Portakal Kültür ve Sanat Evi’nin 100. yılı vesilesiyle yayımlanmış olan dört kitabı elime aldığımda ilk aklıma gelen, daha çok “müzayede evi” olarak tanıdığım bir kurumun neden böyle bir çalışmaya ön ayak olmak isteyeceğiydi. Belki mesleki deformasyondur, belki de kitaplarla ilgili büyük resmi görme çabası... Bu dört kitabın bir aradalığı, Portakal ailesinin yüz yıllık serüvenini neden ve ne şekilde temsil ediyordu?
Bu dört kitabın bir aradalığı Portakal ailesinin yüz yıllık serüvenini neden ve ne şekilde temsil ediyor?
Son zamanlarda sık sık düşündüğüm bir mesele, sanatçının kendi mitolojisini yaratması. Mark Rothko dendiğinde, yoğun kırmızıların tuvaldeki enerjisiyle birlikte -dünya görüşünü de dikkatli dinlersek duyabileceğimiz- güçlü bir erkek figürü akla geliyor. Keza Marcel Duchamp’ın sakin sakin satranç oynamasıyla işlerindeki sinir bozucu olabilecek kadar basit sistem kaydırmaları arasına bir çizgi çekmek de güç. Burada anlatmaya çalıştığım, biyografik bilgilerden çok, sanatçının pratiğini işlerinin dışına taşırdığı, kendi söylemiyle birlikte mitolojisini de geliştirdiği bir 20. ve 21. yüzyıl figürü olgusu. Bu bağlamda da Türkiye’deki en önemli sanat simsarlarından birinin, 100 yılda neler yaptığının ve bu alanda neler yapılabileceğinin bilincini taşıyan bu dört kitaplık seriyle karşımıza çıkması, oldukça öz bilinçli bir üretime işaret ediyor.
Serideki görsel olarak en cazibeli içerik Osman Hamdi Bey: İzlenimler 1869-1885’te... Osman Hamdi’ye ait şimdiye kadar yayımlanmamış iki defterin tıpkıbasımını Edhem Eldem’in yorumlarıyla birlikte gösteren bu kitap, öncelikle tıpkıbasım konusunda şu ana kadar gördüğüm en iyi örneklerden biri olabilir. Defterlerin sayfalarının bire bir boyutlarda kitaba aktarılması ve kitabın boyutlarının da, tasarımının da bu defterlerle özdeşleşecek şekilde yapılması, defterleri birer fetiş objesi olarak değil de Osman Hamdi Bey gibi Türkiye’nin modernleşme sürecinde söz sahibi olmuş bir entelektüelin iç dünyasına ışık tutma aracı olarak kurgulandığını gösteriyor. Diğer bir deyişle, defterlerin söylediği şeyleri yorumlamaya çalışmak, defterlerin, güncelerin tarihsel süreçlerle olan ilişkisine işaret etmek gibi olgular Eldem’in yazılarını yönlendirirken, meraklı okuyucunun kendi yorumlarını yapabilmesi için de alan bırakıyor. Tarih yazımının her zaman kendisini güncellemesi gereken yapısını, özel koleksiyonlardaki objeleri var olan Osman Hamdi Bey bilgileri ve yorumlarıyla harmanlayarak, yeni bir açılıma olanak veriyor. Kitabın ismindeki “İzlenimler” alt başlığı da, yine önemli bir öz bilinçle her türlü belgenin halka açılımı sırasında gerçekleşen yorumlama ve izlenimleri bir araya getirme hareketinin altını çiziyor. Portakal serisinde bu kitabın oynadığı role gelince, Osman Hamdi Bey’e ait bu iki defterden bir tanesinin Portakal ailesine ait olması, Raffi Portakal’ın da bu kitap vesilesiyle diğer defterin de tıpkıbasımlarını yaptırıp, Eldem’in anlatımı altında iki defteri birleştirmesi, özel koleksiyonculuk ve obje toplama ile toplumsal ve tarihsel sorumluluk arasında bir denge kurduğuna işaret ediyor. Defteri kamusal bir kuruma bağışlamasa da (belki de böyle bir kurumun ve koleksiyonun olmaması da etken olarak gösterilebilir), defterlerin birleştirilerek sahip olunabilir bir fiyatta halka sunulması, nitelikli bir kamusal jest.
