Sevgili bir dost,
Yıllar var mektuplarıma yanıtını alamadım. Yazdıklarımla canını sıktığımı düşünerek daha güzellerini yazdım. Yine canım sesin çıkmadı. Mektupla ses mi çıkarılırmış diyeceksin. Sesin en sıcağı zarftan çıkanıdır. Belki de bunun için bana sesler artık hiç de o kadar yakın gelmiyor... Gene de bekliyorum.
Bekliyordum. Ta ki mektuplarımın eline ulaşmadığı şüphesi içime düşene dek. Bilirsin, şüphe düştüğü yeri kavurur. Kavurur ama yakmaz. Bunaldım. Baktım bu şüpheyle bir yere varamıyorum, ben de roman yazmaya başladım.
Geçenlerde “Biz Mektup Yazardık” diye bir sergi açıldı. Bir kez daha biz olamamanın verdiği hüzün ve yalnızlığa düştüm. Gel gör ki alt başlık beni neşelendirdi: “Bedri Rahmi ve Çağdaşlarından Mektuplar”. Demek ben de mektup sevdalısı Bedri Rahmi’nin çağdaşıydım! Merakla serginin yolunu tuttum.
Sergiyi gezmek insancıl bir dünyayı gezmek gibiydi. Saflığın, masumiyetin, candaşlığın, dostluğun hâlâ daha canlı, kuvvetli, anlı şanlı olduğu zamana, şimdiki zamanı beğenmeyen huzursuz bir yolcu gibi vardığımda gözlerim ve parmak uçlarım kamaştı. İnsanı biraz da mektup yazmak insan yapıyordu.
Duygudaşlarımı gökte ararken geçmişte bulmuştum. Sevinmek şöyle dursun acıya boğulmuştum. Mektuplarıma artık bir yanıt vermesinin zamanı geldiğini gördüğüm seni kağıt kağıt sözcük sözcük pul pul damga damga özlüyordum. Yoksa sen şurada, Bedri Rahmi’nin zarflara yaptığı çizimlerin hayat dolu renklerinde kendini kaybetmiş sergi ziyaretçisi miydin?
Ellerin mürekkepsizdi. Ellerinin kalem tutmadığı, ilgisi derhal telefonuna kayan parmaklarının ekran üzerindeki işlekliğinden belliydi. Karşında, Aşık Veysel’e türkülerini kaydetmek için kayıt cihazı almak niyetiyle Bedri Rahmi’nin çizip sattığı kartpostal ve Aşık Veysel’in teşekkür mektubu dururken telefonunla haşır neşir olunca sen, Aşık Veysel çizimindeki tek gözden bir damla gözyaşı aktı. Fark etmedin. Çok şükür, o sen değildin.
Çevirisi olan (çoğu Osmanlıca ve Fransızca) mektupları, ait olduğum dünyanın varlığının kanıtıymışçasına tek tek okudum. Birbirine mektup yazmayan yazarın yazar, mektup çizmeyen çizerin çizer olamayacağını kendi gözlerimle gördüm.
Sana kaç sanatçıya el yazımla mektup yazıp gönderdiğimi söylesem şaşar kalırsın. Biri dışında kimseden yanıt alamadığıma herhalde şaşırmazsın. El yazımla yazıp gönderdiğim on sayfalık mektubuma, ne cevap vereceğini bilemediğinden uzun süre sessiz kaldığı için özür dileyerek başladığı yanıtını e-posta ile göndermiş olsa da o semtdaşım yazara, o dünyanın yazarına ne kadar minnet duysam azdır. İnanır mısın tam da sana, yanıt vermeyeceğine emin olduğum bir mektup yazarken gelmişti mektubu. Telkin miydi bu tesadüfün amacı, yüreklendirme mi...
Üstüne ister alın ister alınma, insanların ne kibarlık, dürüstlük, hatta hayranlık yoksunu olduğunu hissettim Bedri Rahmi Eyüboğlu ile Orhan Veli, Adalet Cimcöz, Fikret Mualla, Eren Eyüboğlu, Aşık Veysel, Necip Fazıl, Abidin Dino, Reşat Nuri Güntekin, Nazım Hikmet, Ahmet Hamdi Tanpınar, Necati Cumalı, Andra Lhoté ve (Bedri Rahmi’nin karadutu çatal karası çingenesi) Mari Gerekmezyan arasında mekik dokuyan mektuplara tanıklık ettikçe. Nasıl dostane bir dayanışma, yüce bir hayranlık, çocuksu bir dürüstlük varmış o dönemin sanatçıları arasında, mektupların yüzünden apaçık okunuyor.
