Takvimin bir yılını daha bitirirken sembolik çam ağacınızın dallarına hediye olarak, geçtiğimiz yılın ödüllüleri arasından birkaç kitap asabilirsiniz. Ancak kullanacağınız ip ve seçeceğiniz dal kalın olsun, ne de olsa ödüller gitgide daha ağır romanlara veriliyor.
Donna Tartt'ın The Goldfinch romanı, ABD’de 2013 yılında yayımlanmasına rağmen 2014'ün en başarılı romanlarından biri olarak kabul edilebilir. The Goldfinch, annesini terör saldırısında kaybeden genç bir çocuğun New York jet sosyetesinde ve sanat dünyasında büyürken, gitgide usta bir dolandırıcı oluşunu ele alan, kallavi bir roman. Hollandalı ressam Carel Fabritius'un 1654 yılına tarihli kuş tablosundan esinle adlandırılan 784 sayfalık roman, kimileri açısından Salinger'in Çavdar Tarlasında Çocuklar'ının soyundan gelen bir büyüme anlatısı, kimileri açısından da sanatla suçun nasıl yer değiştirdiğini gösteren bir başyapıt. Öte yandan romanın henüz başlarında, hiç umulmadık bir biçimde gerçekleşen terör saldırısı sıradan insan için anlamlandırılması mümkün olmayan yıkım eylemlerinin, 11 Eylül’ü yaşamış New York ahalisinin zihninde ne tür etkiler bıraktığını gösteren pasajlarda yer buluyor. Bu yönüyle The Goldfinch, Jonathan Safran Foer'den Don DeLillo'ya Amerikan psyche'sinin 11 Eylül’le ne hale geldiğini gösteren yapıtlar arasına da yerleştirilebilir.
Büyük Umutlar tarzında bir Dickens romanı olarak da kabul edilebilecek The Goldfinch'in başarısı o kadar umulmadık olur ki, Pulitzer En İyi Roman Ödülü'nü kazanır ve kitaplarını genellikle on yılda bitirebildiği için şimdiye kadar sadece üç romanı bulunan Tartt sayesinde Hachette Grubu, Amazon Grubu ile arasındaki kıyasıya internet satış mücadelesi sırasında yıkılmaz. Ancak Kasım ayında anlaşmaya varabilen bu iki büyük yayın holdingi, satışa sürülecek dijital kopyaların fiyatlandırılması ve gelirin paylaştırılması konusunda hemfikir olamadıklarından sinsi pazarlama yöntemleriyle birbirlerini zorluyorlardı. Öyle ki Amazon envanterindeki Hachette kitaplarının dağıtımını keyfi olarak geciktirip zorlaştırıyordu; ama Tartt'ın romanı hele Pulitzer aldıktan sonra Amazon tarafından “mecburen” satıldı. Kitabın sadece sert kapaklı nüshası, ağustos ayına kadar 600 bine yakın okura ulaştı. Hem ödül prestiji, hem satış miktarı, hem de yapıtının niteliğiyle Donna Tartt, yıl bitmeden Time dergisinin en etkili 100 insanı arasında da gösterilerek, 2014'ün en önemli edebiyatçılarından biri olarak tarihe geçti. Henüz dilimize çevrilmese de, hiç olmazsa yeni yayımlanan paperback nüshasını bir sevdiğimize ya da kendimize hediye etmek için yıldöngüsü ağacına asabiliriz biz de.
