Türkiye’de yayıncılık... Yüksek KDV, haksız rekabet, korsan ve hatta resmi korsan, düşünce özgürlüğü, bürokratik çıkmazlar, e-kitap, Muzır Kurulu ve daha nice sorunlar... Tüm bunlarla boğuşan yayıncılık sektörü devlet gözünde reel sektörün bir parçası olarak görünmüyor. Oysa bal gibi de öyle. Görmezlikten gelinmesi ise ayrı ve ağır bir mesele... Peki ya bu sorunların karşılığında çözümler var mı? Türkiye Yayıncılar Birliği’nden neler bekleniyor? Yayıncılar Birliği bu sorunlarla ilgili neler yapıyor? Sadece Türkiye Yayıncılar Birliği değil daha yeni olmakla birlikte Basın Yayın Birliği’de var ve çalışıyor. O zaman bir elin nesi var, iki elin sesi var deyip sevinelim mi? Bazı yayıncıların kafası da karışık değil bu durumdan dolayı. İki birliğinde amaçları aslında aynı, peki farklı olan ne ve neden iki birlik var? Önce bu durumu yayıncıların nasıl değerlendirdiklerine bakalım...
İki birliğin siyasi eğilimi farklı mı?
Timaş Yayınları Genel Müdürü Osman Okçu yayıncıları tek bir derneğin temsil etmesini savunuyor ama bunun şu anda pratikte mümkün olmadığını gördüklerinde her iki birliğe de üye olmayı tercih ettiklerinin altını çiziyor. Can Yayınları Genel Müdürü Can Öz ise duruma biraz daha farklı bakıyor. Öz’e göre iki birlik de fuar veya kanun tasarısı gibi çalışmalarda işbirlikleri yapıyor, YAY-FED gibi kuruluşları birlikte oluşturuyorlar, sonra nehrin iki yakasındaki “düşman köyler” gibi ayrı ayrı hayatlarına devam ediyorlar. Bu duruma anlam veremeyen Can Öz soruyor: Bu, iki futbol federasyonu veya iki millet meclisi olması gibi birşey. Aklına esen yeni birlik kurmaya başlarda sonuçta bu birliklerin sayısı birgün 10’u, 20’yi bulursa ne olacak?
Üstelik zaten sorunlarla boğuşan sektörde kutuplaşma ve kamplaşma sorunu da madalyonun öteki yüzünde Öz’e göre: “Basın Yayın Birliği güncel siyasete daha yakınken Yayıncılar Birliği daha geleneksel bir siyasete eğilimli izlenimi veriyor. Sonuç nedir? Birçok plan ve proje sektörün tamamına danışmadan yürütülüyor, iki derneğin yayıncılıkla ilgili farklı projeleri oluyor; birinin toplantısına gitmeyen yayıncının kafası iyice karışıyor...”
Ortak söylem: Birlikte hareket edebiliyoruz
Bazı yayıncıların kafası karışık olsa da hem Türkiye Yayıncılar Birliği hem de Basın Yayın Birliği bu durumdan memnun gibi görünüyorlar. İşte iki birliğinde görüşü...
Basın Yayın Birliği Genel Başkan Yardımcısı Münir Üstün: “Aynı meslek dalıyla ilgili kurulmuş birçok dernek ve meslek birliği olabiliyor. Önemli olan, hepsinin ortak bir anlayışta hareket etmesi yani mesleki olarak hedeflerinin aynı olması. Bizim Türkiye Yayıncılar Birliği ile ilgili hiçbir rahatsızlığımız söz konusu olamaz aksine ortak yürüttüğümüz işler var. Birlikte düşünebiliyor ve birlikte hareket edebiliyoruz.”
