Oyunlar filmlere, filmler dizilere, klasikler yenilere, yabancılar yerliye, romanlar dizilere, hikayeler, çizgiler, şarkılar, gazete haberleri vb her şey başka bir şeye uyarlanıyor. Birçoğu çöp olarak, hafızamıza uğramadan silinip yok oluyor, bir kısmı ise uyarlandığı eserin hakkını veriyor; kimi zaman aslını da aşıyor. Jim Jarmusch’un dediği gibi, hiçbir şey orijinal değildir ama ticari zekanın dahil olduğu şeylerin -çoğunlukla- içinin boşaldığı da bir başka gerçek. Dahası neyin uyarlama, esinlenme ya da çalıntı olduğu da karışmış vaziyette. Teknik ayrımın dışında örnekler üzerinden bir değerlendirmeye gidilmesine ihtiyaç duyulduğu açık. Öte yandan bu çağda uyarlamanın “adapte etmek, çevirmek, dönüştürmek”ten çok daha fazlasını karşıladığını söylemek mümkün. X, Y’den uyarlandı dendiğinde X’in hikayesinin kağıt üzerinde Y’ye benzemesi yetiyor artık. İşin ilginç tarafı roman uyarlamalarında sürekli karşılaştığımız kitap-film kıyaslamalarına çizgi romanda –çok ciddiye alınmadığından olabilir– pek rastlamıyoruz.
Halbuki her ay en az bir çizgi roman uyarlaması izliyoruz. 2000’lerle birlikte yükselişe geçen ve her geçen yıl beyazperdedeki üretimini katlayarak artıran çizgi roman sektörü, özellikle Amerikan sinemasının hikaye konusunda birkaç ana kaynağından biri haline gelmiş durumda. Tüm zamanların en fazla hasılat yapan filmlerine baktığımızda ilk 50’de 10 çizgi roman uyarlaması olduğunu görüyoruz. Birkaç istisna dışında Marvel’ın başını çektiği bu uyarlamaların büyük hasılatlar için garanti proje olarak görüldüğünü söylemeye bile gerek yok. Tabii, nicelik kadar nitelik anlamında da büyük değişiklikler var. Alan Moore, Frank Miller gibi isimlerin çizgi romanda yaptığını sinemada başarmaya çalışan yönetmenler sayesinde çizgi roman uyarlamalarının yüz değiştirdiği bilinen bir şey. Çok eskiye gitmeye gerek yok, 90’lardaki Roket Adam (The Rocketeer), Tank Girl, Maske (The Mask) gibi naif işleri ya da Yargıç Dredd (Judge Dredd) gibi aslına ihanet uyarlamaları yahut uyarlama nasıl olmaz konusunda bir ders olan Joel Schuamecher’in ucuz Batman filmlerini düşününce ne yalan söyleyelim yıl değil çağlar atlamış gibi hissediyoruz.
2000 yılından sonra ise büyük bütçeli çizgili yapımlar sahne almaya başlarken diğer yandan Hayalet Dünya (Ghost World), Görkemli Hayatım (American Splendor) gibi Amerikan bağımsızlarıyla, bilmeseniz çizgi roman uyarlaması olduğunu anlayamayacağınız Şiddetin Tarihçesi (A History of Violence), Azap Yolu (Road of Perdition), İhtiyar Delikanlı (Oldboy), Günah Şehri (Sin City) gibi manga, grafik roman ve çizgi roman uyarlamalarıyla birlikte işin çehresi değişmeye başladı. Christopher Nolan’ın yeni Batman serisinin başına geçmesiyle ise çizgiler ilk kez beyazperdeye daha derin, gerçek, varoluşçu ve olması gerektiği kadar karanlık bir şekilde geldi.
Kısa zamanda fazla üretim
Peki, çizgi roman uyarlamalarına uyarlama olarak bakmak mümkün mü? Perdeye gelen “ürünler’’in -genellikle- bir uyarlama olmadığını düşünürsek olumlu cevap vermek zor. Bu tür uyarlamalarda sadece kahramanın ismi ve kendisi yer alıyor. (Çizgi romanın bir kitap ya da kitaplar dizisinden çok daha fazla hikayeye sahip olması bir şey değiştirmiyor.) Genel olarak ana hikayenin kendisi, kötü/düşman karakterleri transfer ediliyor ama çizgi romanın ruhu, yaratılan dünyanın parçaları, hikayenin kurgusu, ayrıntıları atlanıyor maalesef. Kısa zamanda fazla üretim, Hollywood mantığı ve gişe hesapları bunu gerektiriyor. Bu durum işin dümenini elinde bulunduran Marvel ve DC Comics’in çok önemsediği bir konu değil zaten; yapım şirketleriyle birlikte mutluluğun resmini çiziyorlar çünkü. Okurların gözü gibi baktığı çizgi romanların çoğunu izleyicinin zekasına hakaret eden bir öyküyle, göz boyama efektlerle satmaya devam ediyorlar.
Yukarıda adı geçen örneklerin dışında, bir elin parmaklarını geçmese de, aksini kanıtlayan uyarlamalar da var. Bryan Singer’ın ilk iki mutant hikayesi (X-Men ve X-Men 2) ve Ang Lee’nin Hulk’u çizgi romanın dünyasını hem hikaye bazında hem de biçimsel anlamda aktarmak konusunda başarılı örneklerden. Karakterler doğru bir şekilde ete kemiğe bürünüyor, sağlam dramatik yapının içinde çizgilerde olduğu gibi var oluyor perdede. Bir diğer örnek ise V for Vendetta; –yaratıcısı Alan Moore’un çok hoşuna gitmese de– çizgi romanın sert dilini, yıkıcı öyküsünü oldukça etkileyici bir şekilde aktarmayı başarıyor.
Ve tekrar Batman’e dönersek... Nolan’ın Batman Başlıyor (Batman Begins) ve Kara Şövalye’si (The Dark Knight) yapımcılara yüklüce para kazandırmasının yanında büyük bütçeli gerçek bir uyarlamanın mümkünatını da gösterdi. Bruce Wayne’nin psikolojisine, korkularına ve karanlığına odaklanan iki film, iyilik-kötülük meselesine tersten bakıyor, Gotham üzerinden toplumsal ahlak meselesini masaya yatırıyor. Üstelik bunu Batman değil, Joker üzerinden yapıyor. Batman: Year One başta olmak üzere Kara Şövalye’nin başlangıcını hikayeleştiren çizgi romanları temel aldığı ve o hikayelerdeki atmosferi, melankoliyi ve hikaye kurgusunu hakkıyla uyarlayabildiği için Nolan’ın filmleri “çizgi roman uyarlaması” olarak tanımlanmayı hak ediyor. Ve, birçok “uyarlama”nın “çocuklara balon” demekten öteye gidemediğini de gösteriyor.
Yeni yorum gönder