Geçtiğimiz haftalarda Paris’in izlenimci koleksiyonuyla ünlü Musée d’Orsay, Antonin Artaud’un Van Gogh: Toplumun İntihar Ettirdiği kitabından yola çıkarak yazar ile ressamı, Artaud ile Van Gogh’u, intihar konusunda buluşturdu. Her iki sanatçının ölüm hikayeleri temelinde oluşturulmuş sergi, bir yandan da resim ile edebiyatı bir araya getirişiyle büyük ilgi odağıydı. Artaud’nun resim sevgisi ile Van Gogh’un edebiyat tutkusu! Sergiyi gezerken Van Gogh’un kitapla ilişkisi çok ilgimi çekti. Çağının edebiyat akımlarını, ölümle ilgili düşüncelerini, heyecanını ve daha birçok konuyu kitaplar aracılığıyla tablolarına taşıdığını fark ettim.
Van Gogh 1876 Noel’inde İngiltere’deki işinden ayrılmış, Hollanda’daki evine, Dordrecht’e dönmüştü. Burada bir kitapçıda iş buldu. Kitap satmak değil, kitaplar arasında olmak hoşuna gidiyordu. Altı ay süren bu işinde vaktinin büyük kısmını şiir okuyarak, çeviri yaparak ama en çok da İncil’den bölümleri Fransızca ve İngilizceye çevirerek geçiriyordu. İlk mesleğini de böylece bulduğunu düşündü, papaz olacaktı. Çağrı ona İncil okurken gelmişti, kitap handiyse onu kucaklamış, etkisi altına almıştı.
Kitaplara genel anlamda çok düşkündü Van Gogh; kardeşi Theo’ya bir mektupta okumanın varlığı için ne denli zorunlu olduğunu ifade etmek için, “Benim için okumak, ekmek yemeyi istemekten farksız,” diye yazmıştı. Okula başlamadan önce, küçük yaşta, kendi başına okumayı söktü; genç yaşında Flamanca dışında Fransızca, Almanca ve İngilizce okuyup yazacak düzeyde dört dile hâkimdi. En çok roman okuyordu ama tiyatro, şiir, öykü, tarih kitapları, biyografiler ve hatta o günlerde moda olmaya başlayan rehberlik kitaplarını, içindeki açlığı doldurmak istercesine yutuyordu. Van Gogh yaptığı her şeye büyük bir tutkuyla sarılan, kolayca saplantı haline getiren ruhsal yapısıyla tutunmuştu kitaplara ve bu tutku ölümüne dek sürdü.
O yıllarda gerek duyduğu ruhsal desteği dinde bulamadı, sanata yönelmesi en doğrusuydu. Babasıyla din konusunda çok tartışırlardı, bu yüzden babasının ölümü ardından onun İncil’inin resmini yaptı. Eski ustaların, özellikle Rembrandt’ın tarzında, siyahın hâkim olduğu resimde, dinin hayatındaki temel yerini sorguluyordu. Sönmüş mum babasının ölümünü, hayatın geçiciliğini simgeler şekilde kitapların yanında yerini almıştı fakat bu resme asıl önemini veren obje, İncil’in önünde duran ciltsiz sarı kapaklı romandı. Émile Zola’nın Yaşama Sevinci ölüm korkularını geride bırakmak isteyen, onun yerine yaşam sevincini koyan sanatçının direncini gösteriyordu.
Kardeşi Theo’ya bir başka mektupta, Pierre Puvis de Chavannes’nin kitap okuyan adam tablosu karşısında çok heyecanlandığını yazmıştı. Bu tabloda sanatçıyı asıl etkileyen şey okunan kitabın sarı kapağıydı. Sarı, yalnızca Van Gogh’un sevdiği ekin tarlalarının ve ayçiçeklerinin rengi olduğu için değil, aynı zamanda o yıllarda Fransa’da yayımlanan modern romanların rengi olduğu için ressamın zihninde güncelliği ve çağdaşlığı simgeliyordu. Natürmort tablolarındaki kitapları sarı kapaklarıyla resmediyor ve böylece yeni roman akımına duyduğu heyecanı da anlatmış oluyordu.
