Instagram denen sanal sergi salonunda herkes kendisini sanatçı olarak tanımlaya ve başparmak takipçilerince sanatçı zannediledursun, sanat, her zaman olduğu gibi ne zamanın içinde ne de büsbütün dışında yaşar. İstanbul Modern’deki Sanatçı ve Zamanı sergisi de Ahmet Hamdi Tanpınar’ın, “Ne içindeyim zamanın ne de büsbütün dışında,” sözünü mihenk taşı bellemiş. Bu, bir sanatçı için öylesi hayati bir söz iken, sergi, maalesef bu sözü tutamamış gibi görünüyor.
Ara Güler, Eski Galata Köprüsü’nde trafik (1956)
Sanatçının zamanla uluorta kurduğu mahrem ilişkiyi ilk elden açık eden alan elbette eseri. Ancak Sanatçı ve Zamanı sergisindeki eserleri, sergi başlığındaki yaklaşımla seyredebilmek için, eserin üretildiği toplumsal ve bireysel zamana dair de elimizde az buçuk bilgi olması lazım gelirdi. Eserlerin yanına sanatçıların yalnızca yaşam öyküsünü iliştirmek yerine, zamanla aralarının sıkı fıkı mı/limoni mi olduğunu görmemizi sağlayacak birkaç vurucu bilgi yerleştirmek, serginin verdiği sözle daha bütünleyici olabilirdi. Sanatçının o eseri ürettiği sırada sahip olduğu –ya da olmadığı– kişisel zamana yakın tanıklıklar, günlükler veya mektuplar üzerinden ulaşılabilirdi. “O dönem hayatı şöyleymiş,” dedirterek taşlar bir nebze yerine oturabilir, daha da iyisi, yerinden kayabilirdi. Eserin üretildiği zamanın toplumsal, kültürel, siyasi ahvali de can alıcı noktalarıyla belirtilebilirdi.
Toplumsal zaman / Bireysel zaman
Bir eserin zaman olması, bir söz oyununun ötesinde nedir? Ahmet Hamdi Tanpınar’ın, sanatçının bir dizelik manifestosu tadındaki sözüne dönelim. Zamanın içinde olduğunu kati surette reddediyor. Ancak dışında olduğunu tamamen inkar etmiyor. Bu şu demek; sanatçının içinde olduğu tek gerçek kendi dünyası. Başka hiçbir şeyin içinde değil, başka hiçbir dünyaya ait değil. Bununla birlikte, içinde olmasa da dışında da olmadığı bir dünyanın varlığını da gayri mecburi kabul ediyor. İşte bu toplumsal zaman, sanatçının kesinlikle ait olmadığı ama yakasını da kurtaramadığı zaman. Çünkü sanatçının ölümsüzlüğünün tek koşulu, faniliği. Bir noktadan sonra herkes gibiliği.
Burhan Uygur, Kapı, 1987-1989
Sanat eseri, sanatçının zaman ikileminin ürünü değildir. Aksine. Çakışan ve çatışan zamanların ürünüdür. Bu iki imkansız, uyumsuz zamanın –toplumsal ve bireysel zaman olarak adlandırsak da kesin sınırlarını çizmemizin mümkün olmadığı, yarı geçirgen ruh halleri diye tanımlamanın daha doğru olduğu iki zamanın– temasından, zamanı kendisine münhasır bir mekan çıkar ortaya. Sanat eseri bu mekandır çünkü vücuda gelmiş fikrin, duygunun fiziki olarak belirli bir hacmi, dokusu, eni-boyu vardır. Bu resim için de böyledir, edebiyat için de. Bu mekan, bir zamanın birimidir, çünkü olmak için yapılmıştır. Yapmak, söz konusu sanatsa, başı sonu yok bir olmaya varır.
Birileri zamanı öldürürken, inatla zaman yaratan insana sanatçı denir. Bu zaman, birdenbire bir başka insana dokunup, onun hayata tahammül etmesine bazen de isyan etmesine sebep olacak kuvvette bir sanat eseridir. Hiçbir sanat eseri sanatçısına ait değildir. Ne içindedir sanatçısının ne de büsbütün dışında. Sanatçısına minnetle var olur ve onu eziyetle var ederken, artık o onu seven, ona ihtiyaç duyanın içindedir. Sanat eserini kucaklayan seyirci, onun zamanıdır bundan böyle. Uzun sözün kısası, sanatçı, –her şeyin sebebi ve her şeyin sonucu olan– insanlar için sığınılacak alternatif zamanlar yaratma ustasıdır.
Bedri Rahmi Eyüboğlu, Han Kahvesi, 1973
Yılın son gününe kadar gezebileceğiniz Sanatçı ve Zamanı sergisinde yer alan kimi eserlerle karşılaştığınızda, sözlerime hak vereceğinizi ümit ediyorum. Burhan Uygur’un Kapı’sından içeri girer, Bedri Rahmi’nin Han Kahve’sinde buruk bir bardak çay içer, Yıldız Moran’ın fotoğraflarından siyah beyaz bir çocuk gibi geçer, Aliye Berger’in elini şakağına dayanan kadınının düşüncelerini okur, Ara Güler’in Galata Köprüsü’nde zamanı unuturken sanatın işte buna yaradığını söyleyeceksiniz kendinize. Ama bu dediğiniz nedir, ne kendinize itiraf edecek ne de başkalarından işitmek isteyeceksiniz.
* Fotoğraf: Murat Germen
Yeni yorum gönder