Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Dosya


Dosya

Vonnegut'tan geleceğe mektup: "Aptal gibi davranmayın!"




Toplam oy: 1137

Volkswagen 1988’de Time dergisinde yayımlanacak bir reklam dizisi için pek çok saygın düşünürden yüz yıl sonrasına birer mektup yazmalarını istedi. Projeye katılanlar arasında yazar Kurt Vonnegut da vardı.

 

İşte, Vonnegut'un mektubu:

 

M.S. 2088’in bayanları ve bayları,

 

Bana, geçmişten miras kalan bilgece sözlerin hoşunuza gidebileceği ve yirminci yüzyılda yaşayan bazılarımızın size böyle sözler göndermesinin iyi olacağı söylendi. Shakespeare’in Hamlet’indeki Polonius’un tavsiyesini hatırlar mısınız acaba?

 

“Hepsinden öte önce kendine doğru ol.” Ya da St. John the Divine’da* geçen, “Tanrı’dan korkun, O’nu yüceltin! Çünkü O’nun yargılama saati geldi!” emrini? Yaşadığım yüzyıldan size ya da aslında herhangi bir zamanda yaşayan herhangi birine verebileceğim en iyi öğüt sanırım, içkiye tövbe eden bir alkoliğin ettiği dua olacaktır. “Tanrım, bana değiştiremeyeceğim şeyleri kabullenebilmem için huzur, değiştirebileceklerim için cesaret ve aradaki farkı anlayabilmem için akıl ver.”

 

Bizim yüzyılımız, öncekiler gibi bilge sözlerin bolca sarf edildiği bir dönem olamadı bence çünkü insanlığın vaziyetiyle ilgili en güvenilir bilgiye ilk biz ulaştık. Kaç kişiydik, ne kadar besin üretip ne kadar toplayabiliyorduk, ne kadar hızlı üretiyorduk, bizi hasta eden şeyler nelerdi, neden öldük, yaşam formlarının bel bağladığı havaya, suya ve toprağa ne kadar zarar verdik, doğa ne kadar acımasız ve saldırgan olabildi gibi, gibi… Tepemize çöken bunca sorunun arasında, kim kalkıp bilgeliği mumyalayabilirdi ki?

 

Beni en çok şaşırtan ise Doğa’nın hiç de doğa tutkunu olmadığı gerçeğiydi. Gezegeni yerle bir ederken de, ortalığı yatıştırıp her şeyi farklı bir biçimde bile olsa yeniden bir araya getirirken de yardımımıza ihtiyacı yoktu ve biz canlılar, onun bunları yaparken hiçbir şeyi geliştirmediğini, sadece değiştirdiğini görüyorduk. Yıldırımlar düşürüp ormanları ateşe veriyordu. Tarıma elverişli arazilerin üzerine lavlar döküp, uçsuz bucaksız yollar açıyordu. Buraların büyük şehirlerdeki otoparklardan farkı kalmayınca da yaşam yok oluyordu. Daha evvel buzul parçalarını Kuzey Kutbu’ndan koparıp Asya’ya, Avrupa’ya ve Kuzey Amerika’ya sürüklemişliği vardı. Doğa’nın günün birinde bunlardan vazgeçeceğini düşünmemiz için hiçbir neden yoktu ortada. Şimdiyse Afrika’daki çiftlikleri çöle çeviriyor. Gelgit dalgalarını dev tsunamilere dönüştürmesini ya da tepemize uzaydan meteorlar yağdırmasını bekler hale geldik. Yalnızca evrimin nadide örneklerini yok etmekle kalmıyor aynı zamanda okyanusları kurutup, kıtaları da boğuyor. Eğer ki insanlar gerçekten Doğa’nın onlara dost olduğunu düşünüyorlarsa başka hiçbir düşmana ihtiyaçları yok demektir.

 

Evet, yüzyıl sonrasının insanları olarak sizler bunu gerçekten anlamalısınız ve dahası bunları torunlarınıza da anlatmalısınız. Mevzu belli bir sayıdaki canlıya, belli bir yerde, belli bir zamanda, belli bir miktarda yiyecek sunmaya geldiği zaman Doğa acımasızlaşır. Hem siz, hem de Doğa böylesi bir nüfus artışı karşısında ne yaptınız peki? Biz buralarda, 1988’lerde kendimizi yeni bir tür buzulmuş gibi görüyoruz. Sıcak kanlı ve zeki… Durdurulamaz… Her şeyi çabucak yalayıp yutan, ardından pat diye sevişen ve çoğalan…

 

Düşünüyorum da, Doğa’yla birlikte bunca insana yiyecek yetiştirmek için yaptıklarınızı dinlemeye dayanabilir miyim emin olamıyorum.

