Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Dosya


Dosya

Şiirin Türkçe Karakter’i




Toplam oy: 119
Fatih Muhammet Atasever ilk şiir kitabı Türkçe Karakter’de yazdığı şiirin sadece içeriğine değil ruhuna, özüne de hassasiyetle eğiliyor. Şairin daha yolun başındayken bir dil vurgusu içinde olması alkışlanacak bir tavır. Atasever’in “Türkçe” vurgusu aile, vatan, aidiyet kavramları çerçevesinde bir yurt kuruyor kendine.

İnsan karakter özellikleriyle tanınır daha çok. İnsanın kelimeleri, yürüyüşü, dinleyişi, konuşması hepsi birlik olup karakter denilen hususiyetler toplamını oluşturur. Dil de bir karakter taşır sonuçta. Her dilin ayrı bir karakteri vardır. Çünkü dil, konuşulan ağızlarda, susulan gönüllerde bir kimliğe, bir aidiyet bilincine dönüşür daha çok. Dil bir kimliktir ve bu kimlik en çok o dilin şiirinde temayüz eder. Çünkü şiir sadece konuşulan şeylerin değil, susulan şeylerin de çetelesini tutar enikonu. Şiir, içine doğduğu dilin derinleşme alanlarını gösterdiği için başlı başına bir karakter özelliği gösterir. Dil, içine doğulan bir dünyadır. İnsan sadece dünyaya gelmez, bir dile de gelir.

 

Fatih Muhammet Atasever’in ilk şiir kitabı Türkçe Karakter, bana bu düşünceleri çağrıştırdı ilk elde. Kitabı okuyup bitirdiğimde şairin kitabına verdiği isimde ne denli isabetli davrandığını düşünmedim değil doğrusu. Hem dilin hem insanın en temel karakter özellikleri merkezinde, ince bir hat çiziyor Atasever. Ana damarda elbette her zaman Türkçe var. Şairin henüz ilk kitabında, daha yolun başındayken bir dil vurgusu içinde olması, yazdığı şiirin sadece içeriğine değil ruhuna, özüne de hassasiyetle eğilmesi elbette alkışlanacak bir tavır. Atasever’in “Türkçe” vurgusu aile, vatan, aidiyet kavramları çerçevesinde bir yurt kuruyor kendine. Türkçe budur zaten. Bir şiire sığdırdığın derinliğin yurdunda mutmain bir gönülle nöbette beklemektir: “Türkçede net okunan bir yüzün vardı” (Türkçe Bir Yüz İçin, s.36)

İç hatlardan insana giden yol

Atasever, şiirini kuran ayrıntıları daha çok hayatın içinden çekip çıkarmaya çalışıyor. Hayat evet genel bir kelime ancak onun sancısını çektiği şey o hayatı kendisine ait kılacak bir yaşantı güzelliği. Hepimizi, herkes denilen anonim maskelere dönüştürmek için elinden geleni ardına koymayan bir dünyada Atasever, o özgün ve biricik insanın dertlerine, çelişkilerine, acılarına, ölümlerine sardırıyor daha çok. Harun Yakarer’in kendisiyle yaptığı bir söyleşide geçen şu cümlesini burada mutlaka anmalıyım, çünkü kastettiğim tam da bu aslında: “Her şeyin insansızı meşhur olduğu için şiirin de insansızı isteniyor.” Atasever’in şiiri bu bağlamda insanlı, kanlı canlı bir şiir. Yaşadığımız çağda mütemadiyen kendimizi hatırlama ödevi içinde olduğumuz, buz gibi bir gerçekliktir. Şiir de bu gerçekliğin çiçeğe durmuş hâlidir aslında.
Tövbe-i Nasuh şiiriyle açılıyor kitap: “e-beşte akşam gelincik tarlasında/ beni bul!/ gün frene basınca yanıyordur.” (Tövbe-i Nasuh, s.9) İnsan her daim gaflet üzre yaşar ve kendine gelmek için kendinde bazı işaretler arar. Tövbe bu işaretlerin anahtarını verir bize. Atasever daha ilk şiiriyle dünyaya bir sancıyla gelen insanın konumlanması gereken yeri yani tövbe makamını işaretliyor. İnsan acizdir ve her daim o meşru bağışlanma umuduyla yaşar. Şairin kelime seçimleri, imge ve imajları anlama dair birer işaret fişeğine dönüştürme gayreti, yaşamakla kurduğu sahici ve doğrudan bağ, Türkçe Karakter’de öne çıkan özellikler: “söylerken titreyen bir kalpten gayri bir şeyim kalmadı.” (Tövbe-i Nasuh, s.10)
Atasever, hayalî imajlardan daha çok gerçekliğin görüntüleri özelinde bir çağrışım haritası çıkarıyor kendine. Şairin gerçekliği kendi iç hatlarında bir içsel yolculuğa dönüştüren bu tavrı oldukça önemli: “haliç suyun sevdiğine açılamamasıdır” (Tövbe-i Nasuh, s.11) Şüphesiz insanın içi en uzun yoldur. Şair bu yolun kıvrımlarında içten dışa, dıştan içe durmadan akıp duran bir berraklık arayışı içinde hep. Bir yüzleşmenin zarafetiyle içli dışlı: “görünmez bir kaza iniyor kalbime/ onunla süsleniyor aynada yüzüm, sakalım/ bir saat beni soruyor durmadan, saat kaç?/ dönmeyeceğimiz bir yer beğen diyor biri/ günde iki kez gösteriyorum doğruyu ancak.” (İç Hatlar, s.21)

