Bir kitabı okuyacakken ya da bir filmi seyredecekken, itiraf edelim ödüllü olması karar verirken işimizi kolaylaştırır. Bu alanlarda da alanının en öne çıkan, başka bir ifadeyle en çok bilinen ödülleri de Oscar ve Nobel…
Konumuz edebiyat ve aylardan da ekim olduğuna göre Oscar’ı başka bir zaman konuşmak üzere Nobel’den bahsedelim biraz. Hem geçen yılki cinsel taciz ve ödüllerin isimlerini sızdırma skandallarından sonra 2018 ve 2019’un ödülleri bu yıl birlikte açıklanacak.
Sanılanın aksine bu prestijli ödül hakkında bilinen şeylerin az olduğunu konuştuğun kişilerden anlayabilirsin! Yüz yıldan fazla bir süredir verilmesine rağmen hâlâ bilinenlerin bilinmeyenlere oranla daha az olması, seçim tercihlerinin neye göre yapıldığının bilinmemesi olarak düşünülebilirse de asıl bilinmesi gereken temel şeylerin bile bilinmiyor olması akla ‘bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak’ deyimini getiriyor! Örneğin Nobel Edebiyat Ödülü kitaba değil yazara veriliyor ama yine bilinenin aksine barış ödülü aldığı sanılan Churchill’e, özellikle büyük edebi değer taşıyan otobiyografisinden ötürü 1953 Nobel Edebiyat Ödülü verilmiştir, nokta!
Dinamiti bulan İsveçli kimyager ve mucit Alfred Bernard Nobel, patentini aldığı bu icadı sayesinde 20 ülkede 90 şirket aracılığı ile patlayıcı ve silah şirketleri kurmuş. Birçok ülkenin patlayıcı ihtiyacını karşılamaya başlamış ve büyük bir servetin sahibi olmuş. Ancak kendisine yönelik yapılan “ölüm taciri”, “insanları hızla öldürmenin yolunu bularak zengin oldu” şeklindeki haberler nedeniyle hayatının son yıllarında büyük üzüntü ve acılar yaşamış. Aslında barış yanlısı ve dünya barışı için çaba sarf etmekteymiş ki dinamiti de savaşları bitireceğini düşünerek icat ettiği söylenmektedir. Ama tabii “bu kadar ‘saf’, demeyeceğim ‘temiz’ düşünce sahibi biri onca ülkede patlayıcı ve silah şirketi mi kurardı?” diyerek bu konuyu başka bir yazıda ele alabilmek ümidiyle şimdilik geçelim! Kardeşi Ludvig’in ölümü üzerine kendisini onunla karıştırarak gazetelerde “ölüm taciri öldü” minvalinde atılan başlıkları görünce, gelecekte kendisinin ‘nasıl hatırlanacağı’ üzerine duyduğu üzüntüden kaynaklı 27 Kasım 1895’te ele aldığı vasiyeti işte bu ödüllerin ortaya çıkmasını sağlamış.
İcadı aracılığı ile dolaylı olarak kazandığı servetinin insanlığa hizmet edenlere dağıtılmasını istediği vasiyetinden yaklaşık 1 yıl sonra 10 Aralık 1896 tarihinde beyin kanaması geçirerek İtalya’nın San Remo kentinde hayata gözlerini yummuş. Vasiyeti, 30 Aralık 1896 tarihinde açıklanmış. Ölümünden 5 yıl sonra da Nobel Ödülleri verilmeye başlanmış. O dönemdeki servetinin günümüz değerinin 180 milyon avro civarı olduğu belirtiliyor. Servetinin faizi, her yıl Nobel Ödülü bünyesinde para ödülü olarak dağıtılıyor. Para ödülü, her yıl faiz oranlarına göre değişiyor. Ama yaklaşık olarak 9 milyon isveç kronu olduğu söylenebilir ki gayet iyi bir para!
Her yıl insanlığa en büyük hizmeti yapanlara, milliyet ayırmadan verilmesi vasiyet edilen ödül fizik, kimya, tıp veya fizyoloji, edebiyat, ekonomi ve barış alanlarında veriliyor. İlk ödüller, 1901 yılında verildi. 1968 yılına kadar ekonomi hariç 5 dalda ödül veriliyordu. 1968 yılında ekonomi dalında da verilmesi kararlaştırıldı. Her bir ödülün veriliş hikâyesi farklı olmakla birlikte konumuz edebiyat olduğu için Nobel Edebiyat Ödülü’nden bahsetmek sanırım daha doğru olacaktır.
