Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Dosya


Dosya

Zihni genişleten saykodelik güz okumaları




Toplam oy: 1221
Bu sonbaharın olası yatak istirahatlerine hazırlık olsun diye yakın dönemde yayımlanmış ve yayımlanacak bazı yeni kitaplara göz atmakta fayda var.

Sonbahar okullara dönen çocuklar, raflara yerleşen yeni kitaplar ve soğuk algınlığıyla yataklara düşen insanlar mevsimi. Bir elde kitap, ötekinde mendil; alınan ilaçların karıştırdığı bir zihinle, takip ettiğimiz bir yazarın yeni anlatısını deşifre etmeye çalışır, bir yandan da halüsinasyona yaklaşan rüyalarla huzursuz uykulara dalarız. Gündelik rutinimize verdiğimiz bu zorunlu este, çocukluğun uzun günlerini anıştıran bir güzellik saklıdır.

 

Bu sonbaharın olası yatak istirahatlerine hazırlık olsun diye yakın dönemde yayımlanmış ve yayımlanacak bazı yeni kitaplara göz atmakta fayda var. Bu kitapların hiçbirinin “kolay” olmadığını, kimi zaman bilimkurguyu kimi zamansa bilinç akışını ve sayıklamayı andıran dilleri nedeniyle çevirilerinin kısa dönemde mümkün olamayacağını şimdiden belirteyim. İnsanın yazarken kullandığı dil kadar hâkim olamadığı bir başka dilde zor metinler okumasının, başlı başına hastalık olarak görülmesi de mümkün tabii; ama burada amaç zaten sayrılı bir hale garip eşlikçiler bulmak.

 

Yoksa hepimiz David Mitchell'in zihninde miyiz?

 

Wachowski Kardeşlerin Bulut Atlası'na kondurduğu öpücükle popülaritesi bir çığ gibi büyüyen, Hayalet Yazılar'dan Siyah Kuğu Parkı’na, oradan da Jacob de Zoet'in Sonbaharı'na, kaleme aldığı evrenlerin büyük bir kısmı bizim dilimize de çevrilen David Mitchell'in yeni romanı The Bone Clocks (Kemik Saatler), Mitchell evrenini yeni katmanlar ve kesişmelerle genişletiyor. Üstelik Mitchell artık röportajlarında açık açık, bir evren kurduğunu, halihazırda yaratılmış tüm karakterlerinin yazgılarına yeni kitaplarında devam ettiğini ve ömrü boyunca bu oyunu oynayacağını belirtmekten çekinmiyor. The Bone Clocks’ta ise, alametifarikası katmanlar, on beş yaşındaki kaçak kız Holly Sykes'ın radyo sinyallerini takibiyle başlayarak Cambridge öğrencilerine, Irak'taki kaosun içinde kalmış bir gazeteciye, hayal kırıklığı içindeki bir yazara ve elbette kadim savaşın yüzyıllardır sürdüğü gerçeğine açılıyor.  Mitchell'in eski romanlarına ne gibi köprüler kurduğunu, romanı kat ederken heyecan verici rastlantılarla öğrenmeyi, hasta yatağındaki okurlara bırakıyorum.

 

Zihin hallerinin karışıklığını diline yansıtan metinlerden biri de Will Self'ten gelebilir. Türkçesi Sel Yayıncılık tarafından Sıla Okur çevirisiyle yayımlanan Şemsiye'de başlattığı yoğun deneysel ve modernist üslubuyla Self, tekinsiz psikiyatr Zack Busner'in Kavram Kliniği'nde geçen yeni bir roman yazmış: Shark (Köpekbalığı). Kitap Şemsiye'de geçen olaylardan bir sene öncesine bakıyor ve yine birtakım hastalarla doktorların hayat hikayelerini güvenilmez anlatıcıların ağzından, yazım kurallarını hiçe sayarak ama dikkatle takip edildiğinde şiirselliğini ve anlamlarını sökmemizi elbette mümkün kılarak birbirine bağlıyor. Okurlar tarafından artık pek tercih edilmeyeceğini iddia ettiği büyük romanlarından birini daha ortaya koyan Self, dünyayı, mücadeleleri, akıl hallerini, psiko-somatik deneysel ilaçları ve psikiyatrik teorileri aynı potada kaynatıyor. Bu, ateş düşürücünün sersemlettiği zihniyle hasta yatan okurda gerçekten trip yaratabilir!

 

Bilimkurgunun yıldızlarından sanrılar ve farklı boyutlar

 