Türkiye Yayıncılar Birliği Genel Başkanı Metin Celal: “Her sektörde birden fazla dernek, birlik olması normaldir. Farklı bakış açıları, ihtiyaçlar, siyasi eğilimler sonucu böyle bir yapılanma oluyor. Bizde dernek çoğalmasının bir nedeni de Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu uyarınca telif haklarını korumak ve korsanla mücadele amacıyla meslek birlikleri kurulması gereğiydi. Böylece sayı daha da arttı. Birden fazla dernek olması tabii ki güçlerin dağılması, çok başlılık gibi sakıncların doğmasına sebep olur, çözümlere ulaşmayı geciktirir. Türkiye’nin 2008’de Frankfurt Kitap Fuarı’nda Onur Konuğu olmasıyla başlayan süreçte tüm yazar ve yayıncı dernekleri biraraya gelip iyi bir sinerji yakaladık. Şimdi de temel tüm sorunlarda ortak görüşlerimiz var, birlikte hareket edebiliyoruz.”
Yayıncıların sorunları ve beklentileri sıralmakla bitmiyor
Dosyamızı hazırlarken hem Türkiye Yayıncılar Birliği’ne hem de Basın Yayın Birliği’ne sektörün sorunlarıyla ilgili proje ve çalışmalarını sorduk. Yanıtlara daha sonra geleceğiz. Öncelikli olarak yayıncıların birliklerin işleyiş ve sektörde oluşan açık yaralar hakkında ne düşündüğüne yer vereceğiz...
Ticari, hukuki ve etik kurallar gerekiyor
İlk durağımız Notos Kitap Genel Müdürü ve eleştirmen Semih Gümüş. Bandrol uygulamasından yana olan yayıncıların varlığından tedirgin olduğunu söyleyen Gümüş’e göre kültür yayıncılığı yapan şirketlerin vergi oranlarının düşürülmemesi en önemli sorunların başında geliyor. Tescilli korsan yayıncılar ve küçük yayıncıların haksız rekabete maruz kalması da cabası… İşte Semih Gümüş’ün sektör ve birlikle ilgili sorunları:
“Yayıncılık dünyası yerinden doğrulmaya çalışıyor. Bir çaba var, ayağa kalkıp yürümek için, ama bu çabanın bütüne yayıldığını söylemek zor. Bulunduğu konumdan hoşnut olmamakla birlikte, ne yapması gerektiğini bilmeyenler de çok. Tembellik ya da merak eksikliği? Ondan da epeyce var. Hastalığın reçetesi yalnızca yayıncının elinde de değil. Yayıncılık hâlâ bir sektör olamadı, ama onun bir sektör olması için uğraşan önemli sayıda ciddi yayıncının varlığı, sanırım ilk köşeyi dönmemizi sağlayacak.
Bunun için kurallar gerekiyor: ticari, hukuki, etik kurallar. Sözünü ettiğiniz Yayıncılar Birliği, yayıncıların tek örgütü değil, ama ondan söz ediyorsak, bu kuralların yerleşmesi için gösterilen çabanın eksiklerinden öncelikle söz etmek gerekiyor. Yayıncılar Birliği boş durmuyor, çalışıyor elbette, ama bazen yetersiz kalıyor, bazen de nedense adım atmıyor.
Kitap fuarlarının tescilli korsanlarının temizlenmesi gerek.
“Ticari kuralların önündeki asıl engel, kitap satışlarının sektörü güçlendirecek düzeye olamaması. Ama üç önemli başlık var, henüz hiçbir şey kazanılmamış:
1. KDV oranlarının girdilerde ve cıktılarda hem eşitlenmesi, hem de yüzde 1’e düşürülmesi. 2. Kültür yayıncılığı yapan şirketlerin vergi oranlarının düşürülmesi.
3. Sektöre ve küçük yayıncılara zarar veren haksız rekabetin önlenmesi.
Hukuki kurallar Kültür Bakanlığı’nın da olumlu yaklaşımıyla adım adım yerleşiyor, ama sözgelimi bandrol uygulamasından yana olan yayıncıların varlığı beni tedirgin ediyor.