Edebiyat ödülü İsveç Akademisi’ndeki Nobel Edebiyat Komitesi tarafından seçiliyor ki 2019 yılında bu ekipte 4 kişi bulunuyor. Şu ana kadar bu edebiyat ödülünü Türkiye’den alan tek kişi olan Orhan Pamuk’tan önce ve sonra diye de belki ikiye ayırmak lazım ki zira ‘ona salla buna salla’ ile bu ödülün alındığını düşünen ciddi bir kesim yaratmıştır, peh! Seversiniz sevmezsiniz ama adamlar bununla ilgili kısa kısa neden verildiği hakkında da açıklamalar yapmalarına rağmen hemen her şeyde olduğu gibi yine dinlemeden anlamaya çalışmadan… Neyse… Herhalde üzerinde en çok tartışılan bir diğer isim de Bob Dylan oldu. “Şarkı söyleyen şair” diye de bilinen tuvalet kâğıtlarına şiirler yazan sanatçının bu ödülü alması sanırım şiirlerini hiç okumamışlar tarafından ‘ödül popçuya da verildiyse, yok artık’ seviyesine çekildi: “Susmak kabullenmek değil, cevaptır. Eğer insan kısa cümleler kuruyorsa, uzun yorgunlukları vardır.” Şiirler / Bob Dylan
Şurada 10 kişi oturup bu yılın dünyadaki en önemli 10 yazarını seçmeye kalksak birbirinden farklı 10 ayrı liste oluşacağını görmezden gelerek yapıyoruz eleştirilerimizi… 50 yıl boyunca adayların açıklanmaması kuralının uygulandığı ödülde öne sürülen isimlerden de ‘buna da nasıl verilmez’i tartışıyoruz, sanki aday olup olmadığını bilir gibi!
Okuduğumuz kadar değil miyiz? Ne kadar okuyoruz ya da ne kadarını okuyoruz? Okuduğumuz gerçekten değerlendirebiliyor muyuz? Hepimiz aynı yeterlilikte miyiz? Sahi, “mutlaka bunu oku!” derken karşımızdakinin yeterliliğini mi dikkate alarak söylüyoruz bunu ya da “ben bunu okuyacak kadar kapasiteliyim” demek için mi? Bunu düşünelim, evet!
bir varmış:
“Bir insanın uyandırdığı her etki ona yeni düşmanlar kazandırır. Herkesçe sevilmek istiyorsanız sıradan olunuz.”
Dorian Gray’in Portresi / Oscar Wilde (16 Ekim 1854 - 30 Kasım 1900)
bir yokmuş:
“Sen gel beni dinle, günlerimiz heba olmasın. Yorgun başımı göğsünde emniyette bileyim; Artık taslarımız ayrı çeşmelerden dolmasın.”
35 Yaş (Serenad) / Cahit Sıtkı Tarancı
(4 Ekim 1910 - 13 Ekim 1956)
Birinci Kıyamet – Güneşin Battığı Yer
İçinde bulunduğumuz ekim ayında raflarda yerini alacak kitap dünyaca ünlü boksörümüz Sabri Mahir’in hayat hikâyesinden esinlenerek yazılmış bir roman. Anlatım dili çok sade ve sürükleyici... İçinde tarihi olaylara yer verilirken, yazar dönemin fotoğrafını çekiyor ve bunu da okuyucusuna çok güzel anlatıyor.
1900’lü yılların başlarında geçen kitapta Sakallı Celal’den Tevfik Fikret’e kadar dönemin birçok önemli ismine rastlıyorsunuz. Galatasaray’ın renklerini alışından köpeklerin toplatıldığı, Fransızlarla yapıldığı söylenen anlaşmaya kadar çok ilgi çekici detaylar bulunuyor.
Ve tabii Sabri Mahir… Hayat insanları nereden nereye sürüklüyor... Önce futbolcu, sonra boksör… Dünyanın önünde saygıyla eğildiği, “Korkunç Türk!” diye isim takılan… Bir boksörün yaşamı değil anlatılan, az bilinen / bilinmeyen ama mutlaka hatırlanması gereken tarihi bir ismin resmigeçidi!
Birinci Kıyamet – Güneşin Battığı Yer, Buğra Gülsoy tarafından yazılan ve İnkılap Kitabevi’nden çıkan kitap…
“Önce dünyaya atıldım, sonra da dünyadan. Zamanıma ait karanlık bir yolculuğa çıkmak zorunda kalan ve bir insanın asla şahit olmaması gereken şeylere tanık olan ben, tüm kıyametlerin nedeni oldum. Bütün zaman benim yüzümden çöktü!”
“Ben ne şöhret peşinde koşmak istiyordum ne de gayem bir boksör olarak dünyayı gezerek dövüşler yapmaktı. Boks benim için sadece hayalime ulaşmakta kullandığım bir araçtı, hepsi o kadar.”
Gerisi… Al, oku, dünyanı değiştir!
Yeni yorum gönder