Mad Men dizisinin bir bölümünden hatırlıyorum: Don Draper, ilk eşinden ayrılma sürecinde yaz boyunca kentte kalacaktır, New York’un meşhur görüntüleri eşliğinde kentteki dairesine taşınır. İşe gidip gelen bir banliyö sakini değildir artık; taşındığı kentte neyle oyalanacağını bulmaya çalışır, derken bir defter alıp yazmaya başlar ve havuz kenarına uzandığında John Cheever’ın Yüzücü’süne de selam çakar.
İşte, yaz sıcakları metropol insanının ne yapacağını şaşırdığı bir dönem açıyor olmalı ki kitap medyası olarak birçoğumuz “yaz okumaları” öneren dosyalar hazırlıyoruz, ilkokulda sömestr bitiminde elimize tutuşturulan “okuma ödevi listeleri” gibi listeler yapıyor, bazen kendi alanının uzmanlarına soruyoruz okunacakları; bazen de editörler ya da yayın kurulları şipşak seçiyor kitapları. Yayınevleri programlarını “yaz mitine” uyarlıyor, insanların tatile gideceği aylarda “hafif” kitaplar basıyor, reklamlarını şekerlemelerle, plajlarla, erotik çağrışımlarla dolu kitap kapaklarıyla doldurup dondurmacılıktan hallice yaklaşımlarla yayıncılığı sürdürüyor.
Uzun yaz günlerinde ne yapılır, ne okunur?
Dünya yayın piyasasında da benzer bir durum söz konusu elbette. Haziran ayından itibaren çıkan dergilerde ve internet yayınlarında mutlaka yaz kitapları öneren dosyalar yapılıyor, kelli felli ya da popüler yazarlara,tarihçilere, sanatçılara neler okuyacakları soruluyor: Mesela The Times Literary Supplement’ta (TLS) yazdığına göre yazar Lydia Davis Fransa’nın Roma işgaliyle ilgili kitaplar okuyacakmış bu yaz, dergi yazarlarından Francesca Wade ise Agota Kristof’un üçlemesinden Büyük Defter’i ve bizde de fenomenleşen Karl Ove Knausgaard’ın Kavgam kitaplarına kontra olarak kendi kitabı The Helios Disaster’ı yazan -Karl Ove Knausgaard’ın eşi- Linda Boström Knausgaard’ı okuyacakmış. The Observer’da yazdığına göreyse David Mitchell bir Zweig kitabı seçmiş, A. S. Byatt Ölü Canlar’ı önermiş –klasikler, hiç kurtulamadığımız kaderimiz mi?, Ölü Canlar demek ki sadece bizde en çok göze çarpan kitaplardan değilmiş–, John Banville’in klasiği Effi Briest olmuş, Geoff Dyer kendisinden beklenen çağdaşlığı sergileyerek Maggie Nelson’un The Argonauts adlı cinsiyet değiştirmiş kocasıyla yaşamını anlattığı anı kitabını bitirecekmiş, Margaret Drabble’ın listesindeyse Saramago ustadan Bütün İsimler yer alıyormuş.