 

Ayrıca üzerinizde denemeyi düşündüğüm çılgın bir fikrim var. Şöyle ki, başlıklarında hidrojen bombaları olan füzeleri birbirlerine bakacak şekilde çevirip ateşleyerek, zihnimizi yukarıda belirttiğim ciddi sorundan bir an olsun başka yöne kaydırabilir miyiz? – Doğa bize karşı daha ne kadar zalimleşebilir ki? Doğa dediğin, Doğa değil midir?

 

Sanırım artık içinde bulunduğumuz karışıklığı daha büyük bir duyarlılıkla tartışabiliriz. Umarım kör cahil optimistleri lider konumuna getirmekten vazgeçmişsinizdir. O tarz tipler yalnızca mevzunun tam olarak ne olduğu hakkında herhangi bir fikriniz bulunmadığında faydalı olurlar — tıpkı son yedi milyon küsür yıldır yaptıkları gibi. Zira benim zamanımdakiler, elle tutulur işler yapabilecek büyük kurumların başına geçip, büyük felaketlere yol açıyorlar.

 

Şu an ihtiyacımız olan liderler ise inatla yaşama tutunarak, Doğa’ya karşı nihai bir zafer kazanacağımızı iddia edenler değil, Doğa'nın hırçınlığını ve makul ateşkes koşullarını dünyaya gösterecek kadar cesur ve zeki olanlardır. Ateşkes koşulları ise şunlardır:

 

1. Nüfusunuzu azaltıp sabitleyin.
2. Havayı, suyu ve toprağı kirletmekten vazgeçin.
3. Savaşa hazırlanmayı bırakıp gerçek sorunlarınızla ilgilenin.
4. Hâlâ yapabiliyorken çocuklarınıza ve elbette kendinize etrafınızdakileri öldürmeden küçük bir gezegende nasıl yaşayabileceğinizi öğretin.
5. Bir trilyon dolar harcarsanız bilimin her şeyi çözeceğine inanmayı bırakın.
6. Siz ne denli yıkıcı ve savurgan olursanız olun, torunlarınızın bir şekilde başka gezegenlere göç edip düzgünce yaşayacağını düşünmekten vazgeçin. Bu hem zalimce hem de aptalca.
7. Ve bunun gibi falan işte.

 

Yüz yıl sonraki hayat hakkında çok mu karamsar görünüyorum? Bunun sebebi belki de bilim insanlarıyla çok fazla, siyasetçilere konuşma metinleri yazan tiplerle ise çok az vakit geçirmemdir. Kim bilir M.S. 2088’de belki de, tüm hayatlarını tek bir çantaya sığdıran evsizlerin bile cebinde roketler ya da helikopterler falan vardır. Herkes, dünya üzerindeki her şeyi birbirine bağlayan bilgisayarların tuşlarını tüm gün parmaklayıp, portakal sularını astronotlar gibi pipetlerle içiyorlardır.

 

Sevgilerle,

 

Kurt Vonnegut

 

 


 

 

Kaynak: Letters of Note

 

Çeviren: Sevgi Demir

 

* İncil, Vahiy 14 (ç.n)

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Dosya Yazıları

Günlük yaşantıdaki kurallar çoğu zaman, yazılan eserler için de geçerlidir. Zorla gerçekleşen, kendine biçilen rolden fazlası istenen veya aşırıya kaçan her şey güzelliğini yitirir. Şair Eyyüp Akyüz, son kitabı Eskiden Buralar’da, adeta bu bilginin ışığında şiirlerini uzun tutmadan bitiriyor ve akılda kalan mısraları bize yadigâr kalıyor.

 

-Kimsin?

-Anneannemin torunuyum.

 

Divan Edebiyatı, sahibi meçhul bir kavram. Her halükârda 20. yüzyılın başında ortaya çıktığı konusunda bir tartışma yok. İskoçyalı oryantalist Elias John Wilkinson Gibb’in 1900 yılında yayınlanan Osmanlı Şiiri Tarihi kitabında bu kavrama hiç yer verilmez. Hepsi batılılaşma döneminde düşünülen isim alternatiflerinden biridir “Divan Edebiyatı”.

Arap coğrafyasında üretilen roman, öykü ve şiirler son yıllarda edebiyat gündeminde karşılık buluyor. Avrupa başta olmak üzere Batı’da düzenlenen büyük ve uluslararası kitap fuarlarındaki temsiliyetin güçlenmesi, en yeni eserlerin prestijli birçok ödüle değer görülmesinin bu ilgideki payı büyük elbette. Batı’nın doğuyu gördüğü “egzotik göz”le romantize edilemeyecek bir yükseliş bu.

Yirminci yüzyıl başlarında İngiltere genelinde Müslümanlara yönelik hasmane tavırlar öne çıkarken, İslam’ı seçenlerin sayısında da gözle görülür bir artış söz konusudur. İslam’la müşerref olan bu şahsiyetler, yeri geldiğinde İslam dünyasının savunucuları olarak da önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.