Uzakdoğu felsefesi bireyin evrensel bilince ulaşmakta atması gereken en temel adımlardan birinin sessizlik olduğunu söyler. İnsan zihninin sessizliğini fark etmesi, sessizliği dinlemeyi öğrenmesi, benliği ve evreni bütünleştirir. Hep ve hiç sessizliğin içindedir. Bu hep’in ve aynı anda hiç’in içinde neler yoktur ki, sevgi, aşk, tutku, sevinç, mutluluk, hakikat, bilgi ve korku. Sessizliğine dalmak bu yüzden o kadar zordur ve tam da bu yüzden insan sessizliği bulmaya mecburdur, neticesinde ölüm de olsa… İsmail Güzelsoy, hiç şüphesiz Türk edebiyatının en başarılı ve ne mutlu ki en verimli romancılarından biri. Çok katmanlı eserlerinde duyumların ise özel bir yeri var. Sesler, renkler, hisler… Son romanı “Çıt Yok”da ise sessizliğin içine, tam kalbine kuruyor hikayesini. Bunu yaparken de önce korkuyu, sonra da ölümü kurcalıyor.
Hikayemiz 1941 yılında İstanbul’da geçiyor. İkinci Dünya Savaşı günlerinde, kahramanımız Sohrab geçmişinden getirdiği bir hayaletle hayata dair ümitsiz ve derin sohbetlere dalarken karartma gecelerinin sessiz ve ışıksız gecelerinde bir vampir İstanbul sokaklarını kana buluyor. Sohrab, emekliliği gelmiş bir konsolos görevlisi. İran’da doğup büyümüş, bir şekilde İstanbul’a yerleşmiş, evlenmiş ve iki kız çocuk büyütmüş. Ancak gençliğinde Japonya’da özel bir görev sonucu tanıştığı ve kaybettiği Kameko’yu zihninden de, kalbinden de atamamış. Ondandır ki, delirerek ölen bu genç kadının hayali sohbetleri, hayaleti, vicdanını temizlemeye çalıştığı yaşamının bu son yıllarında onun yol göstericisi. O vicdanını temizlemekle uğraşır, “Eyüp Vampiri” kurbanlarını birbiri ardına seçerken, damadının beklenmedik ölümü torunu İskender’i sokar Sohrab’ın hayatına. Babasının ölümüne anlam veremeyen, ölümün ne olduğunu bilmeyen on bir yaşındaki İskender’e ölümü ve yaşamı anlatmakla yükümlü hisseder kendini. On bir yaşındaki bir çocuğa yaşam ve ölüm nasıl anlatılır? Kameko’ya göre bir insanın bunu anlayabilmesi için ancak olgunlaşması gerekir ve gel gör ki “olgunlaşmak coşkunun ölümü” demektir.
Üç şey verecektir torununa Sohrab: Bir saat, bir kaybetme hikayesi ve kimseye anlatılmamış bir aşk. Saat, bizi doğumdan ölüme götüren zamanı temsil eder. Horoz dövüşçülerine dair kaybetme hikayesi ise daha girifttir. Sohrab’ın Konsolosun özel ricasıyla ilgilenmek üzere tanıştığı Yaver Bey, bu hayatını horoz yetiştirmeye ve horoz dövüşlerine adamış, takıntılı, tutkulu adam, Şıh Asil’in horozlarından birini elde etmeyi amaçlamaktadır. Sohrab’dan aracılık etmesini ister. Şıh’ın olağanüstü gizemli şartlarda yetiştirdiği, hiç yenilmeyen olağanüstü horozlarından bir tanesini elde etmektir amacı. Tutku ve hırs, kazanmak isteyeni kaybettirir. Yaver Bey amacına ulaşamaz ancak Sohrab’la Şıh’ın kaybetmek üzere kurdukları satranç oyunu oldukça etkileyicidir. Birbirine denk olduğunu anlayan iki insanın kaybetme tevazusu gösterebilmesi üzerine kurulmuş bu satranç hikayesinde dede torununa bazı oyunların kaybetmek üzere oynandığını anlatır, tıpkı hayat gibi… Aşk ise bir kez yakalandı mı, öyle ya da böyle, ömür boyu yakasını bırakmayacaktır insanın.
Doğu mesellerini çağrıştıran bunun gibi başka hikayeleri de vardır Sohrap’ın torununa anlatacağı. Arılara ud çalan Vahide ve Seda’nın, düşündüğü şeyleri söyleyip söylemediğini bilemediği için her sözünü tekrarlayan Efkar’ın hikayeleri ile hikaye içinde hikaye anlatır. Bütün bu hikayeler anlatılırken torunun aklı bir yandan “Eyüp Vampiri”nin kim olacağı üzerine çalışır. Çeşitli akıl yürütmelerle Efkar’dan Seda’nın kocasına, Konsolos’tan bizzat vampiri arayan komiserin kendisine, herkes vampir tanımına uyar tuhaf bir şekilde.
Etrafa ölümle birlikte sessizlik de getiren vampirin kim olduğu sorusu üzerine kurmamış ama Güzelsoy romanını. Vampirin kim olduğunu kendinizce keşfettiğinizde bitmiyor hikaye. Üstelik yazar, romanın sonunda anlatım biçimini değiştirerek bir epilogla araya giriyor ve hikayelere inanmak-inanmamak üzerinde, dille kurduğumuz ilişki ekseninde okurun anlatılan hikayeye yaklaşımını etkiliyor. Bu anlamda da oldukça ilgi çekici bir sonu var diyebilirim, “Çıt Yok”un. Yazar bu noktada sanki Kameko’nun Sohrab’la oynadığı körlük oyununu bir kez daha anımsatıyor bize. Bu oyunun sonunda “dünyayı onu sevdiğimiz birine tarif ederken yaşarız aslında”, diye düşünürken Sohrab, Güzelsoy’un da romanlarında dünyayı sevdiği birine tarif eder gibi yazdığını hissediyoruz.
Yeni yorum gönder