Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Dosya


Dosya

Tevfik Fikret'in ardından...




Toplam oy: 919
Tevfik Fikret, dünyadan ayrılalı 100 sene oldu. Ancak bu sürede değerinden hiçbir şey kaybetmedi.

Galatasaray Lisesi’nin öğrencileri Tevfik Fikret efsaneleriyle büyür. Mektebin en yüksek ortalamasını o yapmıştır. Ondan sonra hiç kimse 5,0 ortalamaya ulaşamamıştır. Kendisini büyük kapıya zincirleyen yine odur. Hatta biraz zorlarsanız Charles de Gaulle’den nişan aldığını bile duyabilirsiniz, ki Charles de Gaulle lisede Tevfik Fikret’ten onlarca yıl sonra bulunmuştur. Kimi gerçek kimi uydurma olan bütün bu efsaneleri dinlerken, bir yandan da planını bizzat çizdiği tiyatro salonuna, Tevfik Fikret Salonu’na girer çıkarsınız. Salona giden koridorda gözleriyle sizi takip eden bir portresi de bulunur. İlginçtir ki bu aynı tiyatro salonu, lisedeki müdürlük görevinden ayrılmasının en önemli nedenlerinden de biridir. Tevfik Fikret, o yıllarda salon için ödenek alamamış, hükümetten bir türlü alamadığı paralar onu istifaya sürüklemiştir. Bu istifa sonrasındaysa öğrenciler okulu bırakmış, Taksim’de günlerce süren ve Türkiye tarihinin ilk öğrenci boykotlarından biri kabul edilen ayaklanma meydana gelmiştir.

 

Asıl adı Mehmed Tevfik olan şair, gençliğinde, her göreni etkileyen karizmatik, sevimli, güleryüzlü ve yakışıklı bir insanken, zamanla aksileştiği, içine kapandığı söylenir. Servet-i Fünun’un bir bilim dergisinden edebiyat dergisine dönüşmesinde, bu derginin Türkçe edebiyatın dönüm noktalarından biri haline gelmesinde önemli bir rol oynamıştı. Sadece bir edebiyatçı değil, aynı zamanda bir ressam, bir mimar, bir eğitim insanıydı. Mimari eserlerinden en önemlisi, Farsçada kuş yuvası anlamına gelen Aşiyan’daki eviydi. Bu evin planını çizmekle kalmamış, bahçenin her santimetresine de emek vermişti. Gözü gibi baktığı bu evi tamamlaması finansal meseleler yüzünden beklediğinden uzun sürünce, Fikret evinde sadece on sene yaşayabilmiş, 1915’te yaşamını yitirmişti. Büyük ustanın tek mimari eseri elbette ki Aşiyan’daki evi değildi. Kendisi de bir Edebiyat-ı Cedideci olan Ali Ekrem Bolayır’ın babasının türbesinin planını da o çizmişti. Günümüzde müzeye dönüştürülmüş Aşiyan’daki evinde, Fikret’in tablolarından bazılarını görmek de mümkün. Şüphesiz bunlar içinde en ünlü olanı Abdülhamit İstanbul’una eleştiriler yağdırdığı Sis şiirinden esinlenen, aynı isimli yağlıboya tablosudur. İnsan aklına, düşünmeye sonsuz önem veren usta, Sokrat’a olan hayranlığı nedeniyle mutfağının denize bakan yüzündeki bir pencereyi “Sokrat’ın penceresi” olarak adlandırmıştı.

 

 

Tevfik Fikret’i çağdaşlarından ayıran en önemli özelliği yönetime başkaldırmaktan çekinmemesi ve doğru bildiği yoldan asla vazgeçmemesiydi. Bu yolda yalnız kalmak pahasına ödün vermedi. 1899’da Robert Kolej’de yapılan bir davete eşiyle katılınca tutuklandı. Kadın erkek eşitliğini sık sık vurgulayan Fikret, kız çocuklarının okutulmasının önemini de dile getirmekten çekinmiyordu. Fikret, toplumun şairleri sefil, bohem ve umursamaz gördüğü bir çağda şık giyimiyle de öne çıkıyordu. Hatta evde, Tolstoy’dan ilham alarak tasarladığı dik yakalı, omuzdan düğmeli gömlekler giyiyordu. Ayrıca ilk defa, eşi Nazime Hanım’ın giydiği bir kadın çarşafı da icat etti. Bu çarşaf arkadaki iğnenin çözülmesiyle bir tayyöre dönüşen ve bu pratikliği nedeniyle İstanbul’un şık muhitlerinde çok beğenilen bir modeldi.

 

Her şey hakkında şikayet etmeyi çok seven ünlü şairin bu özelliğinden şiirleri de nasibini alıyordu şüphesiz. Öyle ki şair yazdıktan sonra, bir süre şiirlerini görmek istemiyordu. Aruzla yazdığı şiirlerin başkaları tarafından okunduklarında yeterince etkileyici olmayacağını, okuyucunun asla doğru okuma tonuna ulaşamayacağını düşünüyordu (Bir de Mihri Hanım’ın okumasını beğeniyordu). 

 

Tevfik Fikret çağının ötesinde bir şairdi. Bilime, düşünceye, edebiyata, kadınlara, eşitliğe ve daha nice pozitif değere verdiği önemle kendisinden sonra gelen kuşaklara da ilham verdi. Fikret, dünyadan ayrılalı 100 sene oldu. Ancak bu sürede değerinden hiçbir şey kaybetmedi. Ve tam 100 sene sonra, bu karanlık günlerde, umutla, hâlâ Fikret’in vaadettiği o sabahı beklemekteyiz.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Dosya Yazıları

Günlük yaşantıdaki kurallar çoğu zaman, yazılan eserler için de geçerlidir. Zorla gerçekleşen, kendine biçilen rolden fazlası istenen veya aşırıya kaçan her şey güzelliğini yitirir. Şair Eyyüp Akyüz, son kitabı Eskiden Buralar’da, adeta bu bilginin ışığında şiirlerini uzun tutmadan bitiriyor ve akılda kalan mısraları bize yadigâr kalıyor.

 

-Kimsin?

-Anneannemin torunuyum.

 

Divan Edebiyatı, sahibi meçhul bir kavram. Her halükârda 20. yüzyılın başında ortaya çıktığı konusunda bir tartışma yok. İskoçyalı oryantalist Elias John Wilkinson Gibb’in 1900 yılında yayınlanan Osmanlı Şiiri Tarihi kitabında bu kavrama hiç yer verilmez. Hepsi batılılaşma döneminde düşünülen isim alternatiflerinden biridir “Divan Edebiyatı”.

Arap coğrafyasında üretilen roman, öykü ve şiirler son yıllarda edebiyat gündeminde karşılık buluyor. Avrupa başta olmak üzere Batı’da düzenlenen büyük ve uluslararası kitap fuarlarındaki temsiliyetin güçlenmesi, en yeni eserlerin prestijli birçok ödüle değer görülmesinin bu ilgideki payı büyük elbette. Batı’nın doğuyu gördüğü “egzotik göz”le romantize edilemeyecek bir yükseliş bu.

Yirminci yüzyıl başlarında İngiltere genelinde Müslümanlara yönelik hasmane tavırlar öne çıkarken, İslam’ı seçenlerin sayısında da gözle görülür bir artış söz konusudur. İslam’la müşerref olan bu şahsiyetler, yeri geldiğinde İslam dünyasının savunucuları olarak da önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.