Maceraların her birinde Guy Delisle ana karakter olarak bulunuyor. Kenti ve çevresini çocukça bir masumiyetle keşfederken, anlatım dili kadar çizgisinin de o keşifçi tavrını aktarmakta ne kadar başarılı olduğunu görebiliyoruz. Delisle, son dönemin biyografik/tarihi çizgi romanlarına paralel şekilde, gittiği yerlerde yaşadığı kişisel tecrübeleri anlatırken karşılaştığı kültürün detaylarını aktarmakta eksik kalmıyor; öykülerini takip ederken bir yandan turistik bir gezinin parçasıymış gibi hissettirmeyi de başarıyor.
Çizgi romanları genelde kurguyla tanıyoruz; kahramanların fink attığı, sinemada veya edebiyatta yakalanamayan imkânların görsel ve metin kombinasyonunda kendini bulmasıyla sınırları zorlayan, mecrayı tam anlamıyla kullanan hikâyeleri çizgi romanlara daha çok yakıştırıyoruz. Ancak bir yandan da çizgi roman geniş kitlelere yayıldıkça farklı hikâyelerle buluşabildiğini görüyor, konvansiyonel çizginin dışında ve görünen potansiyelinin çok ötesine ulaşan çizgi roman işlerine rastlıyoruz. Bu öyküler biyografik hikâyelerden belgesel içeriğine, korku anlatılarından kavramsal metinlerin çizgi romanlaştırılmasına kadar uzanabiliyor. Kanadalı çizer Guy Delisle de bu genişleyen platforma, dünyanın farklı noktalarına yaptığı zorunlu ziyaretler sırasında yaşadığı trajikomik olaylar ve keşfettiği kültürel anlatılarla dahil oluyor.
Dört kitapta devr-i alem
1966 doğumlu çizer Guy Delisle, 2000’lerin başından beri profesyonel anlamda çizgi roman üretiyor; öte yandan bir animasyon tasarımcısı olarak eğitimler veriyor ve bu alanda çalışıyor. Çizgi romanlarında da andığı doktor eşinin Sınır Tanımayan Doktorlar çalışanı olması sebebiyle çok fazla ülke geziyor; bu ülkeler de ilgili kuruluşun çalışma alanı sebebiyle farklı tecrübeler sunma konusunda hiç eksik kalmıyor. Delisle, Çin’in karanlık metropolisi Shenzhen’den (Shenzhen: Çin’den Bir Gezi Hikayesi, Karakarga: 2017) demokrasinin çıkar yol bulmaya çalıştığı Burma’ya (Burma Günlükleri, Karakarga: 2017); Filistin’i anlayıp öğrendiği Kudüs’ten (Kudüs Günlükleri, Karakarga: 2018), bir türlü keşfedilemeyen ülke Kuzey Kore’ye (Pyongyang: Kuzey Kore’ye Yolculuk, Karakarga: 2016) savruluyor; bu savrulmalar sırasında bazen ailesiyle, bazen de tek başına maceralara atılıyor. Bu maceraların her birinde Delisle ana karakter olarak bulunuyor. Kenti ve çevresini çocukça bir masumiyetle keşfederken, anlatım dili kadar çizgisinin de o keşifçi tavrını aktarmakta ne kadar başarılı olduğunu görebiliyoruz. Delisle, son dönemin biyografik/tarihi çizgi romanlarına paralel şekilde, gittiği yerlerde yaşadığı kişisel tecrübeleri anlatırken karşılaştığı kültürün detaylarını aktarmakta eksik kalmıyor; öykülerini takip ederken bir yandan turistik bir gezinin parçasıymış gibi hissettirmeyi de başarıyor. Aslında bir yandan da son dönemin popüler akımlarından antiturizm’i de çizgi romanın konusu haline getirmeyi başarıyor. Açmak gerekirse, içinde bulunduğumuz olağanüstü salgın durumu öncesinde popülerleşen anti-turizm, dünyanın farklı noktalarında, ilginç ama tehlikeli tecrübelere odaklanan, politik veya coğrafik zorluklara göğüs geren bir turizm anlayışını temsil ediyor. Son yıllarda Çernobil gezileri veya iç savaş yaşayan ülkelere yapılan ziyaretler gibi örneklerle ve bu alandaki internet üzeri yayınlarla popülerleşen anti-turizm, bir bakıma çizer Delisle’in bahsi geçen kitaplarındaki maceraların çizgi roman mecrasından koparak akımlaşmış halini yansıtıyor.