Etik kuralları korsan yayıncılık torpilleyip duruyor. Yayıncılar Birliği gayriresmi korsana karşı olanakları elverdiğince mücadele ediyor belki, ama kendi içindeki resmi korsanlara karşı dirayet gösteremiyor. Tescilli korsan yayıncılar Yayıncılar Birliği’nin içinde ve çevresindeyken, onları temizlemek yerine uyaranlara tavır alıyor, kitap fuarlarındaki varlıklarını görmezden geliyor. Öte yandan, kitap satışlarında son bir iki yıl içinde görülen yükselişin, büyük yayınevlerinin yatağını doldururken küçük yayıncıların payına düşmemesi, sektörün bütünü için bir tehlikedir ve Yayıncılar Birliği’nin küçük yayınevlerinin korunması için özel bir çalışma planı yapmasını öneririm. Bu aşamada bunları söylemek benim için yeterli, dinleyen olursa…”
Yayıncılık sektöründe eğitim şart
Her iki birliğe de üye olan Timaş Yayınları’nın Genel Müdürü Osman Okçu öncelikli olarak kitap okumanın çeşitli proje, kampanyalarla teşvik edilmesi gerektiği konusuna işaret ediyor öncelikli olarak. İki birlik güçlerini birleştirip elbet bunu yapabilir. Okçu’nun değindiği diğer bir nokta ise eğitim...
“Bugün gelişmiş batı ülkelerinde yayıncılık eğitimi için kurulmuş, enstitüler bulunmaktadır. Ayrıca birçok seçkin üniversitede yayıncılık üzerinde eğitim veren bölümler vardır. Yayınevlerine yönelik eğitici seminerler ve kurslar düzenleyebilirler. Birçok yayınevinin personeli deneme yanılma metoduyla yetişmektedir. Zaman ve mali kayıplara yol açmaması için yayınevlerinin editör, pazarlama, satış, grafik tasarım konularında elemanları eğitilebilir.”
E-kitap konusunda ortak bir çalışma yok
Diğer önemli bir nokta ise yayıncılar tarafında yılan hikâyesine dönen e-kitap meselesi. Osman Okçu e-kitap konusunda henüz her iki birlikğinde yeterli çalışmayı ortaya koyamadığı ve halen yayınevlerinde bilgi eksikliği, kafa karışıklığı bulunmakta olduğunu söylüyor ve ekliyor: “Bu konuda malesef her iki dernek bir araya gelerek ortak bir çalışmayı başlatamamıştır. E-kitap konusunda yayınevlerinin birlikte hareket etmesi halinde başarılı olacağı ortadayken şu anda bir dağınıklık söz konusudur. Ancak şunu tekrar ifade etmek isterim. Tek bir çatı altında bu iki dernek çalışamıyorsa bile zaman zaman bir araya gelerek ortak temel konularımızı kısa , orta ve uzun vadeli olarak masaya yatırıp çözüm konusunda birlikte çalışmaları birinci öncelik gibi geliyor.”
Birliğin kontrol gücü azaldı
Aydın Ilgaz. Çınar Yayınları Genel Müdürü. Bir dönem Türkiye Yayıncılar Birliği’nde Genel Sekreter’lik görevi yapmış. İşleyişi de iyi bildiği için söyledikleri çok önemli. İşte Aydın Ilgaz’ın hem Yayıncılar Birliği’yle hem de sektörle ilgili görüşleri;
“Türkiye’de kitap yayınlarının sorunları gündeme gelince akla Türkiye Yayıncılar Birliği geliyor. Derneğe üye olanlardan, olmayanlardan gelen eleştirilere bakılınca tüm sorunların çözümü, bu kuruma kalıyor. Oysa tam tersi, yayıncıların her birinin ürettikleri kitapların içeriği, olması gereken şartlara uymalıdır. Kitap adı altında toplanan her yapıt standartlara uymayan bir görüntü oluşturuyor. Kitabın yazarından ressamının, telif haklarına saygı göstermeli. Kitap fiyatlarından, yazım kuralarına uymayan bu oluşuma ‘kitap’ dendiği zaman koruması da derneğe kalıyor.1990’lı yıllarda iki dönem Türkiye Yayıncılar Birliği yönetiminde Genel Sekreter olarak görev aldım. Yayıncıların sayısı artıkça derneğin kontrol gücü azalmaya başladı. Baskı tekniği geliştikçe korsan kitap basanlarda, kolaylıkla kitap çoğaltıyor, el altından dağıtıyorlar.
