2016 yılında Bertolt Brecht’in ölümünün üzerinden 60 yıl geçmiş olacak. Kuşkusuz Almanya’nın birçok yerinde ve özellikle de Brecht’in son yıllarını geçirdiği Berlin’de heyecan verici anma etkinlikleri olacaktır. Ama onun Berliner Ensemble isimli tiyatrosu, zaten 60 yıldır onun mirasını canlı tutmakla meşgul. Öte yandan, bence dünyanın en büyük on yazarından biri olan Brecht’in unutulması mümkün değil.
Bazı sanatçılar böyledir. Dünyaya bambaşka bir gözle bakmamızı sağlarlar ve göçüp giderler. Zamanla “unutulur gibi” olurlar. Bayatladıkları söylenir, eskidikleri söylenir ama hop, birden fark ederiz ki, yıllar sonra bile onların bakışıyla bakıyoruzdur dünyaya. Ya da bakmak zorundayızdır. Dünya onların öngördükleri gibidir çünkü.
Politik pop müziği uzmanı Robin Denselow şöyle diyor: “Brecht 1956’da öldüğünden, ne rock toplulukları için bir şeyler yazmış ne de onları duymuştu; ama 20. yüzyılın bu en yaratıcı dramatist ve şairinin yarattığı etki öylesine büyük olmuştu ki, gelmiş geçmiş en önemli politik pop müzik sözyazarı nitelemesini hak etmektedir.” Eline sağlık Denselow... Hâlâ, en önemlisi o.
Bertolt Brecht besteci olarak Kurt Weill, Hanns Eisler ve Paul Dessau ile birlikte çalıştı. İsteyen bu ikilileri Lennon/McCartney ya da Jagger/Richards gibi ikililerle kıyaslayabilir, ancak cesaret söz konusuysa, en üstteki isimlerin yanına kimse yaklaşmaz. Özellikle Brecht/Weill ikilisinin yakaladığı popülerlik, hele bir de 1930’ların Almanya’sında, söylenecek söz bırakmayabilir insana.
Almanya, Augsburg doğumlu Brecht kısa sürede dikkat çekerek isminden söz ettirmiş, politik bilinç edindikten sonra da Nazilerin çekindiği, bağımsız fikirli bir komüniste dönüşmüştü. Onun tiyatro eserlerine eşlik eden şarkıları çok dramatik ve doğrudandı. Tokat gibi çarpıyordu yüzünüze. Kahramanlar ise fahişeler, katiller, soyguncular, politikacı görünümlü düzenbazlar arasından seçiliyor ve onların dilinden konuşuluyordu. Konular da sınıf çatışması, adaletsizlik, savaş, işsizlik ve benzerleriydi. Ama esas konusu yoksulluktu Brecht’in. Ve onun sözünü yazdığı şarkılar, genellikle çok öfkeliydiler. Bugüne kadar capcanlı kalabilmelerinin en büyük nedeni bu olmalı.
Muhteşem ikili(ler)
Yahudi asıllı bir Alman olan Kurt Weill ile Brecht, ilk defa bir boks ringinde sahnelenen tek perdelik opera Mahagonny ve hiç şüphesiz en ünlü eserleri olan Üç Kuruşluk Opera’da birlikte çalıştılar. Bu ikincisi 1929 sonrasında dünya çapında bir başarı yakalayacaktı. Ferhan Şensoy’ın Üç Kurşunluk Opera’sına kadar uzanacaktı bu dalga.
Ve tabii ki bu başarı Nazilerin nefretiyle karşılanacaktı. Hele, Brecht’in karısı Helene Weigel, Happy End müzikalinin galasında sahnede Komünist Manifesto’yu okuyunca ortalık iyice karışacaktı. Brecht ve Weill 1933’te sürgüne gittiler; Fransa, İskandinavya, sonra da ABD’ye... Brecht 1948’de Doğu Almanya’ya dönecek ve hayatının geri kalanını bu ülkede geçirecekti.
“Mackie Messer” (Ustura Mack), “Alabama Song”, “Ballade von der Frau des Soldaten” (Askerin Karısının Türküsü), “Wovon Lebt der Mensch?” (İnsan Neyle Yaşar?), “Pirate Jenny” (Korsan Jenny) gibi benzersiz besteler Weill’in yaratıcılığıyla, Brecht’in şairliğinin ürünleri olarak 80 yıldır çalınıp söyleniyorlar. İşte Korsan Jenny’den bir parça: “Ve yüz adam inecek parlak öğle güneşinin altında/ Her biri basacak gölgelerin üstüne/ Her kapı aralığına bakacaklar, alacaklar gördükleri herkesi/ Ve zincirleyip getirecekler bana/ Ve soracaklar: hangilerini öldürelim?/ O öğlen sıcağında hangisi ölsün diye sorduklarında/ Liman sessizliğe bürünecek/ Ve fısıldayarak yanıt verdiğimi duyacaksınız: Topunu!/ İlk baş yuvarlandığında diyeceğim ki: Hoppala!”
Bunlara Eisler/Brecht ikilisinin demir leblebilerini de eklemek gerekir. İşte “Arz-Talep Şarkısı”: “Kış geliyor, insanların ihtiyacı giysi/ O halde bolca pamuk almalı/ Ve onu depolamalı/ Soğuk olunca giysiler pahalanır/ Tezgahlarda çok yevmiye ödenir/ Gereğinden fazla da pamuk birikir// Hem nedir ki pamuk aslında?// Ne bileyim ben pamuk nedir?/ Pamuk nedir bilen var mı?/ Allah bilir pamuğun ne olduğunu/ Benim bildiğim sadece onun fiyatı.”
Kapitalist dünyayı alaya da alıyordu Brecht. Sadece öfke yoktu onda. Son derece zekiydi, hatta onun zekasıyla, sürgüne gittiği ABD’deki komünist avcıları bile başa çıkamamıştı.
Çağdaş Brecht/Weill yorumcusu, şarkıcı Ute Lemper, Brecht’in yazdığı bütün sözlerin bugün bile en “punk” grubun müziğine cuk oturacağını düşünüyor: “Brecht ve Weill ilk olarak popüler müzik kavramını ortaya attıklarında, sınırlamaları kıran, belli bir mesajı ve temelde söyleyecek lafı olan herkesin çıkıp söyleyebileceği bir müzik tarzını amaçlamışlardı.”
Brecht/Weill mirasının büyüsüne kapılan son müzisyenlerden bir tanesi, Alman caz piyanisti Julia Hülsmann. Onun vokalist Theo Bleckmann ile kaydettiği A Clear Midnight: Kurt Weill and America albümü heyecan verici yorumlardan oluşuyor. Ama 2016’da Brecht’in sözlerini yazdığı şarkılardan oluşan kaç albüm çıkacak kim bilir? Takipte olacağım, siz de olunuz.
* Görsel: Tayfun Pekdemir
Yeni yorum gönder