Çeçenistan’da esir bir doktor
Delisle’in 2017 yılında, önceki eserlerinden farklı şekilde, ilk versiyonunu İngilizce olarak yayınladığı Rehine (Karakarga: 2020) aslında ona ait bir hikâye değil ve belki de işleri içerisinde başrole kendisini veya ailesini yerleştirmediği ilk örnek. Rehine, 1997 yılında Sınır Tanımayan Doktorlar’ın Kafkasya bölgesi sorumlularından Christophe André’nin, Çeçenistan’da fidye için kaçırılmasının ardından yaşadığı tecrit hayatını ve özgürlük arayışını anlatıyor. Fransız Christophe’un kaçırıldığı anla başlayan hikâye, sonunu göremediği bir ev hapsinin başkarakterde yarattığı mekân, zaman ve anlam kaymasını çizgi roman arayüzüne başarıyla taşıyor. 111 gün süren bu ev hapsinde yaşananlar, André’nin hayal gücüyle ürettiği farklı hikâyeler ve düşüncelerle desteklenerek renkleniyor. Ancak bu renkli kısımlar dışında neredeyse tamamen tek mekânda geçen hikâye, aslında çizgi romanın konvansiyonel sınırlarını bir yandan da zorluyor. Bu tekdüze olması beklenen anlatı Delisle’in maharetiyle eğlenceli bir öyküye dönüşüyor ve birbirine benzeyen kareler, çizerin eliyle zenginleşiyor. Böylelikle çizgi roman için iddialı sayılabilecek 432 sayfa, bir çırpıda ve merakla okunacak bir esere dönüşüyor. Çizerin biyografik anlatılarındaki nispeten naif çizgiler, Rehine’de sertleşirken gene önceki eserlerindeki renk kullanımı burada yerini soğuk ve mesafeli bir renk paletine ve çizgi tercihine bırakıyor.
Biyografinin kurgusu
Delisle’in bahsi geçen diğer eserleri her ne kadar ciddi ve gerçekçi hikâyeler anlatsa da, çizerin bağımsız zaman dilimlerinde geçen olayları farklı öykü yapılarıyla aktarması, öykülerin büyük çoğunluğuna one-liner benzeri kapanış esprileri eklemesi, çizerin sade ve eğlenceli çizgileriyle birleşerek eğlenceli mizansenler üretiyor. Delisle’in hemen her biyografik öyküsünde kullandığı bu yöntem, çizerin ebeveynlik üzerine hazırladığı, komik çizgi roman serisinde de kendini tekrar ediyor (A User’s Guide to Neglectful Parenting ve devamındaki eserler, Drawn & Quarterly: 2013-2019). Ancak bu durum Rehine’de farklılaşıyor ve her ne kadar çizerin tarzından pek uzaklaşamasa da başkalaşmayı başarıyor. Bu sayede Rehine, her ne kadar küçük ölçekte mizahi öğeler barındırsa da, Delisle’in belki de en ciddi kitabı olarak öne çıkıyor. Zaten dramatik olan öyküyü yavaşlatmadan, dinamik çizgilerle anlatırken bir yandan da karakterin çaresizliğini başarıyla vurguluyor. Böylelikle benzer biyografik hikâyeleri anlatmakta farklı yöntemlere sahip Rutu Modan ve Marjane Satrapi gibi çizerleri hatırlatıyor; dramatik hikâyeyi hızlı diyaloglar veya (Rehine örneğinde olduğu gibi) zekice yazılmış iç ses monologlarıyla zenginleştiriyor. Bu noktada bize biyografinin de bir kurgusu olduğunu ve o kurgu hangi türe çekilirse biyografinin tonunun da o derece dönüşeceğini hatırlatıyor.
Guy Delisle, günümüz itibariyle en üretken ve eğlenceli çizgi romancılardan biri olarak öne çıkıyor. Alanındaki benzerlerine kıyasla kendi tarzını ve üslubunu yaratmaktaki maharetiyle göze çarpıyor. Ülkemizde eserlerinin önemli kısmının Türkçeye çevrilmiş olması ise büyük bir şans; ve biyografik/ belgesel çizgi romanlara ilgili olanlar için kaçırılmayacak bir fırsat yaratıyor.
Yeni yorum gönder