Kitapçı ile öğrencinin ilişkisi koparıldı
Neden kitap okunmuyor deyince ‘Halkımız kitap okumuyor ki’ deniyor. Ülkemizde kitabevlerinin sayısının azalmasının gerekçelerini kitabın okunmamasına bağlıyoruz.
Nedenini hiç düşündük mü? Son yıllarda okul kitaplarının okullarda öğrenciye elden verilmesi kitapçı ile öğrencinin ilişkisi bir şekilde koparıldı. Kitabın öğrenciye ücretsiz dağıtılmasını eleştirme açısından söylemiyorum. Ama bir gerçek var ki, bu da kitapçının ders kitabı satmaması onu ekonomik olarak zayıflattı. Roman öykü ve benzeri kitapları dükkanında birer ikişer adet bulunduramaz hale geldi. Bu gün kasabalarda kitapçı dükkanları kapandı. 15.000 adet kitapçının kapandığından söz ediliyor. Bilgisayardan sipariş yöntemleri gelişti. Alışveriş merkezlerinde sadece sürümü bol olan kitaplar satılmaya başlandı. Yayınevleri kitapçılara kitap gönderemez konuma düştüler. Okullara yöneldiler. Kitapçı aradan kalktı. Bir zamanlar kitap toptancılığını yapanlar, hem dağıtıcılığı hem kitapçılığı hem de yayıncılığı bir çatı altında toplayıp, sadece kitap üretenleri, kendilerine rakip gördüler. Kitapları kendi koşullarına göre gerek içerik, gerek fiyat açısından olumsuz istekler öne sürdüler. Küçük ve orta boyutta yayıncılardan bir çoğu yavaş yavaş bu kuralara dayanamadılar. Kapandılar. Belirtiğim nedenlerle kitabın geleceği bu koşullarda ülkemizde fazla olumlu görünmüyor.”
Ekonomideki kural akla geliyor; iç piyasadan dış piyasaya açılmak
“Bir ülkenin sanatın ve kültürünü öne çıkartmakla, o ülkenin ticaretini ve sanayisinin gelişmesine de katkıda bulunacağından söz ederiz. Türkiye Yayıncılar Birliği, ticaret ve sanayi kuruluşları, belediyelerle diğer sanat kuruluşlarıyla birlikte ortak bir çaba ile yeniden bir atılıma girmeli kanısındayım. Daha önce yapılan bu atılımlar yeniden incelenmeli, uygulamalardaki aksaklıkların nedenleri üzerinde tartışılmalı. Yayıncılar Birliği’nin kitap dünyasına yapacağı katkı ekonomik açıdan ancak yeni pazarlar oluşturmada öncülük etmekle olacak kanısındayım.”
Sansüre maruz kalırsak birliğimiz arkamızda olacaktır
Dosyamızın başında Can Yayınları Genel Müdürü Can Öz’ün iki birlikli yapıdan dolayı kafa karışıklığına yer vermiştik. Yayıncılar Birliği tarafına geçtiğimizde Can Öz görüşlerini şu şekilde dile getiriyor: “Yayıncılar Birliği’nin şikayetçi olduğum işleri olduğu kadar memnun olduğum işleri de var. Öncelikle, bu YAY-FED işinin çok hayırlı olduğunu düşünüyorum. Bu sayede Kültür Bakanlığı nezdinde bandrol vermeme yöntemiyle ileride başımıza gelebilecek bir bürokratik sansür riski ortadan kalkmış oldu; bandrol gelirleri de yayın dünyasında kalacak. Son İthaki baskını ve Muzır Kurulu gelişmelerini de güncel takip ettikleri, hızlı tepki gösterdikleri için birliğimle gurur duydum. Artık daha da iyi biliyoruz ki sansüre veya baskıya maruz kalırsak birliğimiz arkamızda olacaktır.”