Savaşın Flanagan'a getirdikleri
Başka bir öneri gerekirse Booker Ödülü'nün bu seneki kazananı Avustralyalı Richard Flanagan'ın The Narrow Road to the Deep North'undan bahsedebiliriz. Tartt'tan sadece iki yaş büyük olan Flanagan (1961 doğumlu), çok daha üretken bir yazar (altı roman, beş kurgu dışı yapıt, hatta Nicole Kidman'la Hugh Jackman'in meşhur Avustralya filminin senaryosuna verdiği katkı ve kendi çektiği ödüllü filminin senaryosu); ama ekonomik durumu muhtemelen Tartt'tan çok daha kötüyken (söylediğine göre, beş sene boyunca romanını yazarken ekonomik darboğaza öylesine girmiş ki, kazandığı ödül ve neticesinde artan satışlar olmasaymış para kazanmak için ülkesinin kuzeyindeki madenlerde çalışmaya gitmeyi düşünüyormuş) şimdi düzlüğe çıkmış durumda. Düzlüğü sağlayan, ilk defa ABD’li yazarları da aday listesine aldığı için bu sene olağandan daha fazla gürültü koparan Booker Ödülü'nü kazanması. Dört dörtlük bir aşk/savaş/sonrası yapıtı ortaya koyan Flanagan, ödüle kadar mütevazi satışlar yapan romanının, ödülü kazandığı hafta 10 binin üzerinde nüsha satmasıyla, 140 bin poundun yanı sıra bir 50 bin poundun daha satış payı olarak hesabına yattığını görmüş. Ödülle taçlandıktan sonra Avustralya'nın en iyi yazarlarından biri olarak kabul edilmeye başlanan Flanagan, lafını sakınmadan, sert ya da yumuşak, irkilten ya da yatıştıran geniş bir ifade zenginliğiyle, dolu dolu kurguluyor romanlarını.
The Narrow Road to the Deep North romanında, Avustralyalı bir II. Dünya Savaşı Gazisi'ni, Dorrigo Evans'ı ana-karakter yapmış, bu karakter üzerinden, yaşlanmış bir beynin yorgunluğuktan parça parça hatırladığı ve sorgulayarak ortaya çıkarttığı detaylarla devasa ve kompleks bir romana ulaşmış Flanagan. Bir madenci kasabasında yaşayan yoksul bir ailede doğup cerrah olan, askerde subay olarak sert askeri koşullarda görev yapan Dorrigo Evans, askere gitmeden önce uzak bir akrabasının karısıyla büyük bir aşk yaşar, Burma'da Japonlara esir düşen on binlerce Avustralyalı'dan biri olarak meşhur Kwai Köprüsü'nün de içinde yer aldığı, "Ölüm Yolu" olarak adlandırılan demiryolunu hastalıklardan ve acımasız çalışma koşullarından patır patır ölen savaş esiri askerlerle birlikte inşa eder. Yine de kamptan sağ kurtulmakla kalmayıp Avustralya'nın en önemli savaş gazilerinden ve cerrahlarından biri olarak yetmişlerine ulaşır. Bir dönem Suriye ve Mısır çöllerinde de bulunduğundan, sanki bugünün varil bombalı, esir almalı Suriye iç-savaş koşullarını yansıtan bir pasaja da imkan verir. Özellikle savaşın ve esir kamplarının sertlikleriyle iğrençliklerinin, Japon subayların kendi askeri ve emperyal onur mekanizmaları altında esirler kadar nasıl harcandıklarının anlatıldığı demiryolu inşaatı bölümü ise yutulması zor bir demir lokma. Öncesine yerleşmiş tatlı yasak aşk hikayesi savaşın ve esaretin daha da çarpıcı gözükmesini sağlıyor, arkasından gelen Japon subayının kamp dışı ve yıkılmış/yenik Japonya'daki hayata uyum süreci ve yıllar sonra hükmettiği esir cerrahla ailecek karşılaşmaları kısımları da kitabın boyutlarının ve okurda hissettirdiklerinin git gide büyümesini sağlıyor.
Geçen sene Yeni Zelanda'dan Eleanor Catton'un The Luminaries adlı tuğla romanına ödül vermiş Britanyalılar’a, bu sene de ağacımızın dalına asmamız için Flanagan'ın katmanlı ve yoğun romanını seçtikleri için müteşekkir olmalıyız belki; ümidimiz seneye basit bir roman tercih etmeleri yönünde olacak yine de.
* Görsel: Ahmet İltaş
Yeni yorum gönder