Van Gogh öylesine büyük bir tutku ile okuyordu ki, bir yazarı okumaya başladığında yazarın tüm eserlerini inanılmaz bir hızda, peş peşe okumayı seviyordu. En sevdiği yazarların başında Zola geliyordu; Yaşama Sevinci kitabını çok sayıda tablosunda kullanmıştı ama Zola’dan başka, Balzac, Goethe, Shakespeare, Dickens ve Eliot gibi yazarları okuduğunu, eserlerden bölümleri ve şiir dizelerini defterine geçirdiğini, bir dilden diğerine çevirdiğini biliyoruz.
Sarı kapaklı kitaplar
Şimdi Van Gogh’un sarı kapaklı kitaplarına baktığımızda bir yandan da 19. yüzyılda değişen okuma alışkanlığının izlerini görüyoruz. Bu çağda artık nüfusun büyük bir kısmı okur-yazardı. Ayrıca kadınlar da laik eğitimden faydalanmaya başlamıştı. Bu dönemde çok sayıda kitap okuyan kadın resmi görürüz; aşk ve macera romanları kadınların gözdesiydi. Özellikle Van Gogh’un natürmortlarını süsleyen sarı kapaklı küçük boy romanlar, uygun fiyatlarıyla gençlerin ve orta sınıf ailelerin ulaşabilmesiyle evlerdeki raflara yerleşmişti.
Sanayi çağında insan, toplumsal ve bireysel olarak hızla değişiyordu, yaşamın kaba ve bayağı sayılan özelliklerinin anlatıya girmesi ayıp değildi artık. Dolayısıyla edebiyatta büyük değişimler çağı başlamıştı. Zola’nın öncülerinden biri olduğu doğalcılık (natüralizm) akımı, romantizmin idealleştirilmiş doğası yerine gözlem ve deneye dayanan anlatısıyla, yeni bir soluk gibi girmişti romanlara. Güzellik anlayışı da değişmişti. Daha önce edebiyatın konusu olmayan yoksullar, işçiler, sokak kadınları, hizmetkarlar roman kahramanı olmuştu; anlatıcı arka sokaklara dalmış gibiydi. Görülmeyen insanlar görünür olmuş, hikayeleri merak uyandırmıştı. Zola romanlarında toplumun bu kesiminin hikayelerini yazıyordu; Van Gogh’u baştan çıkaran buydu.
Van Gogh’un okuma konusundaki heyecanını en güzel yansıtan tablosu, Roman Okuyan Kız’dır hiç kuşkusuz. Genç kız, büyük bir hevesle sarılmıştır kitaba. Araştıran, merak eden bakışlarıyla kitlenmiştir sayfaya. Okuma eylemi sadece heyecan değil, şaşkınlık yaratmıştır. Yepyeni şeyler öğreniyordur kız, daha önce ona söylenmeyen gerçekleri belki. Resim bazı açılardan zıtlık barındırır. İlk başta kızın giydiği Fransa’nın Arles yöresine özgü geleneksel giysiler, çağdaş roman okuyan bir kız için yadırganabilir. Zihni modern, giysileri gelenekseldir. Van Gogh gelenek ile modernliğin birlikte görülmesinin zıtlık yaratmadığı, aksine uyum sağladığı bir şekilde resmeder kızı, böylece toplumun her kesiminin hayatına kitabın nasıl girdiğini gösterir. Kırsal bölgede bir kızın dev bir romanı etkilenerek okuması, yeni çağın göstergesidir. Ayrıca romanın boyutu da gerçekdışıdır, sarı kapaklı romanlar küçük cep boyutunda ve hafifti, oysa burada büyük resmederek özellikle dikkat çekmiştir romana. Ancak bu resimde her şeyden önemlisi, kitap okuyan kızın arkasında, kitapların arasından parlayan güneştir.
Kütüphanenin içinde olmasına rağmen, kitaplarla birlikte güneş de girmiştir içeriye. İşte Van Gogh için kitabın simgesi asıl burada yatar: okumak ve aydınlanmak. Yeni çağın yeni kitapları, eski kitapların ve İncil’in hükmeden ağırlığından kurtulmuş, hafiflemiş, aydınlanmış ve renklenmiştir. Okuyan herkese ışığını sunar. Toplumsal sınıfların katılığı da eskisi gibi bireyi yok eden cinsten değildir, kızın arkasında duran merdiven belki biraz buna işaret eder, insana yükselme şansı tanır.
* Görseller: 1887 /Kröller-Müller Müzesi, Otterlo), (Roman Okuyan Kız, 1888 - Özel Koleksiyon)
Yeni yorum gönder