Kitabı ilk gördüğümde, müstear gibi gelmişti bana 1984 doğumlu yazarının adı. Farklı yetenekleri ve uğraşları olan Dilşad Çelebi, epeyce ünlüymüş meğer. Bilgisayar bilimleri eğitimi gördüğü üniversite yıllarında “Bekir, Tekir ve Kuyruklar” başlıklı 80 bölümlük bir çizgi filme imza atmış. Birçok reklam filminde ve dizide oynamış. Çocuk kitabı serisi var. İTÜ’de işletme alanında yüksek lisans yapmış, ardından doktoraya başlamış. Dizi setlerinde verilen aralarda, araştırmaya ve yazmaya devam ettiği belirtilmiş biyografisinde. Birkaç ay önce, sözleri kendisine, bestesi müzisyen eşi Samet Evci’ye ait “Bir Düş Bırak” adlı ilk “single”ını müzikseverlerin beğenisine sunmuş. Tiyatroculuğu da var.
Sahici ve etkili bir atmosfer
Doğrusunu söylemek gerekirse kitabı elime aldığımda endişeli hatta umutsuzdum. Girişte, adının hemen altında “İlk Kadın Komutanın Hikâyesi” alt başlığı yer alıyordu ki ben -çok önemli bir konusu ya da kahramanı yoksa- geçmişi bir asrı bile bulmayan “komutan” kelimesinin yer aldığı bir tarihî romanı okumam. Yaklaşık otuz asır öncesini anlatan bir romanda fazlasıyla iğreti, yakışıksız duran başka kelime ve ifadeler de var elbette. İlk bakışta gözüme çarpan “konuşlanmak, pastoral, teori, egemenlik, kültür, kür hazırlamak, pozisyon, dram, kitle hareketleri, küvet, volta atmak, minyon, plan, romantik, numara yapmak, kamp, koridor, bonkör, rol, akustik, trans, vücut çalışmak, kriz, envanter dökümü, idman, birey, utku, komik..” bunlardan bazıları. Dil ve anlatım yönünden belki de en önemli sıkıntı, olup bitenin kitap boyunca başkahramanın gözünden verilmesi, Tomris’in ağzından sunulması. Uyumun, denkliğin kaybedilmesine yol açan bir tercih bu, ciddi bir risk! Üstelik anlatmaya başladığında dokuz çadırlık bir köyde yaşayan 13 yaşında bir çocukla karşı karşıyayız. Romanın en az yarısı, bu yaş dilimi esas alınarak kuruluyor ki yaş ile gözlemleme, kavrama ve aktarma arasındaki uçurum bizi epeyce tedirgin ediyor. İlk bölümlerde Tomris’ten çok -ileride Büyük Kiros adıyla tozu dumana katacak- Takmas’ın öne çıkması da bu sıkıntının bir parçası olarak zikredilebilir. Konu merakımızı kamçıladığı, anlatım da canlılığını yitirmediği için bu zaafları aşmakta, mücadelenin akışına kendimizi kaptırmakta fazla zorlanmıyoruz yine de. Böyle tartışmalı tarafları, noksanları, handikapları olsa da geneli itibariyle zevk ve ilgiyle okunan bir roman Tomris. Tamamı göz önünde bulundurulduğunda, arkaik sözlere de uydurukça denebilecek bir dil dağarına da epeyce mesafeli. Birçok romanda karşımıza çıkan cinsellik ya da ırkçılık batağına düşmemesi de ayrıca sevindirici. Pespaye bir romantizm de yok kitapta, süblime etmeye dönük zorlamalar da. Retrospektif bir feminizm gayreti mi var peki? Kitap, kısa giriş yazısında “tüm kahraman kadınlar”a ithaf edilse ve merkezinde bir kadının çok yönlü mücadelesi yer alsa da böyle bir niteleme de haksızlık olur. Her okuyucu farklı bir yoruma ulaşabilir fakat bütünü düşünüldüğünde ideolojik yönden bagajsız, kılçıksız, etiketsiz bir roman olduğu söylenebilir.
Evet. Tarihe mal olmuş, dahası bir şekilde onun akışını değiştirmiş kişileri anlatan romanlardaki o abartmaya şartlanan tutumun tuzaklarından kaçınan bir edebî güzergâh, sürprizlerle gövdeleşen farklı bir yol bilgisi var kitapta. Mekânı önce fazlasıyla minimize ederek, vaka zamanını yatay fakat sıçramalı bir akışa yaslayarak, şahıs kadrosunu mitolojiden ve eski vakanüvis cerbezesinden olabildiğince arındırıp doğallaştırarak başlıyor anlatmaya Dilşad Çelebi. Böylelikle, tarihî romanı uçuk kaçık kişi ve olayların boca edildiği bir serüven tomarı gibi gören ya da milliyetçi histerinin peyderpey azdırılmasından hoşlanan okuyucu için pek cezbedici olmasa da, sahici ve etkili bir atmosfer kazandırıyor hikâyesine.
