Tess Gerritsen; bu ismi ilk duyduğumda itiraf etmeliyim ki sahibinin İskandinav olduğunu düşünmüştüm. Oysa gerçek, sanrım ile öyle alakasızdı ki; Çin asıllı Amerikalı. Bayan Gerritsen, 1953 Kaliforniya doğumlu. Evvela antropoloji, ardından tıp eğitimi alan Gerritsen, yaşamını doktor olarak sürdürürken bir şeylerin eksik kaldığını hissetmiş olacak ki, yazmaya başlar. Bir dergiye yolladığı hikâyesi birincilik kazanır. Doğum iznine ayrıldığında ise ilk romanı Gece Yarısından Sonra’yı yazar.
Bu ilk romanı diğerleri takip eder. Gerritsen’in “erken dönem” kitapları “romantik – gerilim” türündedir ve henüz “su” yatağını bulmuş değildir. Elbette her şeyin bir zamanı vardır ve Gerritsen için o tarih, sekiz kitabın ardından kaleme alacağı Hasat’ın yayımlandığı 1996’dır. Hasat’la beraber kabuğunu kırıp bir anda geniş kitlelere ulaşan Gerritsen, bu kitabında bir “şeyi” öncekilerden farklı yapmıştır. Artık “romantik – gerilim” değil, “tıbbi – gerilim” kitapları yazarıdır.
Şimdilik yirmi dokuz romanıyla kırktan fazla ülkede otuz milyon satan Gerritsen’in başarısının sırlarından biri, ilhamını hayattan alması. Sadık okurları da hak vereceklerdir ki, Gerritsen meslek hayatından sahip olduğu donanımı, kitaplarına çok iyi şekilde yansıtabiliyor. Gerçekçi otopsi sahneleri ve etkileyici maktul betimlemeleri, hassas bünyelerde mide bulantısına ya da korkuya neden olabilir. Bu da “tıbbi – gerilim” iddiasındaki yazarın işini iyi yaptığını gösteriyor.
Buz gibi soğuk
Gerritsen külliyatını üçe ayırmak mümkün. Erken dönem “romantik – gerilim” kitapları, “tıbbi – gerilim” türündeki bağımsız romanlar ve Rizzoli & Isles serisi. İncelemeye çalışacağım Buz Gibi Soğuk (Ice Cold - 2010) Rizzoli & Isles serisinden.
Dedektif Jane Rizzoli ve adli tabip Maura Isles’in maceralarını konu edinen bu seri, RITA ödüllü Cerrah (The Surgeon - 2001) ile başlamış, Bir Sırrım Var (I Know a Secret - 2017) ile devam etmektedir. Seri aynı adla 2010 – 2017 yılları arasında TNT kanalı tarafından televizyona uyarlanmıştır. Buz Gibi Soğuk (TR - 2012) ise, şimdilik on iki kitaptan müteşekkil serinin sekizinci kitabı.
Boston’da yaşayan adli tabip Maura Isle, bir tıp konferansı için Wyoming eyaletine gider. “Yasak aşkı” rahip Daniel Brophy ile araları bir hayli bozuk olduğundan, beraberinde iç çalkantılarını da götürmüştür. Burada üniversiteden arkadaşı yakışıklı dul Doug Comley ile tesadüf ederler. Doug konferansın sonrası için bir tatil planı yapmıştır. On üç yaşındaki kızı Grace, yakın arkadaşı ünlü yemek bloggerı Arlo ve Arlo’nun sevgilisi Elaine ile yakınlardaki bir kayak merkezinde birkaç gün geçireceklerdir. Maura’yı da ikna eder ve yola koyulurlar.
Kendi ölüm ilanını duymak
Kar fırtınası nedeniyle yollarını kaybederler, telefonları çekmez, cipleri devrilir, haritanın neresinde olduklarını bilmeden tabelasında “girilmez” yazan bir köy yolunda yürürler. Yardım bulmak umuduyla indikleri vadi tabanındaki “Ahret” köyünde sadece on ev vardır ve etrafta kimseyi göremezler. Ürkütücü olan ise evlerin bir anda boşaltılmış gibi duran halidir. Açık kapılar, masada kurulu sofralar, dokunulmamış gibi duran eşyalar, ölüme terk edilmiş evcil hayvanlar… Bütün evlerde asılı bir adamın portresi ve çeşitli dini kitaplar, köyün bir tür cemaate ait olduğunu işaret eder. Tedirginlikle geçen birkaç günün ardından bir garajdan buldukları cipe atlayıp bu tekinsiz vadiden çıkmayı denerler. Kar yağışı onlara yine engel olur. Yoldan çıkan cipi kurtarmak için uğraştıkları sırada Arlo bacağından ölümcül şekilde yaralanır. Köye geri dönmekten başka çareleri yoktur. Doktor olan Doug ve Maura, Arlo’ya müdahale etseler de eğer bir hastaneye götürmezlerse arkadaşlarının öleceğini anlarlar. Doug yaya olarak karlı kaplı elli kilometrelik yola koyulur.
