Kurgusu, senaryosu ve yönetmenliğiyle Stranger Things ve Mindhunter, Netflix’in epey ilgi gören iki ayrı yapımı. İçerik olarak birbirlerinden oldukça farklı olan bu iki dizi, bu yaz müşterek bir girişim sergiledi. Sevenleri için sanırım temmuz ve ağustos, seri katillerin cinayet psikolojilerini çözmek ve baş aşağı dünyanın başlangıcıyla tanışmakla geçti.
Bilim kurgunun vazgeçilmez ve biricik unsurları olan fizik ve kimyayla sarıp sarmalanarak, bizi fantastik bir dünyaya çekme konusunda oldukça başarılı olan Stranger Things, Amerika’nın Indiana eyaletine bağlı Hawkins kasabasında yaşanan bir dizi garip olayları konu ediniyor.
Yalnız atlayamayacağımız bir durum söz konusu. Her ne kadar bilim kurgu/fantastik desek de, dizinin de kitabın da yola çıkarken yanlarına aldıkları acımasız bir gerçek var: CIA onaylı MK-Ultra deneyleri! 1950’de Amerika’da başlatılan zihin kontrolüne yönelik sayısız insan üzerinde denenen acımasız yöntemlerin, 1973’te CIA Başkanı Richard Helms tarafından imha edilen araştırma belgeleri neticesinde durdurulduğu ifade edilse de, komplo teorisyenliğimi Amerika üzerinde geliştirdiğim söylenebilir. Yani romantik dille, “İnanasım gelmiyor bittiğine.’’
Şüpheci Zihinler ve Zihin Avcısı
Neyse, kitaplara dönelim… Zihin Avcısı (Mindhunter) ise, FBI ajanı John E. Douglas’ın Amerikalı yazar Mark Olshaker ile yazdıkları bir kitap. Davranış Bilimleri Birimi’nde seri katillerle –ki bu tanımı da literatüre Douglas kazandırmıştır- yaptığı uzun uzadıya röportajlar, bu gözü kara ajanı federaller içinde başarılı bir profil uzmanı yapıyor ve biz dizide izlediğimiz tüm hikâyelerden çok daha fazlasını, Douglas’ın otobiyografik anlatımlarıyla okuyabiliyoruz. Oldukça etkileyici, şaşırtıcı, zaman zaman kan dondurucu ama bence kesinlikle inanılmaz değil.
Zihin Avcısı kitabının yazarlarından biri, bizzat olayların bir yönüyle kahramanıyken Şüpheci Zihinler tarafında, bilim kurgu olmasının dışında işler biraz daha karışık. Stranger Things’in yapımcı ve yönetmen koltuğunda oturan Matt ve Ross Duffer kardeşler, mevzu kitaba geldiğinde, kalemi neden Gwenda Bond’a bırakmış bilmiyorum. Bond teşekkür yazısında, evrenlerinin böylesine önemli bir köşesini keşfe çıkma şerefini ona verdikleri için Duffer kardeşlere minnetlerini sunuyor. Ayrıca Zihin Avcısı’nda kitap diziye ilham olurken, diğer tarafta dizi, Şüpheci Zihinler’in ortaya çıkmasına zemin hazırlamış; çünkü Şüpheci Zihinler sanıldığının aksine bildiğimiz olayları anlatmıyor, bizi ekranda izlediğimiz baş aşağı dünyanın başlangıç öyküsüyle tanıştırıyor. İki kitabın benzer yönleri de yok değil.
Zihin Avcısı 20 yıl önce yazılıp güncellenmiş haliyle basıma tekrar girse de, biz kendisiyle Türkçede ilk defa karşılaşıyoruz ve bunun yanında Şüpheci Zihinler, yazarı Gwenda Bond’un Türkçeye çevrilmiş ilk eseri. Oluşum sürecindeki benzerlikler dışında içerik olan benzeyen yanlarından biri dönemsel olması ve The Rolling Stones, X-Men, The Who ve benzerlerine daha terütazeyken rastlıyor oluşumuz… Tüm bunların dışında tabii ki hiç yadırgamayacağımız bir benzerlik daha söz konusu. Her boşluktan içeri sızan FBI ve CIA! Zihin Avcısı’nın gizli başrolü ‘federal soruşturma bürosu’yken, Şüpheci Zihinler’inki ‘merkezi haber alma teşkilatı’. Şaşırdık mı, hayır.
Yeni yorum gönder