Dünyanın derdiyle uğraşıyor Tomris
Çok sayıda parça içermekle birlikte “Büyümek”, “Dünya isimli salıncak” ve “Yarık” başlıklarını taşıyan üç ana bölümden oluşuyor roman. MÖ VI. yüzyıla gidiyoruz önce. Karadeniz’in kuzeyinde, Hazar ile Karadeniz arasında kalan sekiz on çadırlık küçük bir köyde açılıyor sahne. Medlerin zamanı; ülkeyi Med kralı Astyages yönetiyor. On üç yaşındaki Tomris, aybaşı olduğunu anlayıp hatunluğa adım attığı günlerde, Mitradates adlı bir çobanla Spako adlı köylü bir kadının çocuğu olarak bilinen on beşindeki Takmas’a hayranlıkla karışık bir aşk besliyor. Köydeki bir oyunla ilgili bir şikâyet üzerine, çoban babasıyla birlikte Kral Astyages’in huzuruna çıkarılıyor. Tarihin tekeri orada bir süreliğine durduktan sonra farklı bir istikamette yeniden dönmeye başlıyor. Hâl ve hareketleri daima farklı olan, küçüklüğünden beri kendisinde bir sıra dışılık sezilen Takmas; bu esnada, Kral’ın torunu olduğunu öğreniyor. Astyages, bazı kıssa ve efsanelerde de karşımıza çıkan rüya bildirimi ve kâhinlerinin yorumuyla, aşağı tabakadan Kambyses adlı bir Pers’le evlendirdiği kızı Mandane’den doğacak bir oğlanın saltanatını yıkacağını düşünüyor. Onları saraydan uzak bir köye yerleştiriyor önce. Ardından, kızının Kyros adını vermeyi düşündüğü çocuk doğunca, onu öldürmesi için akrabası, sırdaşı ve başgenerali Harpagos’u görevlendiriyor.
Çocuğu kendi elleriyle öldürmekten son anda vazgeçen Harpagos, Mitradates adlı çobana veriyor bu işi. Kadim zamanlarda, tesadüf kıtlığı mı olur? Tam o günlerde karısı Spako’nun doğurduğu çocuğun öldüğünü gören bu çoban, Harpagos’a öldürme işini hâllettiğini söyleyerek kendi öz oğlunun cesedini teslim ediyor, diğerini de kimselere çaktırmadan gerçek evladı gibi büyütüyor…
Buraya kadar anlattıklarımız, romanın neredeyse üçte ikisini oluşturuyor. 15 yaşına gelinceye kadar dünyanın derdiyle uğraşıyor yani Tomris. Tarihçilerin aktardığı asıl hikâye, yazarın kurguladığı bu geniş arka planın gölgesinde kalıyormuş gibi geliyor insana. Olayların akışı içinde, yakınmak pek aklımıza gelmese de periferi, merkezi sımsıkı kuşatıyor bir yerde; girizgâh, asıl mevzuya galebe çalıyor.
Zaman adımlarını sıklaştırıyor
Zaman adımlarını sıklaştırmakta hâlâ gevşek davransa da coğrafya değişiyor artık. Hikâyeye şahıs ikmali yapan toplum değişiyor. Gerilim ve çatışmanın hem istikameti hem de gerekçesi değişiyor. Büyük bir aşkın ve özlemin nesnesi hâline gelen Takmas geri çekiliyor yavaş yavaş, sahne boylu boyunca Tomris’e kalıyor. İstemeyerek de olsa göçebe Massagetlerin genç, kibar ve sevilen hükümdarıyla evlenen Tomris, yazarın sürekli çeşitlendirdiği ayrıntılar, ritüeller, alışkanlıklar eşliğinde yeni mekân ve zaman çevrimine adaptasyonunu tamamlıyor. Bugünden baktığımızda, ilkel bir sezaryen olarak niteleyeceğimiz zorlu bir doğumla, Aspargis adını koyduğu bir oğul veriyor kocasına. Hazar kıyısında fok avlamayı ve Kafkas dağlarında yaşamayı öğreniyor. Dillerini biliyor zaten; zira ana babası bu ülkeden göçmüştür Medlerin yönetimindeki Karadeniz kıyısındaki o köye. Bize inandırıcılığı zayıf gelse de kızlarına ayrıldıkları ülkenin hem dilini hem de âdetlerini öğretip belletmişlerdir. Çocuğunu büyütürken çoğunluğu kadınlardan oluşan bir askerî birlik de kuruyor Tomris; onları ata binme ve dövüşme konusunda eğitiyor. “Barış içinde yaşıyoruz, kimseyle bir derdimiz yok; böyle şeylere ne gerek var?” diyenlere bu güzel günlerin biteceğini, savaşın kapıya dayanacağını ima eden cevaplar veriyor...
İdeolojik merkezli bazı beklentileri boşa çıkaracak olsa da onca işinin arasında ilgiyle okunan, güzel tasvir ve buluşlarla süslenen önemli bir tarihî romana imza atmış Dilşad Çelebi. Bu alanda, bu türde yazmaya devam edecek mi bakalım?
Yeni yorum gönder