E-kitap süreci yanlış ele alıyor
Yayıncılık sektörünün son dönemdeki en taze ve bir o kadar da önemli olan sorunu e-kitap olarak karşımıza çıkıyor. Can Öz Yayıncılar Birliği’nin süreci çok yanlış ele aldığını düşünüyor. “Şimdi Kitapyum.com isimli bir e-kitap satış sistemi kuruluyor. Yayıncılar Birliği bu sistemden kitap satacak. Bu projeyi çok yanlış buluyorum. Yayıncılar Birliği, yayıncılar için onların işini yapmaya kalkıyor. Eğer biz yayıncılar kitaplarımızı e-kitap olarak satmayı öğrenemiyor, bunu yapmak için bir birliğin şefkatli, anaç göğsüne ihtiyaç duyuyorsak belki de e-kitap satmamalıyız. Yayıncılar Birliği’nin esas görevi bizim asla yapamayacağımız işleri yapmak olmalı.
İdealimizdeki birliğe kavuşana dek bekleyeceğiz
Can Öz son olarak beklentilerini şöyle sıralıyor: “İki birlikli sakat yapının son bulmasının sağlanması, e-kitap konusunda satış değil, telif anlaşmaları ve telif standartları konusunda yayıncılara önderlik edilmesi, yayın sektöründeki tekelciliklerin ve rekabet eşitsizliklerinin üzerine korkusuzca gidilmesi, yer yer rekabet davaları açması, veya açılmasına önayak olunması... Bu kutuplaşmış, asabi Türkiye’de birden fazla kuruluşu temsil etmenin çok zor olduğu gerçeğini elbette es geçmiyorum; ancak birliğimden de beklediklerimi beklemeye devam edeceğim, idealimizdeki Yayıncılar Birliği’ne kavuşana dek.”
Bilge Sancı: Birlikte hareket etmiyoruz
Sel Yayıncılık adına görüşlerini sorduğumuz Bilge Sancı da öncelikli olarak ortak bir hareket planı yapılmamasından şikayetçi...
“Yayıncılar Birliği’nin çeşitli alanlarda -örneğin yurtdışı fuarlar- iyi işler yaptığı ortada. Ancak soru beklentiler ya da eksiklikler üzerine olduğundan burada açmaya gerek yok sanırım. Yayıncılar Birliği üzerine konuşurken, başta gerçekten yayıncıların ne kadarının birliği ve birlikteliği sorusunu da sormak gerekiyor. Birlik yayıncıların belli konularda birlikte hareket etmesini, duruş sergilemesini, ortak kararlar almasını sağlayabilmekten ziyade, belli uygulamalar devreye sokup yayıncılara haber vermeye odaklanmış gibi görünüyor ki bazı durumlarda bu bilgilendirmeler için bile bir niyet mektubu imzalamamız gerekebiliyor. Bu uygulamaların hangi yayıncıların başat sorunu olduğunu ve hangi mekanizmalar kullanılarak belirlendiğini ve karar alındığını açıkçası bilmiyoruz. Biz, Birlik bu sorunları çözmek için çeşitli kanallarla çalışmalar yapıp, bir uygulama modeli ortaya çıkartıldıktan sonra, yapılacak eylemin bilgisine sahip olabiliyoruz. Farklı çapta ve farklı tarzda yayıncılık yapan firmaların sorunlarının farklı olabileceği muhakkak ancak yine de hepimizi kesen sorunlarda ne yapılacağına dair ortak bir hareket planı belirlemenin önemli olduğunu düşünüyoruz. Örneğin e-kitap konusunda sektörün ticari firmalarının teklifleri gündeme gelmişken ve yayınevlerinde modelin kendisine dair kafa karışıklığı söz konusuyken, MÜYAP tarzı bir yapılanma ile bu işi de bizim yapmamız, yetkili olmamız konusundaki uzun çalışmalar, bekleme süreçleri ve toplantılar yerine, yurtdışı örneklerinde olduğu gibi, dijital yayıncılığa geçmek isteyen firmalar için hem yazarın hem çevirmenin hem de yayıncının hakkını koruyacak ortak bir telif sistemi/oranı belirlemek, şartlar konusunda bir konsensüs sağlamak ve ticari firmalara bildirmek daha anlamlı olurdu. Böylece ilk başlayanlar, sonradan eklenenler, hala girmeyenler, güvenli bulmayanlar gibi ayrımlar hem azalır hem de başta bir olan firma sayısı şimdiki gibi ikiye-üçe çıktığında ya da gelecekte muhtemelen çoğaldığında anlaşmalar imzalanırken bu ortak sistem üzerinden konuşulurdu. Bu konu bugün yayınevinin insafına kaldığı, belirli bir standart oluşturulmadığı için hak ihlallerine oldukça açık.
