daha da arttığı vurgulanıyor. Bu artışta Fransız Barthelémy d’Herbelot’nun 1697’de yayınlanan ve İslam kültürüne dair ilk gerçek batılı ansiklopedi olan Bibliotheque Orientale (Şark Kütüphanesi) isimli eserin etkisi analitik olarak değerlendiriliyor.
16. yüzyılda dönüşüm yaşandı
Bevilacqua’nın belirttiğine göre, Ortaçağ’da Avrupalı yazarlar İslam dinine karşı aşırı ön yargılı bir bakışa sahiplerdi. İslam’ın günden güne yükselişi Hristiyan düşünürleri hayli meşgul etmişti. Acaba İslam, gerçek müminleri aldatmak için şeytanın uydurduğu bir oyun muydu? Yoksa Müslüman imparatorluğunun yükselişi, Tanrı’nın Hristiyan topluluklara işledikleri günahlardan dolayı musallat ettiği ilahi bir musibet miydi? İşte bu düşünceler Müslümanlara karşı gelişen önyargıyı uzunca bir süre tetikledi ve hâkim görüş haline geldi. Ancak bu bakış 16. yüzyıldan itibaren ciddi bir değişikliğe uğradı. Müslümanların da artık bu dünyanın bir parçası oldukları kabul edildi. Avrupa’da İslam dinine ait araştırmalardan birisi İtalyan Lodovico Marrachi’nin 1698’de yayınladığı Kur’an tercümesi idi.
Bevilacqua’ya göre 1650-1750 arası Şark araştırmalarının altın çağı ve Avrupalıların İslam’a dair değerlendirmelerinde istisnai bir dönemdi. Bu dönemde İslam dünyasına dair dini, edebi ve entelektüel gelenekler Avrupalıların gözünde büyük ilgi görmüştü. Ancak 18. yüzyılla birlikte gelişen Avrupa kibiri, Avrupa’yı kendi ortaçağından olduğu gibi İslam’dan da hayli uzaklaştırmış, hatta İslam, Müslümanların ilerlemelerine engel bir yük olarak kabul edilmişti. Elbette bu Avrupa’da eskinin skolastik yaklaşımının yerini bu kez tepeden bakan, aşağılayıcı, dini geri plana atan ve toplumların ilerlemelerine engel olarak gören bir düşüncenin Avrupa merkezli olarak tüm dünyaya yayılmaya başladığı bir sürecin ilk evresini de teşkil ediyordu. Bu yaklaşımın gelişmesinde Osmanlıların ve dolayısıyla İslam dünyasının eski gücünden uzaklaşmasının da ciddi bir payı vardı.
Yeni yorum gönder