Her zanaatin hikayesi
Serideki görsel olarak en cazibeli içerik Osman Hamdi Bey: İzlenimler 1869-1885’te... Osman Hamdi’ye ait şimdiye kadar yayımlanmamış iki defterin tıpkıbasımını Edhem Eldem’in yorumlarıyla birlikte gösteren bu kitap, öncelikle tıpkıbasım konusunda şu ana kadar gördüğüm en iyi örneklerden biri.
İkinci ayak ise Portakallar’ın öz mitolojilerini bir nehir anlatım olarak kitaplaştıran, Enis Batur’un kaleme aldığı Portakal'ın Yüzyılı. Burada özellikle dikkat çekmek istediğim nokta, kitabın başlığı. Portakal’ın Yüzyılı, bu dört kitabın yüzüncü yıl vesilesiyle yayımlanmasına işaret etmekle birlikte, diğer bir taraftan da, hemen hemen 20. yüzyılın bütünüyle denk düşen, bir imparatorluğun modernleşme denemelerinden Cumhuriyet’in kurulmasına, orta sınıfın yaratılmasına, endüstrileşmeye, özelleşmeye uzanan dönemde, Portakal ailesinin kendisini adapte etmesini ve edebilmesini, bir yüzyıl eleştirisi ve mikro kliması olarak okuması. Aslında Portakal ailesinin hikayesi, ayakta kalabilmiş ve kuşaktan kuşağa geçebilmiş her zanaatin hikayesi; bir taraftan da para ve değer yaratmayı tamamen spekülasyon üzerinden yapabilme yetisiyle, başka hiçbir alanda olmayan esnekliğinden dolayı da, kimsenin hikayesi.
Dünyaca ünlü antikacı ve sanat taciri Duveen’in yaşamını kaleme alan S. N. Behrman’ın kitabı, Raffi Portakal tarafından ikinci kez yayımlanıyor. İlk yayımlanmasının üzerinden neredeyse yirmi sene geçmiş olsa da, bu kitabın şu anda yayımlanmasının, kurumsallaşmaya başlayan Türkiye sanat ekosistemi için ayrıca önemli bir yeri olduğunu düşünüyorum. Duveen’in ABD’deki hemen hemen bütün kamuya açılan özel koleksiyonlarda parmağının bulunması, Avrupa’daki eserleri Amerika’daki endüstri zenginlerine satması, Amerika’daki çoğu müzenin temel taşı niteliğindeki eser ve objelerin neden orada olduğunu açıklıyor. Türkiye ve ABD’deki sistem arasındaki benzerlikler çok. Devletlerin tutuk kültür politikaları, özel sermayenin sanat alanında en önemli aktör olmasını sağlıyor ve bu nedenle de özel koleksiyonlar, bir süre sonra kamuya açılarak “sanat tarihi”ni üretiyor. Duveen’in bu çerçevede oynadığı rol ile Portakallar’ın kendilerine biçtikleri rol -özellikle de Portakal’ın yüzyılı Türkiye’nin yüzyılı ile paralel olduğundan- belki de oldukça benzer.
Vollard’ın mütevazı ismiyle yanıltan Bir Tablo Satıcısının Anıları da hem Duveen’in biyografisi ile hem de Raffi Portakal’ın nehir anlatımı ile otobiyografi olması açısından kesişen bir kitap. 19. yüzyıl sonu, 20. yüzyıl başı Paris’inde yaşamış olan sanat taciri Vollard, Avrupa sanat piyasası üzerine düşüncelerini paylaşıyor. Vollard’ın sanatçılarla olan yakın ilişkisi, sanatçılarla sanat üretimleri ve sanatın değerlenmesi arasındaki köprüyü kuran sanat tacirlerinin sanat ekosisteminde oynadığı merkezi role işaret ediyor. Sanat tacirleri olmasaydı sanat piyasası olur muydu? Basit bir soru gibi görünse de aslında değer üretimini entelektüel üretim ile birleştiren altyapı, tam da sanat tacirlerinin zanaati. Portakal’ın öz mitolojisinde de değeri ve önemi tarihte defalarca ispatlanmış ve tasdiklenmiş olan erken 20. yüzyıl Paris’i ile desteklenmesi eminim ki tesadüf değil.
Yeni yorum gönder