Sevgilisi can çekişen Elaine, başından beri Doug’dan hoşlandığı için yaşadığı etik çatışmayı gruba gerilim olarak yansıtır, zira Doug’ın Maura’dan hoşlandığını hissetmiştir. Tüm bunlara Grace’in ergenlik buhranları da eklenince Maura grubu kontrol etmekte zorlanır.
Birkaç günün ardından evin dışında ayak izleri gördüklerinde ise Maura yola çıkmaya karar verir. Artık sadece yaralı Arlo’nun değil hepsinin hayatı tehlikededir. Doug’ın çoktan yardım getirmesi gerekmektedir ama anlaşılan o ki vadiden çıkmayı başaramamıştır.
Maura’nın zorlu yolculuğu, önünde kıvrılan yoldan duyulan kar küreme aracının sesiyle selamete erecekken, ensesine aldığı bir darbeyle yarıda kalır. Kendine geldiğinde elleri – ayakları bağlı, genç bir adamla köpeğinin tutsağıdır.
Tüm bunlar olup biterken çoktan Boston’a dönmesi gereken ve günlerdir telefonla ulaşılamayan Maura için endişelenen rahip Daniel, dedektif Jane Rizzoli’ye durumu anlatır. Jane, FBI ajanı kocası Gabriel’le beraber Wyoming’e gelip Maura’nın peşine düşer. Vadide bulunan kaza yapmış bir cip ve kömürleşmiş bedenler onları acı gerçekle yüzleştirir. Maura’nın cesedini alıp Boston’a dönerler.
Yüksek tempolu bir kitap
Maura ise kendisini esir alan genç adamın niyetinin kötü olmadığına ikna olma sürecindedir. Kendisine “Sıçan” (köpeğinin adı da Ayı) diyen bu genç, kar küreme aracının onları kurtarmak için değil, öldürmek için geldiğini anlatır. Radyo haberlerini dinletir, Maura kendi ölüm ilanını duyar. Peki, kimdir bu karanlık adamlar?
Bu, “Sıçan”ın da ailesinin tabi olduğu sapkın bir tarikattır ve polisleri dahi satın alacak güce sahiptir. İkili, vadide peşlerine düşenlerden kaçarken bir kulübe bulurlar, Maura Jane’i arar, hayatta olduğunu müjdeler ve halini anlatır. Artık kurtulmuştur, burada polisleri bekleyecektir. Fakat “Sıçan” polislere güvenmez ve birbirlerini ikna edemeyip yollarını ayırırlar. Yardıma gelen şerif “Sıçan”ın öngördüğü gibi “onlardandır” ve Maura’yı öldürecekken genç adam bir kez daha onu kurtarır. Maura ise kanun güçlerine dahi hükmeden bu karanlık yapının ciddiyetini nihayet anlayacaktır.
Kitabın bundan sonrasında geri dönen Jane’nin meseleyi çözeceğini, sapkın tarikatı çökerteceğini ve Maura’nın vadiden salimen kurtulacağını öngörmek zor değil. Ancak her şey bitti derken yazar bizi bir kez daha ters köşeye yatırıyor, hikâyeyi sürpriz bir sonla noktalıyor.
Kitabı okurken aklıma sık sık Jonestown ve Heaven’s Gate tarikatları geldi. Kaldı ki ilerleyen sayfalarda yazar da bu elim hadiselere gönderme yaptı. Genel olarak yüksek tempolu bu kitabı beğendim. Ancak işin içinde sapkın bir tarikat varsa, hikâye çok daha gizemli hale getirilebilirdi diye düşünüyorum. Bir de, diyaloglar yer yer inandırıcılıktan uzak geldi. Yine de böylesine çetrefilli bir kurgudan alnının akıyla çıkan yazarı kutluyor, Buz Gibi Soğuk’u polisiye severle tavsiye ediyorum. Çok satan kitapların çoğu gibi, edebi haz vermese de, peşi sıra sürüklüyor ve kendini bir çırpıda okutuyor.
Yeni yorum gönder