Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

   

Şahane Bir Kitap


Şahane Bir Kitap

Ateşi kim yakıyor?




Toplam oy: 1140
Zülfü Livaneli
Doğan Kitap

Lafı hiç dolandırmadan konuya girelim: “Gerçek edebiyat kapitalist diktatörlük için tehlikeli bir türdür," diyor Zülfü Livaneli. Öyle hamasi bir ifadeyle geçiştirmekle de kalmıyor düşüncesini, işliyor, derinleştiriyor, açıklıyor. Açıklamaya kulak vermeden önce söyleyeyim, kitabın adı Edebiyat Mutluluktur. Livaneli, edebiyat üzerine kaleme aldığı denemelerini bir araya getirmiş. Gazete yazılarını kitaplaştırma eylemini oldu olası sevmem, iş edebiyata gelince değişiyor tabii. Son birkaç gündür bu denemeler içinde gezinip duruyorum ve durugörü sahibi bir kalem olarak kabul ettiğim, denemelerini –hoşgörüsüne sığınarak- diğer eserlerinden daha çok sevdiğim Livaneli’yle aramızda geçen tartışmalı edebiyat gündemini ilginize sunuyorum.
 

 

 

Dönelim başa. Kaç edebiyat var bu dünyada? Popüler edebiyat? Gerçek edebiyat? Yüksek edebiyat? Ticari edebiyat? Muhafazakar ya da yandaş edebiyat?  Kapitalizm, böl ve yönet sistemini getirmiş olabilir mi edebiyata? Benimki gülünç bir paranoyaysa eğer aynı paranoyayı Livaneli’yle paylaşıyorum demektir. Ettik iki! Kapitalizm, edebiyatı bölerek bu sanata bilfiil kötülük etmiştir diyor yazar. Kitabı metalaştıran piyasa, popüler edebiyat ve yüksek edebiyat olarak ikiye bölmüştür edebiyatı. “Ve sonunda iş öyle bir aşırı noktaya geldi ki, büyük okur kitlelerine sabun köpüğü gibi eften püften eğlendirici kitaplar sunulurken, kimsenin okumadığı ve ‘gerçek edebiyat’ olduğu sanılan bazı eserler, yayıncılar, ajanslar ve kendini seçkin gören bir avuç insanın oyun malzemesine dönüştü.”

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Anlayacağınız üzere, popüler edebiyatı olduğu kadar günümüz algısıyla yüksek edebiyatı da eleştiriyor Livaneli. Onu okunmaz-anlaşılmaz bulduğunu, ortalama okuru edebiyattan soğuttuğunu, haydi açık açık söyleyelim, yüksek denilen edebiyatın edebiyat olmadığını söylüyor. "Edebiyatı varlıklı ve züppe entelektüeller arasında oynanan bir oyuna çevirme çabasıdır," diyor yüksek edebiyat için. Hatta bunu Hitler’in kitap yakması kadar zarar verici buluyor. Bradburry’nin kitapları yakan o korkunç geleceğinin içinde şimdi, zaten yaşadığımızı hissettirir gibi… Bir parça gelenekselci bir yaklaşımı var Zülfü Livaneli’nin, postmodern edebiyatı harcıyor sanki. Bu bağlamda kendisiyle postmodern edebiyat ve oyun düşüncesi üzerine tartışıp duruyorum. Postmodern edebiyatta kahramanların, karakterlerin giderek yok olmasının, yok edilmesinin arkasında ciddi bir tepki, ciddi bir edebi tavır bulduğumu, bunun toplumsal bir izdüşüme denk geldiğini söylemek istiyorum. Ama edebiyatın insanı anlatma sanatı olduğunu hatırlatması; onun psikolojiyle, psikanalizle, tarihle ve büyüklü küçüklü toplumsal olaylarla ilişkilendirilmesi gerektiğinin altını çizmesi, içinden çıkılması güç olan bir labirentin tam ortasında uzanan dümdüz bir yolu işaret etmesi de baskın çıkıyor zaman zaman düşüncelerime, önemli geliyor bu işaretler. "Çağın hakkını vermek, çağımıza uyum sağlamakla değil, ona direnmekle mümkün olabilir," cümlesi ise apaçık galeyana getiriyor ruhumu ve kalemimi.

 

 

 

 

Zülfü Livaneli’yle 'kendi kendime' tartıştığımız daha pek çok konu var elbette: yayıncılık, savaş edebiyatı, şiir, bilinç ve hastalık üzerine… Ancak bugünün gündeminde yer alan kurgu ve gerçek üzerine yaptığımız tartışmayla son vermek isterim. Hani, şu “Muhteşem Yüzyıl belgeseli…”, diye başlayan cümle üzerine. Edebiyat insan ruhuna değebildiği anda hem gerçek oluyor, hem de edebiyatın ta kendisi. Gerçekle kurgu arasındaki ayrımı söküp atmak bir edebiyatçı için gerçekten önemli olmalı. Ancak gündemdeki konu gerçeklik-kurgu arasında geçen bir yanlış anlaşılma değil, tarihi popüler kültür üzerinden yeniden yaratmaya-yarattırmaya çalışanların hoşnutsuzluğu sadece… Popüler de olsa kültüre inanıyor insanlar ve ne olursa olsun başta da dediğimiz gibi hikayelerden hala ve hala çok korkuyorlar. Livaneli’den bir alıntıyla noktalayalım:

 

 

 

 

“İnce Memed romanı yayımlandığı zaman, Behice Boran’ın aklı dağ başında yanan ateşe takılmış. Yaşar Kemal’e, kimsenin bulunmadığı o dağ başında ateşi kimin yaktığını sormuş. Yaşar Kemal’in verdiği cevap, roman dünyasını ve kendi gerçekliğini açıklar nitelikte: ‘O ateşi ben yaktım Behice Hanım.’”   

 

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Şahane Bir Kitap Yazıları

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Yazının başlığı da methiye cephesini epeyce açığa çıkarıyor ama en sonda ulaşmam gereken yargıyı en başa taşıyarak atayım ilk adımı: Türkçe yazılan ya da Türkçeye çevrilen kalburüstü bütün tarihî romanları okuduğunu varsayan, kendisi de az çok ilgi görmüş hacimli üç örnekle bu alana katkıda bulunan biri olarak, bugüne dek Moğol Kurdu’ndan daha iyisine rastlamadım.

Ölmek ve gülmek kelimeleri yan yana çok da gelmez. Belki fonetik olarak ya da bir şiirin kafiyesi olduğunda yakalanan uyum kulağa hoş gelse de ölüm ne olursa olsun acı verir insana. Gülecek yanını bulmak zordur ölümün. “Sen adamı öldürürsün” diyerek kahkaha atarken bile güldürmek ve öldürmek aynı cümlede geçti diye kısa süreli bir sarsıntı geçirdiğimiz olur.

Mehmet Akif’in seciyesini en çok şu üç şey inşa etti der Mithat Cemal Kuntay: Kur’anlı ev, pehlivanlı mahalle, müspet ilimli mektep. Bu üç dayanağı anlamak, Türkiye’nin ve şiirin zeminine dair iyi bir fikir verecektir. Akif’te tarih kültürel bir miras değil. O bunu çok erken zamanda anlıyor ve Namık Kemal’in korktuğu varoluş krizinin ortasında kendisini buluyor.

Reenkarnasyon, tarih boyunca birçok coğrafyada bazı farklılaşmalarla olsa da kendisine yer buldu. Dilimize de ruh göçü adıyla aktarılan bu kavram, ruhun bir bedenden diğerine geçerek varlığını sürdürdüğüne dair bir inanç.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.