Ticari açılımlar yapmak yerine yayınlama özgürlüğüne odaklanmalı
Somut beklentilerimiz de var elbette, örneğin yalnızca bizim sorunumuzmuş gibi görünen bir 226. Madde var, son günlerce çokça tartışılan muzır neşriyat yasası özetle. Daha önce Yayıncılar Birliği bu konuda “kültür, sanat, bilim eserleri kapsam dışıdır” ifadesini eklettirip geri adım attırabilmişti ancak yeni davalardan da görünen o ki bu yeterli değil. Bu kez de “edebiyat değil” ya da “edebiyat olabilir ama çocuklara zararlı” gibi kuyunun yanından dolaşan, yoruma dayalı yaklaşımlar sergilenebiliyor. Bu yasanın ve uygulamanın tamamen kaldırılmasının “çok demokratik” bir anayasa tartışmaları gündemdeyken tekrar konu edilmesini, Yayıncılar Birliği’nin organize ettiği bir kampanyaya dönüştürülmesini, Kültür Bakanlığı ile bizlerin de katılacağı görüşmeler düzenlenmesini istiyoruz. Bu bizim için örneğin dijital yayıncılık alanında gösterdiği performanstan çok daha önemli, bütün kültür yayıncıları için de öyle olmalı! Her ay yaşadığımız başka bir sorun ise bandrol alımları; Kültür Bakanlığı’nın sistemi oldukça kullanışsızken ve gereksiz bir kırtasiye yükü bindiriyorken, bu hususta Birlik’in de bileşeni olduğu Yayfed’in (Yayıncı Meslek Birlikleri Federasyonu) yetki aldığını öğrendik. Bu yetki alımı yine bizim talebimiz değildi, bizimkisi yetkililerle görüşülüp bu gereksiz bürokrasinin ortadan kaldırılmasıydı ancak aynı sistem el değiştirmiş ve ağırlaştırılmış bir biçimde devam ediyor. Sözleşmelerin kopyalarının bandrol alımında bildirilmesinin korsana çare olacağını düşünmüyoruz. Satılan korsan kitapların üzerinde bandrol bulunduğu, geçtiğimiz İzmir Kitap Fuarı’nda bile 3000 adet korsanın başka kitaplara ait bandrollerle stantlarda yakalandığı durumda, iki sayfa kağıt çıktıdan ibaret olan (ve bize göre gizli olması gereken, haksız rekabete de yol açabilecek) sözleşmelerin bilgisinin yönetimdeki yayıncılarda toplanmasının etkin bir mücadele yöntemi olduğunu da sanmıyoruz. Kısacası Yayıncılar Birliği’nin ticari açılımlar yapmak yerine yayınlama özgürlüğü, yayıncıların haklarının daha etkin temsili gibi konulara daha fazla odaklanmasının tüm sektör için daha hayırlı olacağını düşünüyoruz.”
Olumlu işler yapılıyor ama...
Yordam Kitap Genel Yayın Yönetmeni Hayri Erdoğan görüşlerini şu şekilde dile getiriyor:
Evet, üyesi olduğumuz bir meslek örgütü var. Yöneticileri meslek sorunlarımız hakkında raporlar hazırlıyorlar, bunları kamuoyu ve ilgili bakanlıklarla paylaşıyorlar, basın bildirileri yayınlıyorlar. Yayınlama özgürlüğünü savunup rapor hazırlıyor, vahim gelişmeler karşısında açıklamalar ve girişimler yapıyorlar. Bu ve burada saymadığım pek çok konuda olumlu işler yapılıyor. Ama bunların yeterli görebilir miyiz? Olumlu yanıt verilebileceğini sanmıyorum.
