Spufford ilk romanı Altın Tepe'de 1746’da Birleşik Krallık’tan Amerika’ya elinde çok yüksek bir meblağ tutan senediyle gelen Bay Smith’in hikâyesini anlatıyor. Altın Tepe, hikâyesinin katmanları, ters köşeleri, ilginç karakterleri, gizemleri ile heyecanlı bir okuma vadediyor.
Tarihi roman sevenlere gün doğdu. Mısır piramitlerinin sırlarına doymuş, Roma lejyonlarının geçit alaylarından yeterince keyif almış, ortaçağın karanlık atmosferiyle birlikte Kilise’ye, cüzzama ve saltanat oyunlarına kandıysanız, bir de gözlerinizi Amerika’ya, devrim öncesine çevirmenin tam zamanı olabilir.
18. yüzyılda, yeni bir çağın eşiğindeki Amerika’yı, 70 bin nüfuslu Londra’ya kıyasla 7 bin nüfuslu New York kasabasını, henüz Amerikalı olmakla İngiliz olmak arasında keskin bir ayrımın oturmadığı vakitleri okumak heyecan verici olabilir. Yaratıcı yazarlık hocası Francis Spufford yıllarca başkalarının metinlerini kritik edip yazmak hakkında tüyolar verdikten sonra nihayet kendi romanını kaleme almış, 2017’de.
Altın Tepe nam bu eserinde Spufford 1746’da Birleşik Krallık’tan Amerika’ya, New York’a elinde çok yüksek bir meblağ tutan senediyle gelen Bay Smith’in hikâyesini anlatıyor. Bu hikâye Costa İlk Roman Ödülü ve Desmond ödülü gibi birçok ödüle layık görülüyor. Monokl Edebiyat da bu esere kayıtsız kalmayarak Berkan M. Şimşek’in çevirisiyle Türk okuyucuların zevkine sunuyor; ne de güzel ediyor.
Bay Smith’in talihsiz serüveni
Altın Tepe, bu gizemli, becerikli, yakışıklı Bay Smith’in kim olduğu, elindeki senedin gerçek olup olmadığı, New York’ta ne yaptığı, zengin bir züppe mi yoksa dolandırıcı mı olduğu sorularıyla okuru kendine bağlıyor. Ardından 300 sayfalık bir şölen başlıyor. Yüksek ritimli, alengirli, gizemli, ters köşeli, meraklı bir hikâye kendisini bir solukta okutturuyor. Bay Smith’in kimliğiyle başlayan gizem bütün romana yayılıyor, sonrasında da dallanıp budaklanıyor. Senedin teyit edilmesini beklerken nakit problemini çözmeye çalışması da romanın itici güçlerinden biri olarak karşımıza çıkıyor. Senedi sunduktan hemen sonra cüzdanının çalınması da işlerin üzerine tuz biber ekiyor.
Nitekim “zengin insanlar bir şeyler satmaz ya da borç istemezdi. İnsan nasıl olup da bir yandan bunun kendisi için en ufak bir önemi bile olmadığı izlenimi verirken bir yandan da para kazanabilirdi?” Manhattan yüksek sosyetesine karışan, akşamlarını valinin kâtibiyle kart oyunları oynayarak geçiren, bu pek bilmiş, güngörmüş, etkileyici ama tekinsiz Bay Smith üzerinden yabancı düşmanlığı ve muhafazakârlık temaları da işleniyor.
İyi bir romanın olmazsa olmazı aşk ya da birtakım romantik ilişkiler de başkahramanımızın gündeminde epey bir yer işgal ediyor. Karıştığı düello ve cinayetten yargılanması ile işlerin içinden çıkılmaz hale gelmesi de cabası. Diğer yandan romanın anlatıcısının kim olduğu da metnin sonuna kadar gizemini korumaya devam ediyor. Tüm bu yönleriyle Altın Tepe, eski usul canlı, hareketli, yanar döner, okuru tetikte tutan ve bir sonraki sayfayı heyecanla çevirten bir hikâye anlatıyor. Romanın bir diğer önemli hususiyeti de 18. yüzyılın New York şehrinin bizzat bir karakter olarak karşımıza çıkması. Altın Tepe Caddesi merkez olmak üzere romanın mekânı, romanın geçtiği atmosferi vermekte başlı başına bir unsur haline geliyor. Kitabın Türkçe çevirisinin arka kapağında yer alan uzunca bir paragrafı alıntılayarak yerimizi işgal, sizlerin de vaktini ve gözlerinin nurunu ziyan etmek istemem ama bu kadarcık bir tüyo vermiş olayım.
Demem o ki, müellifin döneme ve şehrin tarihine vakıf oluşu, romanın arka planında akan olayları bir belgesel titizliğinde ancak eğlenceli bir şekilde vermesini sağlıyor. Örneğin New York’un yeni bir şehir oluşu, birden çok para biriminin geçerli olması, çetelerin Katolik avlaması, şehrin İngiliz ve Hollanda kültürüyle iç içe geçmesi, ticaretin en yüksek değer haline gelişi, köleliğin halen cari olması gibi detaylar roman boyunca dikkat çekmekle kalmayıp, hikâyenin işleyişinde birer unsur haline geliyor.
Postmodern bir oyun
Romanın dikkat çeken bir başka boyutu ise, 18. yüzyıl edebiyatını taklit eden bir üslup kullanması, hatta bu üslubun parodisinin ustalıkla yapılması. Uzun, upuzun açılış paragrafı o eski romanları hatırlatırken insan bir ürpermiyor değil. Ancak bu ağdalı açılış paragrafının bir oyun olduğunu anlamak okuru rahatlatıyor. Anlatıcı 21. yüzyıldan bize seslenirken 1700’lere ait kelime ve kavramlara sözlükten baktığını itiraf ederken yahut dönemin kart oyunlarını tam da tarif edemezken postmodern bir oyuna yaslanıyor. Bu oyuna başvurmasının bir hikmeti var elbette. Bu yolla esasında romana dair önemli bir sorunu da çözüyor. Bu sayede roman 1700’lerde geçmesine rağmen dönemin bugünün okuruna uzak gelecek dil ve anlatımı yerine günümüzün dil ve ifade biçimlerini makul bir yolla kullanabilme imkânına kavuşuyor. Dönemin dili de ince bir alay nesnesi olarak varlık kazanıyor. Böylece hantal ve yapay bir yükten kendisini kurtarmayı başarıyor. Bu yönüyle tarihi kurgu yazmaya niyetli romancı veya öykücülerimize de tüyo verdiğini söylemiş olalım. Bitimsiz ve ağdalı Osmanlıcadan kurgusu lapa kalmış kötürüm bir anlatımdan bizleri muhafaza edebilir.
Hülasası, Altın Tepe, hikâyesinin katmanları, sürprizleri, ters köşeleri, ilginç karakterleri, okuru merakta bırakan gizemleri ile heyecanlı bir okuma vadediyor. Bu heyecanlı hikâyenin yanında romanın geçtiği dönem ve mekânla, bu arka planı vermedeki ince işçilik ve titizlik ile belgeselvari bir gerçekliği yakalamayı başarması Altın Tepe’nin öne çıkan özelliği. Bay Smith’in talihsizlikleri havaların serinlediği ve gecelerin uzamaya başladığı şu vakitlerde sizlere keyifli bir okuma sunacaktır.
Bendeniz kendisiyle geçirdiğim vakitten epeyce keyif aldım vesselam.
Yeni yorum gönder