Tarihi ve insan ilişkilerini bir potada eriten, anlama ve hatırlamayı romanlarının merkezine koyarken doğduğu kent Ferrara’yı da anmadan geçmeyen, hatta neredeyse tüm kitaplarında memleketine yer veren, duygu sömürüsüne yönelmeden İkinci Dünya Savaşı’nın hayatında açtığı gedikleri kurmacayla bütünleyip okura seslenen, hayatta olmayanlar ve ötekileştirilenlerle yüzleşip kendi yaşamıyla bağ kuran Giorgio Bassani’nin asıl derdi, çabucak yitip gidebilecek belleği canlı tutmaktı. Yazarın sessizliğe, umutsuzluğa ve acıya başkaldırı niteliğindeki romancılığı, hem kendi hem de karakterlerinin dramıyla buluşarak varoluşçu bir söyleme dönüşmüştü. Bassani’nin Türkçeye yeni çevrilen Balıkçıl romanı da benzer bir rota izliyor ve 1947 yılının kışına götürüyor okuru; başkarakter Edgardo Limentani’nin her hareketini takip etmemizi sağlayacak bir kurgu var karşımızda.
Avukat Limentani’nin, bir av partisine katılmak üzere Ferrara’dan Po Ovası’na doğru gittiği sırada faşizmden kurtulmuş İtalya’da komünistler ile onlara muhalifler arasında kıyasıya bir yarış var. Üstelik çevre ülkelerde İkinci Dünya Savaşı sonrası yeniden yapılanmanın lokomotifi komünistler. Yıllar boyu örselenen Yahudilerin itibarı bu süreçte iade ediliyor. Yol boyunca ve vardığı noktalarda Limentani’nin gözüne ilişen gazetelerdeki haberlerin büyük çoğunluğunu bunlar oluşturuyor. Bu arada Bassani’nin “hatırlama” temasına uygun biçimde Limentani, eskiden gidip gezdiği yerleri, İkinci Dünya Savaşı’nın bitimiyle yeniden ziyaret ediyor. Seyahat ve yol tasvirleri ile Limentani’nin eski-yeni karşılaştırması, yazarın uzun süren konuya giriş aşamasının bir yansıması.
Bu uzun girizgah, aslında romanın özü; av partisi ve daha önemlisi av eylemi, yazarın gönderme yaptığı hayatın boşluğunun, kitabın hemen başında rastladığımız tüfeklerden, göl ve nehirler üzerinde uçan kuşlara ve ördeklere açılan ateşle doldurulmaya çalışıldığını gösteriyor. Bassani, hoşnutsuzluk ve korku gibi güçlü iki öğeyi; keyifle avlanan, aralarda yemek yiyen ve arabasının bagajındaki kuş ölüleriyle övünerek ortalıkta salınan adamların tuhaf davranışlarıyla belirginleştiriyor.
Bütün bunların yanında Limentani, avlananlar arasındayken bir şey daha fark ediyor: “O tür adamların yakınında yöresinde olunca belli ki her şey ama her şey; Faşizm, Nazizm, Komünizm, din, dil ya da aile bağları, zirai sorunlar ve daha neler neler, bir anda önemini yitiriyordu.”
Ölümün ve öldürmenin görkemi
Limentani’nin karşılaştığı kişilerle giriştiği sohbetler, 1945 öncesi ve sonrası İtalya’yı kıyaslamaya imkan tanıyor. Bunun taşıyıcısı konumundaki av partisi ise hem bir varolan hem de bir metafor. Hayatın zenginliği ile hayattaki maddi zenginlik arasındaki ince çizgi üzerine düşünme fırsatı yakalayan Limentani’yi önümüze atan Bassani, insanların peşine düştüğü kuşların öğreticiliği ve bilgeliğine de atıf yapıyor bu satırlarda. Dolayısıyla akıp giden yaşamda, kafasını kaldırıp göğe bakan kişinin avlayacağı bir kurban mı, yoksa hayatı mı gördüğü tartışması alevleniyor ister istemez: Tahnit işlemi uygulanan kuşu evin bir köşesine koymanın ne anlamı var? Bu örtük soruyla ölümün ve öldürmenin "görkemi" ile hayat arasındaki bitmeyen kavgaya dikkat çekiyor yazar.
Baskın varoluşçu tema, Limentani’nin kişiliğinde hayat bulurken Bassani’nin olay akışını vardırdığı nokta, tam da başkarakterinin sorgulamalarına ve yaşama baktığı yere uygun. Yazarın, hayatın olağanlığı içine yerleştirdiği Limentani’nin gören gözleri, işiten kulakları ve anlamlandıran zihni, 1945 sonrasını yaşayan bireylerin pek çoğunda rastlanan savruluşu yansıtıyor bir bakıma. Balıkçıl bu yüzden giriş, gelişme ve hissedilen ama kondurulmak istenmeyen sonucuyla hem bir dönem romanı hem de yazarın romancılığı için önemli bir nokta.
Görsel: Tolga Tarhan
Yeni yorum gönder