Bedri Rahmi’nin zamanının bütün sihirli elleri mektuplarla birbirlerinin elinden tutup kalabalık olmuşlar. Bugün kim kime sevgisini, özlemini, hayranlığını, beklentisini, serzenişini, desteğini, eleştirisini, hayal kırıklığını canı gönülden bir mektupla dile getirebilecek kadar yürekli? Kimin eline mürekkep bulaştırıp mektup yazmaya vakti, arzusu, emeği var? Sanat hiç bugünkü kadar yalnız yapılmamıştır.
Mektup, canın cana fısıldamasıdır, ey bir dost! Uykuda sayıklamak gibidir mektup yazmak. Tasarısız, tasalı, kopuk kopuk, manalı, gelişigüzel, yanıtının gelişi daha da güzel... Sonra bir telgraf ilişti gözüme. Durup, SMS’in, tweetlerin, Facebook’un, Skype’ın, Whatsapp’ın, hatta e-postanın, dahası internetin olmadığı bir dünya düşledim. İçim ısındı. Ben o dünyadanım işte. Kendilerine “biz” diyen o çoğunlukla aramıza zaman girmiş sadece. Ya seninle?
Aidiyetsizliğimi düşüyle bile erittiğim o internetsiz dünyanın acil telgraf diye bir gerçekliği var. Acil sandığın durumları ve o durumlarda telefonuna kaç kez davrandığını bir düşün. Bir de acil telgraf çeken insanın içine düştüğü o kanlı canlı duygunun hayatiliğini... Anlayacağın, zaman bize fena oyun oynamış bir dostum.
Hatırlamam mı? İlkokuldayken sıramın altına aşk mektubu bırakan çocuk “bir dost” diye imzalardı mektuplarını. Ben de ondan görüp de taktım sana bu adı. Galiba her şey zamana çocukça kafa tutabilmekle güzel. Mektup yazmak çocukluk ister. Büyüdükçe çocuk olan insan, güneş açar yağmur yağar gene gene mektup yazar. Mektup yazmak yürek ister.
İnsanın içi en iyi kağıda dökülür. Kağıda dökülmeyen iç kurur, kan tutar. Yazılmamış mektuplar ruhu pıhtılaştırır. Nefessiz kalan ruh kalbi sıkıştırır. Kalp daralır, ufalır, yok olur. Ve dünya, kalbi olmadığından bihaber insanlarla doludur.
Bu bitmeyecekmiş gibi duran satırları en âlâsından mürekkebim ve dolma kalemimle sonsuza sonsuz boyutlarında kırık beyaz bir kağıda yazdığımı bilesin. Dünyanın neresinde olursan ol, pulların, alacağın güzel yanıtların, en çok da posta güvercinlerinin hatrına, bu dünyayı mektup yazarak temize çekelim arzusuyla, Bedri Rahmi ve Çağdaşları’nın İş Sanat’taki sergisini gezmeni isterim. Bakarsın içinden bana yazmak bile gelir.
Can Gürses
Haziran '15
Teşvikiye
* "Bedri Rahmi Eyüboğlu ve Çağdaşlarından Mektuplar- BİZ MEKTUP YAZARDIK!" 20 Haziran 2015 tarihine kadar İş Sanat Kibele Galerisi’nde
Sevgili Can Gürses,
Romanlarında ve okuduğum diğer yazılarında olduğu gibi duygulu yüklü bir 'mektup' olmuş. Teşekkürler.
80'li ve 90'lı yıllarda onbeş yirmi sayfaya varan mektuplarımı hatırladım. Arkadaşlarıma ve ilkokul öğretmenime yazdığım... Mutlaka dolmakalemle yazardım. Bir keresinde bir arkadaşım mektupların kesildi dediğinde "dolmakalemim yok" demiştim de bahane sanmıştı. Oysa bahane değildi. Neyse ki aynı zamanda üniversitedeyken ev arkadaşım olduğundan ve en az benim kadar pirpirik olduğundan anlaşmıştık.
Şimdi burada, sanal ortamda klavye başında durmuş eski mürekkep kokan mektuplar hakkında yazıyoruz. Kalemle çizmek yerine iki nokta üst üste sonra parantez kapat; oluyor sana gülümseme... :)
Yazılarınızın, romanlarınızın, mektuplarınızın daim olması dileğiyle.
Zonguldak'tan selamlar.
Mustafa Eyriboyun (Bir okurunuz.)
Merhaba,
Öncelikle teşekkür ederim bu güzel yazınız için. Keyifle okudum.
"Bu bitmeyecekmiş gibi duran satırları en âlâsından mürekkebim ve dolma kalemimle sonsuza sonsuz boyutlarında kırık beyaz bir kağıda yazdığımı bilesin." diyorsunuz yazınızın sonunda. Bir fotoğraftan el yazınızla yazdığınız bu yazıyı okumak eminim çok daha keyifli olurdu.
Hoşça kalın.
Bir Dost :)
Yeni yorum gönder