Yılın son şahane kitabı, 20. yüzyıl Alman edebiyatının başyapıtlarından biri olarak kabul edilen Dieter Forte’nin “Sırtımdaki Ev”i: Avrupa’nın bin yıllık bilinçaltına bakmak gibi cesur ve çılgınca bir işe soyunduğu, bunun altından kalkabildiği ve en mühimi kahramansız bir roman yaratmayı başardığı için...
“Sırtımdaki Ev”, iki aile özelinde Avrupa’nın son bin yılına odaklanan bir nehir roman. İtalyan asıllı Fontanalar ile Polonya asıllı Lukaczlar’ın hikayesinde Avrupa’nın tarihini, değişen gündelik yaşamını ve değişmeyen algıları irdeliyor Dieter Forte. Avrupa’nın bilinçaltındaki temel ayrışmayı bu iki aile özelinde hikayeleştiriyor.
“Lehistan’ın uzak topraklarından gelmişlerdi, Bohemya’dan gelmişlerdi, doğu ülkelerinin uçsuz bucaksızlığından; Maria’lar ve Joseph’ler toprağı işlemiş, onu verimli hale getirmiş, acınası bir ölüm yolunda ölesiye çalışmışlardı. Monotonluk içinde geçip giden, bir sürü hikayenin aslını unutturduğu upuzun bir hayat. Sefalet, zaruret ve açlık ne kadar büyükse, hikayeler de o denli masalsı ve büyüleyiciydi; hayatla iç içe geçen, hayatı ikame eden, insanlardan daha uzun ömürlü olan, insanlar çoktan unutulup gittiğinde bile yaşamaya devam eden hikayeler.” Polonya asıllı Lukaczlar, yani kuşaklar boyu madencilikle uğraşan, yüzü toprağa ve onun altındakilere dönük bu karanlık aile Avrupa’nın köylü ve işçi sınıfını temsil ederler. Avrupa’nın en zarif, en zevkli desenlere sahip ipeklerini dokuyan ve bu ipeklerin ticaretini yapan Fontanalar ise elbette Lukaczlar’dan çok farklıdır. Heyecanlı bir yapıya sahip, havai, anı yaşayan, ehl-i keyf, akışkan ve devrimci ruhlu bu ailenin bireyleri yüzyıllar içinde İtalya’dan Avrupa’nın hemen her yerine dağılmıştır. Ve kader onları bir gün iki gencin evliliği sonucu Lukaczlar’la akraba yapar. “Fontanalar ısrarla akla, mantıksal düşünceye, bilime, devrimci siyasete bağlılık gösteriyor, hayata muziplik ve espri katıyor, günlük işleri ellerinin tersiyle itip onları bir engel olmaktan çıkarıyor, bir sonraki günün derdine düşmüyor, buna karşılık Lukaczlar korku ve bela dolu kasvetli bir kadere, hayra alamet olmayan karanlık güçlere ve olgulara ve hayatın meşakkatine inanıyor, ama öte yandan da çektikleri bu ebedi eziyeti günün birinde muhakkak ödüllendirecek olan Tanrı’nın dünya üstündeki adaletine de sıkı sıkıya bağlı kalmayı ihmal etmiyorlardı.”
Peki bu iki aile, iki köklü ve çok farklı dünya görüşü karşı karşıya gelir, hatta zaman içinde bu karşılaşmadan doğan bireyler ortaya çıkarsa ne olur? Romandaki aileler elbette iletişim kurmakta, akraba olabilmekte çok zorlanıyorlar. Yazarın tam bu noktadan gerçek hayata yaptığı gönderme ise üzerinde yaşadığı toprakların en temel çelişkisinin hiçbir zaman çözülemeyeceğine dair. Bu iki ailenin birleşiminden sonra yazar en çok İkinci Dünya Savaşı’nda soluklanıyor. Yazarın kendi ifadesine göre çocukluğuna denk gelen bu savaşla, bu savaşın ruhunda açtığı yaralarla hesaplaşıyor çünkü. Yersiz yurtsuz, kendi ruhları ve kaderleri dışında hiçbir yerde kök salamayanların, dini çatışmalarla, savaşlarla, zorunlu göçlerle oradan oraya sürüklenenlerin romanı “Sırtımdaki Ev”. İşte bu nedenledir ki ilk kez yayınlandığı 1990’lı yıllarda siyasi ve edebi tartışmaların da odağı olmuştu.
İnsandan uzun ömürlü, ölümle bile bitmeyen, devam eden bir hikayeler bütünü kurar Forte. Çoğu zaman adları bile aynı olan aile bireyleri doğar, yaşar, ölür, onlar bir yıldız gibi kayıp gitmeye devam ettikçe, tarih kendini yazar. “Sırtımdaki Evi”n gerçek kahramanı işte bu sebeple, bir anlamda zamandır. Daha doğrusu hikayelerde var olan zaman.
Özellikle İkinci Dünya Savaşı’nın anlatıldığı bölümlerde yazar savaş mağdurlarının sesi olur, vatansızlığı, savaşın yol açtığı acıları, çoğu yazar gibi belgeselciliğe kaçmadan hikayeleştirmeyi başarır. Forte’nin kaleme aldığı, hızlanan, sonra yavaşlayan ve durma noktasına geldiklerinde ise yeniden başlayan insanların hikayelerinde diller, dinler, sınıflar ve kültürler arası mücadeleleri, bunların romana ustalıkla yansıyan çok katmanlı yüzlerini, döngüsel bir şekilde algılarız. Böylelikle herkesin ve hiç kimsenin yaptığı tarihte, herkese ve hiç kimseye ait olan o büyük hikayeyi okuruz.
Başta da söylediğim gibi “Sırtımdaki Ev”, 2009’un gözden kaçırılmaması gereken son şahane kitabı. Yeni yıla okuyarak girmek isteyenlere tavsiye olunur.
Yeni yorum gönder