Yayınlardaki listelerin yanı sıra, bu aylarda kitabevlerinin köşelerine de seyahatle, tatille ilgili romanlar özenle seçilerek konuluyor: Amsterdam’daki Waterstones şubesi Lizbon’u düşünüyorsanız Lizbon’a Gece Treni’ni, Paris’i düşünüyorsanız Kirpinin Zarafeti’ni, İstanbul’u düşünüyorsanız Elif Şafak’ın bizde Ustam ve Ben, İngilizce adıyla The Architect’s Apprentice romanını öneriyor mesela. Kentteki başka bir kitabeviyse vitrinini Afrika kıtasından, Türkiye’den ve Çin’den kitaplarla süslüyor; Hollandalılar açısından merak duyulan yeni coğrafyalar buraları olsa gerek. Bazı dergilerin internet siteleri ise yaz boyunca aylaklara ilginç listeler sunuyor: London Review of Books’un internet sitesinde “Londra’da yüzmek”, “Londra’da yürümek” gibi başlıklar seçilmiş mesela, Dyer’ın ilk romanı The Colour of Memory ile Ali Smith’in There But For The romanı Londra yürüyüş listesinde; The Paris Review yaz boyunca #ReadEverywhere “hashtag”iyle kendi tanıtımını yaparken yaz sayısında Houellebecq’in bir bakıma kıyametin kapağını açan kitabının İngilizce çevirisi Submission’ı muştuluyor. Gazete eklerinde de es geçilmiyor yaz okumaları: Fransa’da Le Monde des Livres eki Krasznahorkai’nin sekiz öykülük bir derlemesi Sous le coûp de grace’ı, Jessie Burton’un Amsterdam’ı bir kere daha popülerleştiren kitabı Minyatürcü’sünün Fransızca baskısını öneriyor. The New York Times ise elbette yazın en popüler kitabı Harper Lee’nin fenomeni Go Set a Watchman’ini öneriyor, tıpkı dünyanın her tarafındaki İngilizce kitap satan yayınevlerinin vitrinleri gibi. Ya da Joshua Ferris’ten To Rise Again at a Decent Hour, Stephen King’den Bay Mercedes, Emma Straub’tan Her Şey O Yaz Oldu gibi daha az spektaküler önerileri de söz konusu.
Uzun yaz günlerinin, güneş altında pek de nefes aldırmayan, cildi kavuran koşullarında ne kadar sağlıklı okuma yapılır, ne kadar sağlıklı aylaklık yaşanır bilinmez tabii, ama bir kuytuda kitap okumanın, anlatılara kapılmanın, kahramanları takip etmenin ne kadar sürükleyici, zamanı kemirici olduğunu her okur yaşamıştır. Dünyanın, ülkenin, dostların ve düşmanların birbirleriyle kapışmalarından, her gün yaşanan şoke edici olaylardan azade kalınabilir; kişinin aklı fikri terörle savaşın kahredici gerçeklerinden kararmazsa tabii...
Yaz boyunca gidebilenlere ve gidemeyenlere
Kişisel olarak yazı seyahat ederek geçireceklere birkaç kitap önermek istiyorum: W. G. Sebald’ın İngiltere’deki Suffolk bölgesinde yaptığı yürüyüşte yazdığı metinlerden oluşturduğu Satürn’ün Halkaları, Lawrence Durrell’in Yunan adaları üzerine kişisel gözlemleriyle birlikte yazdığı The Greek Islands kitabı, Hollandalı Cees Nooteboom’un dünyanın farklı yerlerde dolanırken kurguladığı metinlerinden oluşan Gezginin Oteli, sanki Oruç Aruoba’nın ya da Bilge Karasu’nun bir kitabıymış gibi gelen Rebecca Solnit’in Kaybolma Kılavuzu, Amerikan coğrafyasında karşıtkültürün filizlenmesine sebep olacak aylaklığın küçük anlatılarının yer aldığı Nelson Algren’den Yabanda Gezinti, Jon Krakauer’in –Sean Penn’in filmine ilham veren– Alexander Supertramp namlı Christopher McCandless’ın hayat hikayesini yazdığı Yabana Doğru...
Ama seyahat etmeyecek, durağan kalmak isteyecek, yaz bunaltısında kendisine normal hayat temposundan biraz daha fazla geniş zaman ayırabilen ve bu sürede ne yapacağını şaşıranlara, Don Draper’ın yaptığını önereceğim. Elin altında yoksa yakındaki bir kırtasiyeciye gidip, güzel bir defter, iyi bir kalem alınabilir, seçilen kuytuya geçilebilir ve önceden planlanmış olsun olmasın yazmaya başlanır. İçimizdeki yazarın ortaya çıktığında ne yazacağı belli olmaz ama bir haftalık izinde bir Proust ya da Knausgaard boyutuna gelemeseniz de, bir Murakami gibi yüzerken aklınıza gelenleri dışavurabilirsiniz.
* Görsel: Ethem Onur Bilgiç
Yeni yorum gönder