Hemen aklıma gelen birkaç öneriyi sıralamak istiyorum:
● Yayıncılar Birliği’nin daha etkin olması, yayıncı katılımına bağlı. Bunun için de yönetimin bu katılımı teşvik için özel bir çaba içinde olması gerekiyor. Genel kurullar, organların oluşumu, komisyonların faaliyetleri şekilsellikten çıkarılmalı. Örneğin yayıncı, sandığa atacağı Yönetim Kurulunu, komisyonları vb. içeren listeyi kongre salonunda matbu olarak önünde bulmamalı. Bu konuda bilgilendirme, görüş alışverişi toplantıları yapılmalı.
● Meslek sorunları konularında ve yayınlama özgürlüğüne yönelik baskılara, engellemelere karşı açıklamaların ötesine geçen bir tutum sergilenmeli. Ahmet Şık’ın kitabının bugüne dek basılamamasının ayıbından, öyle sanıyorum ki, Yayıncılar Birliği’nin payına da bir şeyler düşüyordur.
● Bakanlığa bağlı kütüphanelere kitap ve dergi alımlarının artırılması ve hakkaniyetli dağılımı için sürekli bir çaba içinde olmalı, bu konudaki bilgileri düzenli olarak yayıncılarla paylaşmalı, adaletsiz uygulamalar varsa teşhir etmeli. Aynı şekilde, kitap fuarlarının katılım ücreti, düzeni, yerleşimi vb. konularda da daha etkin olmalı.
● Yayıncılar Birliği, tek tek yayıncıların güçlü ticari muhataplar karşısında mağduriyet yaşamamaları için, model sözleşmeler oluşturmalı, bunları tüm yayıncılara aktarmalı, yayıncının karşı karşıya geldi güçlü ticari muhatapların aşırı taleplerini sınırlandırmak için mücadele etmelidir.
● Yayıncıların yakıcı sorunlarıyla ilgili zaman zaman yaptığı toplantıları daha sistemli hale getirmeli, çözüm platformları oluşturup yayıncıların tartışmasını, ortak tutum almasını teşvik etmeli.
Sektörümüz şeffaf değil
Doğan Kitap Genel Yayın Yönetmeni Deniz Yüce Başarır yayıncılığın Türkiye’de gerçek bir sektör olması için hala gidilecek yol olduğunu düşünüyor ve bu yolun inşasında Yayıncılar Birliği’ne önemli rol düştüğünü söyleyerek şöyle devam ediyor: “Tüm yayıncılara eşit uzaklıkta duran, herkesi aynı çatı altında toplayabilen yapının başarılı olacağını düşünüyorum. Böyle bir birliğin temel hedefi, özelilkle Türkiye gibi sektörü geliştirmeye çalışan bir ülkede, yayıncılığın önündeki engelleri kaldırmak olmalıdır. Sanırım bunu yapabilmek için de profesyonel bir yönetime ihtiyaç var. Yani kendi yayınevlerindeki görevlerinın yanı sıra Yayıncılar Birliği’nde de özveriyle çalışan dostlarımıza ek olarak bu işi profesyonel olarak yapacak bir ekibin sektöre katkısı büyük olacaktır. Bu ekipten de temel beklentimiz veri akışı olmalı. Sanırım bu konuda çeşitli adımlar atılıyor. Sonuçlarını sabırsızlıkla beklediğimizi söyleyebilirim. Yayınevleri kadar kitabevlerinden de hatasız veriler elde edebilmek bizler için çok önemli. Çünkü ne yazık ki sektörümüzün şeffaf olduğunu söylemek mümkün değil. Oysa şeffaflık sektörü sektör yapacak temel özelliklerden biri.”