Bir tetiğin çekip gitmesi
Türkçe Karakter’de dikkatimi çeken bir başka nokta, bazı şiirlerin oldukça sağlam iki dizeyle açılan bölümleri oldu. Bu girişler, şiirin omuz hizasında kenetlenmeyi sağlıyor ilk elde. Mesela şu başlangıç kısmı: “güneş/ bomba yüklü bir araç çığlığıyla battı.” (Güzel He, s.12) Şiirdeki öznenin kendi kişisel menkıbesini anlattığı bir başka şiirin giriş dizeleri ise şöyle: “öyle ki/ ikna edilmemiş bir tek ölüm kalır.” (Self- Determination, s.15) Bir başka şiirin giriş dizeleri: “kesik: dedem telefon rehberinden/ ölen arkadaşlarının numarasını sildiriyor babama” (Rızanın Konusu, s.23) Atasever’in şiirini canlı kılan hususiyetlerin başında bu dizelere de taşıdığı yaşanmışlıklar olsa gerek. Şair “haritalar insanları göstermez” dese de, onun kelimelerden çizdiği yaşamak haritasında kanlı canlı bir insan hissiyatı var. Bu olguyu şairin iç ve dış gözlemlerini şiire taşımada oldukça sıkı bir dikkat sahibi olmasına örnek olarak gösterebiliriz elbette. Oturma İzni başlıklı şiirin giriş dizeleri ise şöyle: “gözlerin/ senden hiç uyanmamışım gibi…” (Oturma İzni, s.27)
Atasever, hayatın içinde kuruyor şiirini. Geçmişle şimdi arasına kurduğu içsel bağlar onda bir zaman ve insan yoklamasına dönüşüyor. Zamanı bir anılar toplamı olmaktan çıkarıp onu şimdiyle ve anla eşitlemesi şüphesiz ki bilinçli bir tercih. Bir iz var takip ettiği ve o izin ne zamandan kaldığı önemli değil aslında. Önemli olan o izin hemen önünde olması. Şair o izleri sahici bir derde, sahici bir kavgaya, sahici bir kavrayışa dönüştürmek istiyor daha çok: “hatam: durmadan sokağa çıkan bir yangın.” (20 Aralık, s.38) Şairin yaş özelinde geliştirdiği dikkati de bu çerçevede değerlendirebiliriz: “göstermek gibi olmasın 23 oluyorum/ yerde bulsan sayacaksın/ kaç kez düştüğünü:” (20 Aralık, s.38) Nasıl hayatın bir içi varsa için de bir hayatı vardır ve şair bu iki sarkaç arasında gider gelir: “hayatın yerine bakıyorum bazen ekranda/ açık açık yaralardan kurşunluyorum ellerimi/ bir kerede anlatılamayan şeyler bunlar/ her piksele bir acı düşüyor gibi…” (Yirmibeşincikare, s.46)
Gözlerden ve gözlerin değdiği ekranlardan taşan bir hayatı başka nasıl anlatabiliriz? Atasever, doğal akışı bozan her şeye karşı bir mesafe içinde olduğunu hatırlatıyor bize. Başladığı noktayı yanına almayı unutmayan bir şair direnciyle yaşıyor hayatı. Öncesi ve sonrası yok belki de elinde, ama dipdiri bir şahitliğini yaptığı şimdi’si var ve o şimdinin arayışları, soruları, çelişkileri, hüzünleri eşliğinde çağa bir “insan sesi” vermenin asil ve haklı kaygısı içinde hep. O kaygı, içimizi yoklayıp duran o meşum gönül titremesiyle iç içe değil midir zaten hep: “karşılıklı oturabileceğimiz bir kalbim yok/ durmadan seni sevmem lazım benim.” (Bir Tetiğin Çekip Gitmesi, s.51)

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Dosya Yazıları

Günlük yaşantıdaki kurallar çoğu zaman, yazılan eserler için de geçerlidir. Zorla gerçekleşen, kendine biçilen rolden fazlası istenen veya aşırıya kaçan her şey güzelliğini yitirir. Şair Eyyüp Akyüz, son kitabı Eskiden Buralar’da, adeta bu bilginin ışığında şiirlerini uzun tutmadan bitiriyor ve akılda kalan mısraları bize yadigâr kalıyor.

 

-Kimsin?

-Anneannemin torunuyum.

 

Divan Edebiyatı, sahibi meçhul bir kavram. Her halükârda 20. yüzyılın başında ortaya çıktığı konusunda bir tartışma yok. İskoçyalı oryantalist Elias John Wilkinson Gibb’in 1900 yılında yayınlanan Osmanlı Şiiri Tarihi kitabında bu kavrama hiç yer verilmez. Hepsi batılılaşma döneminde düşünülen isim alternatiflerinden biridir “Divan Edebiyatı”.

Arap coğrafyasında üretilen roman, öykü ve şiirler son yıllarda edebiyat gündeminde karşılık buluyor. Avrupa başta olmak üzere Batı’da düzenlenen büyük ve uluslararası kitap fuarlarındaki temsiliyetin güçlenmesi, en yeni eserlerin prestijli birçok ödüle değer görülmesinin bu ilgideki payı büyük elbette. Batı’nın doğuyu gördüğü “egzotik göz”le romantize edilemeyecek bir yükseliş bu.

Yirminci yüzyıl başlarında İngiltere genelinde Müslümanlara yönelik hasmane tavırlar öne çıkarken, İslam’ı seçenlerin sayısında da gözle görülür bir artış söz konusudur. İslam’la müşerref olan bu şahsiyetler, yeri geldiğinde İslam dünyasının savunucuları olarak da önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.