M. Night Shyamalan'ın yazıp yönettiği 1999 tarihli Altıncı His (The Sixth Sense) filminin ilk gösterimleri sırasında, filmi izledikten sonra salondan çıkanların, izlemek için bekleyenler arasından geçerken yapabileceği en büyük gaddarlık, “Meğer Bruce Willis ölüymüş,” cümlesini yüksek sesle dile getirmeleriydi –her topluluktan böylesi bir ‘gaddar’ mutlaka çıkar! Filmi, salona giriş-çıkışların aynı kapıdan yapılması gereken bir sinemada izleme şanssızlığını yaşayan ve o malum gaddarın sözleri kulağına bir şekilde çalınmış benim gibilere düşen avuntu ise, filmin nasıl sona erdiğini değil, sona nasıl gelindiğinin, konunun nasıl işlendiğinin zevkini çıkarmaya çalışmak olmuştu.
Benzer bir durum, özellikle temelinde ‘katil kim?’ (whodunit) sorusunun yer aldığı polisiyeler için de geçerli. Böylesi bir roman elinizdeyken, onu daha önce okumuş bir tanıdıkla o sıralar pek görüşmemek ya da konuyu açmamak yerinde bir hareket olacaktır. Ayrıca, romanın son sayfalarını karıştırmaya zorlayan ve çoğu zaman karşı konulamaz o dürtüye de yenik düşmemek gerekiyor elbette. Bu nedenle, kitabın yayımlandığı ilk günlerde tanıtım yazıları yazanlar da ‘okuma keyfine halel getirmemek’, açık vermemek için dikkatli yazmak durumunda kalırlar genellikle. Charles Dickens’ın Edwin Drood’un Gizemi adlı romanı içinse endişeye mahal yok...
İlk ‘gerçek’ polisiye
Edwin Drood’un Gizemi’ni ilgi çekici kılan, öncelikle Charles Dickens imzasını taşıması. Buna ek olarak da bazı uzmanlar tarafından klasik anlamda ilk ‘gerçek’ polisiye roman olarak anılması. Ancak romanı bir üst basamağa taşıyan, adına yansıdığı gibi gizemli hale getiren unsur ise, tamamlanamamışlığı. Dickens’ın 58 yaşında hiç beklenmedik bir anda felç geçirip hayatını kaybetmesiyle yarım kalmış Edwin Drood’un Gizemi, bu özelliğiyle polisiye tarihinde tek örnek olarak önümüzde duruyor.
Kuşkusuz kitabın sır perdesi, o günden bu yana, birilerini harekete geçirmekte gecikmemiş. Kitabın arka kapağından aktarırsak: “Farklı yazarlar tarafından yazılan ‘devam’ metinlerinin sadece tanınmış olanları bile 150’den fazladır. İlki Dickens’ın ölümünden hemen sonra, 1870 yılında T.C. De Leon tarafından ABD’de yayımlanmıştı. Sonuncusu ise Ulrike Leonhardt tarafından 2001 yılında Almanya’da yayımlandı.” Erol Üyepazarcı’nın aktardığına göre de, “Edwin Drood’un öyküsünü kendine göre yorumlayıp bitiren yazarlar içinde en bilineni Michael West’dir.” (Korkmayınız Mister Sherlock Holmes!, cilt 1, Maceraperest Kitaplar, 2008, s. 130, dn. 43)
Öksüz iki genç
Hikâye, antik bir kent olarak tanımlanan Cloisterham’da geçiyor. Dickens’ın caddelerinin sessizliğini, tek bir anacaddesinden başka pek bir yolunun olmadığını vurguladığı bu kent, Edwin Drood’un ortadan kaybolmasıyla belki de hiç olmadığı kadar hareketlenir; çünkü normalde, “Cloisterham’da hayatın hâlâ işlerliğinin en bereketli ve en anlaşılabilir kanıtı pek çok bahçede rastlanan bitkisel hayattır.” Edwin Drood, zaman zaman Londra’dan Cloisterham’a gelerek amcası ve aynı zamanda vâsisi John Jasper’ı ziyaret etmektedir. Bu ziyaretlerinin bir diğer sebebi de, Rahibeler Evi’nde kalan nişanlısı Rosa Bud’la buluşmaktır. Her ikisi de öksüz bu iki genç, daha çocukken, aileleri tarafından beşik kertmesi usulüyle nişanlanmışlardır ve evliliğe doğru yol almaktadırlar. Ancak gençlerin ikisi de, özellikle de Edwin Drood, evlilik konusunda emin olamamaktadır. Tam da o günlerde Londra’dan bir hayırsever, iki genç kardeşi (ikiz kardeşler Neville ve Helena Landless) eğitim almaları için Cloisterham’daki Yardımcı Papaz Bay Crisparkle’ın himayesine verir. Gençlerin bir araya geldikleri daha ilk günden, karışık duygular rüzgârı aralarında esmeye başlar: “Artık ortada bu konuşmanın gizli pınarlarını besleyen iki gizemli insan doğası vardır. Bir tarafta, Küçük Rosabud’dan fazlasıyla etkilendiği aşikâr olan ve elindeki mükafata hiç de sıkı sarılmadığını gördüğü Edwin Drood’a kızgın Neville Landless. Diğer tarafta, kız kardeşini rahatlıkla ortaya atabildiği için Neville’e kızacak kadar Helena’dan hoşlanan Edwin Drood.” Hatta nişanlısı Rosa Bud’la ilişkisine karışılmasından hoşlanmayan Edwin Drood ile onun Rosa Bud’a değer vermeyen davranışlarından rahatsız olan Neville Landless arasındaki gerginlik, üçüncü kişilerin tanıklık ettiği bir kavgaya kadar varır. Sonrasında, karşılıklı verilen sözlerle sular durulmuş gibi görünmekle birlikte, yine bir akşam yemeğinin ardından Edwin Drood’un bir anda ortadan kaybolması ve üstüne üstlük Neville Landless’ın da tam o sabah yalnız başına iki haftalığına uzun bir yürüyüşe çıkması, şüphe bulutlarını onun üstünde yoğunlaştırmakta gecikmez.