Esasta bir birlik sağlamak imkansıza yakın
Agora Yayınları Genel Müdürü Osman Akınhay: “Türkiye'de yayıncıların kendi meslek birliklerinden beklentileri üzerine bir şeyler söylemeden önce, artık kitap yayıncılığının kültür hayatında çeşitli eğilimlerden insanları buluşturucu bir rol oynamadığını belirtmek gerekir.
Bundan kastım şu: 1990'lardaki kısmi canlanmanın peşinden kağıt kitap yayıncılığı, 2000'li yıllarda dijital teknolojinin hamleleri karşısında nal toplamaya başladı ve bu nesnel bir süreç olarak halen devam ediyor. Burada belirleyici olan şey, okumanın teknolojisinin değişiyor olmasıdır. Bunun üzerine, Türkiye'de siyaset ve toplum alanında köklü bir paradigma değişikliği yaşanmakta olduğunu ve bu değişikliğin/dönüşümün pek de hayırlara vesile sayılamayacağını akılda tutmakta fayda vardır.
Türkiye artık ayan beyan bir şekilde Ortadoğu ülkesi olmakta ve kültürel muhafazakarlığın üzerine siyasal muhafazakarlığın bindirildiği bir istikamette ilerlemektedir. Bu da, kültürel bağlamda bir kompartımanlaşmaya ve keskin bölünmelere yol açmıştır. Bugün artık siyasetteki bölünmeler, kültürel ve toplumsal hayatı tepeden kesmektedir ve herhangi bir kesimin başka bir kesimle (genel itibariyle, solcu yayınların sağcı yayıncılarla ve bu yayınevlerinin yayınladıkları kitaplarla hitap etmeyi hedefledikleri okur kümeleriyle) arasında 'yapıcı bir etkileşim' kurulması imkanı tamamen kalkmaya yüz tutmuştur. O yüzden, sorunuza dönersek, birincisi hangi birlik demek gerekir, ikincisi bu koşullarda esasta bir birlik sağlamanın imkansıza yakın olduğunu belirtmek gerekir.
Siyasal iktidarla mesafe gerekiyor
“Yine de, halihazırdaki Yayıncılar Birliği, son yıllarda, yayıncılığın daha önceki 'iyi' dönemlerinden bile daha üstün bir performans sergilemiştir ve sergilemeye de devam etmektedir. Bunu özellikle yayıncılığın tüzel sorunlarında, bakanlık ve resmi kurumlarla ilişkilerde, sıkı korsan takibinde ve dijital kitap hazırlıklarında görebiliyoruz. Keza, çağımızın temel meselelerinden olan düşünce özgürlüğü alanındaki sicili de iyidir.
Sonuç olarak benim söyleyebileceğim, böylesi bir siyasal/kültürel ortamda herhangi bir meslek birliğinin 'başarısı'nın siyasal iktidarla mesafeli olarak belirlenebileceğidir. Çünkü karşımızda, tahammül düzeyi son derece düşük bir siyasal iktidar yapılanması söz konusudur ve önümüzdeki dönemde bunun somut/uğursuz işaretleri daha fazla görülecektir. Yayıncılar Birliği, mesleki çabalarının yanı sıra bu alana da özel bir dikkat göstermeli ve mümkün olduğu ölçüde somut kazanımlar üzerinde dururken, yanılsamalar doğuran ve göz boyamayı amaçlayan girişimlere ve propagandalara da prim vermemelidir.”
Sonuç:
Şimdilik sonuç yok. Beklentiler, talepler, sorunlar var en ağırından. Sonuçlar da elbet olacaktır. E-kitaptaki kafa karışıklığının çözülmesi; yayıncıların yasalardan olumsuz etkilenmemeleri için sürekli olarak hükümet yetkilileri ve yayıncılar ile iletişimde olunması; kitabın özgür dolaşımını sağlamak, korsan yayıncılığa göz yumulmaması, haksız rekabetin önlenmesi, yazar ve yayıncının haklarının korunarak bu bilincin artırılması; yüksek verginin önüne geçilmesi; sektörü şeffaflaştırmak ve her zaman da gerçekten “birlik” olmak...
Yeni yorum gönder