Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Kolombiyalı gözler altında



Toplam oy: 1275
Juan Gabriel Vasquez
Everest Yayınları

Birisine bir hikaye anlattığınızı ve sonra sizi dinleyen kişinin hikayenizi çaldığını düşünün. Yalnızca karakterlerinizi, verdiğiniz ayrıntıları, gözünün önünde canlandırmak için uğraştığınız renkleri yürütmekle kalmıyor, bir de hikayenizden yola çıkarak yazdığı romanla edebiyat tarihine geçiyor. Dahası, kitabının hiçbir yerinde adınızı anmıyor, bir kere bile hikayesini kendinin kıldığı kişiden bahsetmiyor. Hele bir de bunu yapan insan sıradan bir yazar değil, Joseph Conrad olunca durumun ciddiyeti daha da artıyor.

 

 

 

 

1973 doğumlu Juan Gabriel Vasquez’in romanları, uzun bir süredir  Gabriel Garcia Marquez’in, hem ismini hem ülkesini paylaştığı o büyük yazarın büyülü gerçekçiliği aracılığıyla tanıdığımız Kolombiya’ya yeni bir perspektiften bakıyor. Jose Altamirano isimli anlatıcısının 1903 yılında Londra’ya gelip Conrad’la tanışması ve ona ülkesinin hikayelerini anlatması üzerine kurulu Costaguana’nın Gizli Tarihi, Vasquez’in bu yeni bakış açısının parlak bir örneği.

 

 

 

 

Anlatıcımız daha kitabın başlarında, uçan insanlarla, hayat değiştiren iksirlerle, büyülü gerçekçiliğin zaman zaman başvurduğu numaralarla işi olmadığını söylüyor. Yeni bir Garcia Marquez beklemeyin benden, sukutuhayale uğrarsınız, diyor yani. Zaten Altamirano’nun babasının çocukluğuna dair olağanüstü hikayeleri okurken de bireysel öykülerle tarihi birbirine işleyen bu romanın arkasında daha çok Fuentes ve Rüşdi’nin hayaletlerinin gezdiğini anlıyoruz. Altamirano’nun babası, Geceyarısı Çocukları’nın kahramanı gibi, ülkesinin bağımsızlığıyla aynı saatte yuvarlanıyor dünyaya. Başı derde gelen girip kodesi boyladığında onu kurtaran, kitap boyunca ismi bolca geçen tarih meleği oluyor. Bir askeri darbe hapishaneleri boşaltıyor, bir başkası kahramanımızın kaderini belirliyor.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Altamirano’yla yolları 1903 yılında, Conrad çok satan kitaplar yazıp yoksulluktan kurtulmanın yollarını ararken kesişiveriyor. Londra’ya yerleşip hayatını yazmaya adamadan çok önceleri gezdiği, gençliğinde kaçakçılık yaparken gidip geldiği bir dünyayı, Güney Amerika’yı anlatan bir kitap yazmak istiyor Conrad. 1904’de Nostromo adıyla yayımlanacak olan, aydınlanmanın bize anlatılan cennet olmaktan çok sömürü ve sömürgeleştirme üzerine inşa edildiğini gösteren kitabını yazabilmek için kendisine gereken bilgiler, renkler ve ayrıntıları günler boyunca konuşup durdukları Altamirano’dan öğreniyor. 

 

 

 

 

Ancak kitap yayımlandığında acı bir gerçek bekliyor anlatıcımızı. Contad kendisine hikayesi anlatılan Kolombiya’yı hayali bir ülke olan Costaguana’ya çevirmiş, hikayesini anlatışına bizzat tanıklık ettiğimiz Altamirano yerine kitabını edebiyat tarihinin en ünlü kahramanlarından birinin, Nostromo’nun çevresinde kurmuş.

 

 

 

 

Conrad’ın Güney Amerika’yı, Afrika’yı ve Rusya’yı resmederken kullandığı perspektif tartışma konusu olmuştur hep. Vasquez bu zevkle okunan romanda bu akademik mevzuyu olabildiğince edebi kılıyor, bize çok özel bir fırsat sunuyor: hikayesini Batı’dan dinlemeye alıştığımız bir dünyayı bugün orada yazan en yetenekli romancılardan birinin sesiyle dinleme fırsatını.

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.