Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Eleştiri

Eleştiri

Puro, sadece bir puro mudur?



Toplam oy: 511
Robert Seethaler // Çev. Oktay Değirmenci
Jaguar Kitap
Daha önce Bütün Bir Ömür romanıyla tanıdığımız Avusturyalı yazar Robert Seethaler’in Türkçedeki yeni romanı Tütüncü Çırağı, bir dönem ve bir değişim romanı.

1937 yılı, Hitler’in soğuk nefesinin Avrupa’yı kasıp kavurduğu yıllar. Gamalı haçlar, Führer posterleri, Gestapo, korku, umutsuzluk, mücadele… Her şeye rağmen yine de devam eden hayat...


1919 yılından beri tütün malzemeleri satan bir dükkan ve bu dükkanın tütüncü çırağı Franz Huchel.


Franz, annesi tarafından bir meslek edinmesi amacıyla Viyana’ya, tanıdık Otto Trsnjek’in yanına gönderilir. Annesiyle oldukça yakın ilişkisi olan Franz, kartpostallar ve mektuplar aracılığıyla annesiyle iletişimi sürdürür. Franz bir yandan işin inceliklerini öğrenmeye çalışırken bir yandan da dükkana gelip giden müşterilerle tanışmaya başlar. Artık Viyana onun için daha anlamlı bir yer olmaya başlamıştır. Bu dükkana gelip puro alanlar arasında bizim için de tanıdık bir sima da vardır; Dr. Sigmund Freud.


“Bir şekilde bu adam diğer doktorlardan farklı olarak insanları dokunmaksızın muayene ediyor. Bir şekilde onlara dokunuyor gerçi ama bunu elleriyle yapmıyor. (…) Düşüncelerle, zihinle ya da başka saçmalıkla. Öyle ya da böyle, görünüşe göre yaptığı şey işe yarıyor; önemli olan da bu zaten.“


Nazilerin baskısı yüzünden ömrünün neredeyse tamamını geçirdiği Viyana’dan –1938 yılında– Londra’ya gitmek zorunda kalan Freud’un İngiltere’ye gitmeden önceki son yılı kolay geçmez. Ancak Franz ve Freud’un geliştirdiği dostluk ilişkisinin her iki taraf için de iyi gelen tarafları olacaktır. Yürüyüşler, dertleşmeler, sohbetlerle dostluk ilişkileri gelişir. Ve Freud, Franz’ın hayatında çok önemli biri haline gelir. Freud’la olan bu kıymetli karşılaşma, Franz’ın kendisini keşfetmesine vesile olur.


Freud, bir gün Franz’a, “Gençsin, temiz havaya çık. Gez. Eğlen. Kendine bir kız bul,” gibi bir öneride bulunur. Ve Franz, Anezka adında bir kadına âşık olur. İşte bu noktadan sonra Franz’ın değişip dönüştüğüne tanıklık ederiz. Gergin Viyana atmosferinde Franz’ın hissettiği bu aşk, adeta Eros ile Thanatos’un dansı gibidir. Nefes kesici, huzursuz, tekinsiz…


Daha önce Bütün Bir Ömür romanıyla tanıdığımız Avusturyalı yazar Robert Seethaler’in Türkçedeki yeni romanı Tütüncü Çırağı’nı, bir dönem ve bir değişim romanı olarak nitelendirebiliriz; hem bir ülkenin hem de bir kişinin... Kişinin yaşadığı içsel ve dışsal değişimlerin paralelliği de kitabın önemli vurgularından biri.

Bir kişisel gelişim uzmanı olarak Freud


Franz’ın bitmek bilmeyen meraklı soruları içerisinde Freud, bir nevi akıl hocası rolündedir. Hatta zaman zaman da kişisel gelişim uzmanı gibi konuşur. Freud’un bize ulaşan mektuplarını ve yaşam öyküsünü göz önüne aldığımızda bu konumlandırma çok da gerçekçi gelmiyor dikkatli okuyucuya. Freud’un derinliğinden uzağa düşülmüş bir karakter izlenimi veriyor. Freud’un karakteriyle bağdaşan daha derinlikli sohbetler kitabın başarılı kurgusuna epey bir katkı sağlayabilirdi. Ama bir yanda da romanın okuyucuya sağladığı önemli faydalardan biri Freud’u psikanalist kimliğinin dışında bir “halde” düşlemlememizi sağlaması ve Viyana’dan Londra’ya göç etmek zorunda bırakılmış bir psikanalistin iç muhasebesini, kırgınlıklarını, korkularını, vedalarını yürek burkan bir biçimde gözler önüne sermesi..


Viyana’daki tütün dükkanına gidip gelmeler eşliğinde birçok kavramı yeniden sorgularken Freud’un o meşhur sözü kulaklarımda yankılanıyor: “Bir puro, bazen sadece bir purodur.”


Öyle midir? Pek sanmıyorum.

 

 


 

 

Görsel: Murat Miroğlu

 

 


 

Robert Seethaler'in Bütün Bir Ömür romanı ile ilgili yazı için tıklayınız.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Eleştiri Yazıları

Modern sanat telakkisinin adeta “dinselleştiği” ve bunun da en önemli etkisini mimarlık alanında gösterdiği bir bağlamda yaşadı Turgut Cansever. Türkiye ekseninde bir yanda pozitivist bir dünya görüşünün diğer yanda da seküler mistik ve “yaratıcı insan” düşüncesinin egemen olduğu, “bilim”in dogmatikleştiği bir dönem.

Hayat parantezi 1916’da İstanbul’un Fatih semtinde, Atik Ali Paşa’da açıldı Behçet Necatigil’in. Sonra parantezin içerisine bir başka şehir girdi: Kastamonu. Zeki Ömer Defne’nin zilleri çalarken derslere bir bir girenler arasında o hassas ortaokul öğrencisi de vardı. Evlerden, kırlardan, denizlerden duyulan bu ses zil değil şiirin tınısıydı.

“Sanatçı, gözün göremediğini görendir.”

 

Çağdaş Amerikan edebiyatının en parlak yazarlarından Michael Chabon’un bir söyleşisini hatırlıyorum. Yaratıcı yazma atölyelerinin desteklenmesi gerektiğini söylüyordu: “Tamam, kimse kimseye dâhi olmayı öğretemez kuşkusuz ama yazarken hata yapmamak, yazmak denen şeye ‘okur’ gibi değil de ‘yazar’ gibi bakmak pekâlâ öğrenilebilir.

Nehir söyleşi, ara bir tür. Ne biyografi ne de otobiyografi. Otobiyografi değil çünkü hayatınızı nasıl anlatacağınızı söyleşiyi yapan kişinin soruları belirliyor. O çerçeveyi siz çizemiyorsunuz ve birkaç soruyla hiç istemediğiniz günlere veya olaylara geri dönmeniz mümkün.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.