Son teslim tarihinin ya da İngilizce adıyla “deadline”ın yaklaşması nasıl bir gerginlik yaratır bilirsiniz. Bu bir ödevin son teslim tarihi de olabilir, işyerinde üstlendiğiniz dev projenin de... Öyle ya da böyle hepimizin hayatında böyle günler vardır, boğuşup durduğumuz. Bu yazarlar için de farklı değil elbette. İster bir dergide köşesi bulunsun, isterse 500 sayfalık bir roman yazsın, son teslim tarihleri eninde sonunda dayanıyor yazarların kapısına da... Peki bu tarihler yazarlar için motivasyon kaynağı mıdır, korkulu bir kabus mu? Paniğe kapılmayın hemen. Yazılarınızı zamanında yetiştirmek de mümkün. Nasıl mı? Aynen şöyle:
• Yapmanız gerekenleri bölümlere ayırın. Belli bir işe gereği kadar zaman ayırdığınızda, büyük resmi görmek de, yazı sürecini idare etmek de kolaylaşır. Fakat burada asıl önemli olan yazı performansınız konusunda kendinize dürüst davranmanız. Örneğin 80 sayfalık bir bölümü bir günde tamamlamayı hedef olarak seçerseniz başarısızlık kaçınılmaz hale gelebilir.
• Daha ilk adımda en iyisini yapmaya odaklanmayın. Kuşkusuz her yazar mükemmel bir romana, öyküye ya da tiyatro oyununa imza atmak ister fakat masaya oturduğu gibi bu arzusuna kavuşan bir yazar bulunduğunu da sanmıyorum. Daha başlangıçta en iyisini yapma takıntısı yazmanıza engel olmaktan başka bir işe yaramayacaktır. İstediğiniz kadar iyi olmayabilir. Olmasa da yazın. Nasılsa yazdıklarınızın üzerinden geçmek için yeterince vaktiniz olacak.
• Birçok yazar için yazarlık ne yazık ki tek başına bir geçim kaynağı değil. Birçoğumuz gün boyu başka başka işlerde çalışıp akşam yorgun argın eve döndükten sonra tekrar masanın başına oturuyoruz. Öyle olmasa bile söz gelimi annelik, trafik ya da ilgilenilmesi gereken bir aile üyesi gibi vakit ayırmayı gerektiren sorumluluklar hepimizin hayatında mevcut. Bu durum ister istemez yazmaya ayırdığınız zamandan kısmanıza sebep oluyor. Çaresi ise çok yönlü olmak, aslında ölü geçirilen birtakım zamanları diriltmek. Örneğin üzerinde çalıştığınız öykünün ilk taslağını iş çıkışı servisle eve dönerken okuyabilir ve İstanbul’un trafik azabından bir parça olsun uzaklaşabilirsiniz. Aynı yöntemi çocuklarınızın dersinin bitmesini beklerken de pekala uygulayabilirsiniz. Burada dikkat etmeniz gereken tek şey kendinize çok fazla yüklenmemek ve kendinizi gereksiz bir strese sokmamak.
• Bir diğer konu ise hayır demeyi öğrenebilmek. Vaktimizin büyük çoğunluğunu harcadığımız işler çoğunlukla üzerimize vazife olmayanlar. Bunu anlamak için birazcık dikkatli bakmak yeterli. Kimi zaman hayır dememiz gerekenlerse işler değil, eğlenceler. Sonuçta kimse yazmanın fedakarlık gerektirmeyeceğini söylemedi. Ama sizi temin ederim ki arkadaşlarınızla sinemaya gitmek yerine masanın başına oturup yazdığınız bir akşamdan sonra ortaya çıkan sonuç sizi hiç olmadığınız kadar tatmin edecek.
• Fedakarlık demişken meşhur ve faydalı bir atasözünü de anmadan geçmeyelim: Ne ifrat ne tefrit! Yani ne çok az ne çok fazla. Siz masanın başında saatler harcarken odanın dışında akmakta olan bir hayat bulunduğunu unutmayın ve arada bir ara verip hayata dahil olun. Gerek masa başında saatlerce iki büklüm oturan bedeninizin gerekse durmaksızın çalışan zihninizin de arada sırada dinlenmeye ihtiyacı olduğunu unutmayın. Böylelikle ertesi gün tekrar masanın başına oturmak için gereken motivasyonu da korumuş olursunuz.
• Dikkatinizi dağıtacak şeylerden uzak durun. Sosyal medyanın altın çağında yaşadığımız düşünüldüğünde bu bir hayli zor elbette. Twitter, Facebook, Instagram gibi her an kendilerini yenileyen sosyal ağlardan kopmak kolay değil, fakat bir o kadar da gerekli. Yazmaya ayırdığınız süreyi (bu tek bir saat de olsa) yalnızca yazmaya ayırın. Sosyal medya hesaplarınızı kontrol etmeyin, e-postalarınızı kontrol etmeyin, arkadaşlarınızla online sohbetlere girişmeyin. Dikkatinizi yalnızca yazma eylemine odaklamaya çalışın. Bu şekilde masanın başında geçireceğiniz bir saatin dağınık bir dikkatle geçirdiğiniz üç saatten daha verimli olduğunu göreceksiniz.
• Son olarak gereksiz endişelere kapılmayın. Çağımızda birçok insanın yaşam kalitesini doğrudan etkileyen anksiyete sağlığınıza olduğu kadar yazarlık kariyerinize de zarar verir. Üstesinden gelinemeyen endişe sizi depresif bir ruh haline sürükleyebilir. Endişe ettiğiniz hiçbir durumun dünyanın sonunu getirmeyeceğinin farkında olun. Yayıncınızdan ya da dergideki yayın yönetmeninizden ek süre talep edebileceğinizi asla unutmayın, bunu alışkanlık haline getirmediğiniz sürece sorun yok.
Şimdi derin bir nefes alın, odaklanın ve yazmaya koyulun. Bol şans.
* Kaynak: Huffington Post
* Görsel: Selçuk Ören
Yeni yorum gönder