2014 yılında yayımlanan bir üçlemeyle bilimkurgunun ustaları arasına usulca süzülüverdi Jeff Vandermeer. Daha önce bu sayfalarda derlemelerinden bahsetmiş olduğum yazar, gizemli bir bölgede, bilinmeyen bir doğanın içinde araştırma yapan bilim insanlarının (ilk romanda dördü de kadın) keşif yolculuklarını ele aldığı tüyler ürpertici bir seri kurgulamış: The Southern Reach Trilogy (Güney Menzili Üçlemesi). Şubatta yayımlanan Annihilation (Yok Ediş), mayısta gelen Authority (Otorite) ve eylülde nihayete eren Acceptance’ta (Kabul Ediş) okur, insanların varmaya bile çekindiği bakir bir coğrafyaya (böyle coğrafyalar kaldıysa eğer) yapılan ve daha önceki on birinden kimsenin dönmediği seyahatlerin tedirginliğini hissedebilir, bir bakıma “Lost adası”ndaki gibi oraya buraya dağılmış sürprizlerle uygarlığın izlerini bulabilir, yeni doğa kuralları ve yaratıkların silsilesiyle korkunun boyutlarını keşfedebilir. Margaret Atwood'dan Stephen King'e pek çok duayen tarafından övülen bu kitaplarla Vandermeer, hasta zihinlerimizi hem sürüklüyor hem de ürkütüyor. Böylece kendimizden geçtiğimiz nekahet dönemlerinde kabuslarımızın bizi iyileştirmesine yardımcı oluyor. Metropollerimizden uzaklaşıp kurgusal ormanlara ve vadilere girdiğimizde görebileceklerimizin ucu bucağı yok ne de olsa. Gerçi Paramount tarafından film hakkı satın alındığına göre, Vandermeer'in yapıtlarını birkaç seneye “izleyebileceğiz.”

 

Tüm bu kitaplarla ayın sonuna kadar iyileşmemiş olursak eğer, William Gibson'ın yeni çıkacak romanıyla son zihinsel yolculuğumuzu yapabiliriz: The Peripheral (Çevresel). Cyberpunk'ı ve siber âlemi kavramsal olarak yaratan, teknolojiyle bilincin sanal ve psikosomatik hallerini karıştıran, ilk başta bilimkurgu yapar gözükürken dünyanın koşulları geçtiğimiz yüzyılın sonlarına doğru yazdıklarını yakalayınca günümüzün ileri teknoloji hallerini The Blue Ant üçlemesinde kaleme almaya devam eden Gibson, yine bilgisayarlar, oyunlar, sinir ağları, savaşlar, deneyler, ilaçlar içeren, kat edilmesinin zihnimizi dönüştüreceği bir yapıtı kitabevi raflarına yolluyor. Yeni yüzyılda teknolojinin uç sınırlarını keşfeden (kitaplarında bahsi geçen Node dergisinden de esinle) Wired dergisini okuyormuş izlenimi veren Gibson'ın son kitapları (Artemis'ten Mert Süğün çevirisiyle yayınlanan Görünmez Dünya bunlardan biri), kendine özgü bir casusluk ve macera sosuna bulanmış çalışmalar. Ama ta Philip K. Dick'ten beri insanların zihin hallerinin dönüşümlerine bakmaktan büyük haz alan klasikleşmiş bir bilimkurgu damarını da ihmal etmiyor bu kitaplar. Bakalım Peripheral bizi günümüzün, haberdar bile olmadığımız, hangi teknolojik gerçeklikleriyle tanıştıracak ve zihnimizi ne tür olasılıklara karşı uyaracak.

 

Çivi çiviyi söker mantığıyla, soğuk algınlığının bulandırdığı zihninizi böylesi zorlayıcı yapıtlarla yıkadıktan sonra, muhtemelen ya yepyeni bir kişi olarak rutininize geri döneceksiniz ya da zaten çoktan kitapları elinizden fırlatmış olacaksınız. Şimdiden geçmiş olsun.

 

 


 

 

* Görsel: Selçuk Ören

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Dosya Yazıları

Günlük yaşantıdaki kurallar çoğu zaman, yazılan eserler için de geçerlidir. Zorla gerçekleşen, kendine biçilen rolden fazlası istenen veya aşırıya kaçan her şey güzelliğini yitirir. Şair Eyyüp Akyüz, son kitabı Eskiden Buralar’da, adeta bu bilginin ışığında şiirlerini uzun tutmadan bitiriyor ve akılda kalan mısraları bize yadigâr kalıyor.

 

-Kimsin?

-Anneannemin torunuyum.

 

Divan Edebiyatı, sahibi meçhul bir kavram. Her halükârda 20. yüzyılın başında ortaya çıktığı konusunda bir tartışma yok. İskoçyalı oryantalist Elias John Wilkinson Gibb’in 1900 yılında yayınlanan Osmanlı Şiiri Tarihi kitabında bu kavrama hiç yer verilmez. Hepsi batılılaşma döneminde düşünülen isim alternatiflerinden biridir “Divan Edebiyatı”.

Arap coğrafyasında üretilen roman, öykü ve şiirler son yıllarda edebiyat gündeminde karşılık buluyor. Avrupa başta olmak üzere Batı’da düzenlenen büyük ve uluslararası kitap fuarlarındaki temsiliyetin güçlenmesi, en yeni eserlerin prestijli birçok ödüle değer görülmesinin bu ilgideki payı büyük elbette. Batı’nın doğuyu gördüğü “egzotik göz”le romantize edilemeyecek bir yükseliş bu.

Yirminci yüzyıl başlarında İngiltere genelinde Müslümanlara yönelik hasmane tavırlar öne çıkarken, İslam’ı seçenlerin sayısında da gözle görülür bir artış söz konusudur. İslam’la müşerref olan bu şahsiyetler, yeri geldiğinde İslam dünyasının savunucuları olarak da önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.