Edwin Drood’un başına gerçekte ne geldiği, romanın tamamlanamamış olması nedeniyle karşımıza dikilen muammalardan ilki. Amcasına söylemekten çekineceği bir karar alan (ne olduğunu ifşa etmeyelim) Edwin Drood’un kendi isteğiyle, hiçbir haber vermek istemeden çekip gitmiş olduğu da akıllara gelir, üstelik Edwin Drood’un ortadan kayboluşunun ardından yapılan arama çalışmalarından da hiçbir sonuç alınamamıştır. Ancak bir tesadüf eseri, nehir boyunda, arkasında “E.D.” harfleri kazınmış altın bir saat ve aynı şekilde bataklığa saplanmış olarak Edwin Drood’a ait olduğu bilinen bir kol düğmesinin bulunması onun öldüğü gerçeğini ortaya koyar. Edwin Drood nehirde bir kaza mı geçirmiştir, yoksa öldürülmüş müdür belli olmasa da, sonuçta Edwin Drood ile Neville Landless daha önce kavga etmişlerdir, ayrıca o akşamki “barış” yemeğinin ardından birlikte nehir kıyısına fırtınayı izlemeye gitmişlerdir. Diğer bir deyişle, Edwin Drood’u gören son kişinin de Neville Landless olması, onu çıktığı yolculuğun başında yakalamaları için yeterlidir. Cloisterham’a geri getirilen Neville Landless sorgulanır. Şüpheli düşünceler onu işaret etse de, Edwin Drood’u öldürdüğüne dair doğrudan bir kanıt bulunamadığı için serbest bırakılır. Edwin Drood’un amcası Bay Jasper ise, hayatını katili bulacağına adadığına dair ant içer. Kısacası Edwin Drood kendi isteğiyle mi ortadan kaybolmuştur, yoksa ölmüş müdür; ölmüşse de bu bir kaza sonucu mu olmuştur, yoksa öldürülmüş müdür muammaları öylece ortada kalır.
Gizem ortadan kalkmayacak
Edwin Drood’un Gizemi’nde katilin kim olabileceğine dair akıl yürütmeleri yönlendirebilecek üç açıklama yapılmış zamanında. İngiliz biyografi yazarı ve eleştirmen John Forster (aynı zamanda Charles Dickens’ın arkadaşı), romandaki çizimleri yapan Luke Fields (İmge’nin baskısında da çizimler yer alıyor, bu çizimlerin kime ait olduğunu belirten bir açıklamaya kitapta rastlamadım, ancak büyük bir ihtimalle bunlar Luke Fields’a ait) ve Charles Dickens’ın oğlu, yazarın kendilerine katilin kim olduğunu söylediğini belirtip açıklamışlar (yine de burada ifşa etmeyelim). Gerçekten de romandaki kimi ayrıntılar da yapılan bu açıklamaları destekler görünmektedir. Ne olursa olsun, sonuçta Charles Dickens bu romanına son noktayı koyamamıştır; dolayısıyla, romanın ismine yansıdığı gibi “gizem”, hiçbir zaman tam olarak ortadan kalkmayacaktır.
Charles Dickens’ın beklenmedik ve kuşkusuz üzücü ölümü nedeniyle tamamlanamamış bu roman, her okuru bir “katil kim?” oyununa davet eder görünüyor; üstelik katil, kesinlikle uşak değil!
Yeni yorum gönder