Beslenme, bir endüstri, hem de en büyüğünden... Ancak son yıllarda, ortalama bir insan yok ki bu konuya kafayı takmamış olsun... Güzelleşme çabası mı, yoksa beslenme şekillerinin sağlık getirmediğine dair büyük bir uyanış mı, bilinmez... Ama malum ortalık, televizyonlar, gazeteler, dergiler, cümle yayın dünyası sağlıklı beslenmek isteyenlerin taleplerine yanıt vermek için yoğun bir çabayla çalışıp duruyor. Ancak ciddi bir sorun var: Herkes aynı şeyi söylüyor, yani verdikleri reçeteler ne sağlık getiriyor, ne de zayıflatıyor. Bu konuda karşımıza kim çıkarsa çıksın; bir kibrit kutusu peynir diye başlayıp artık hepimizin dua gibi noktası virgülüne ezberlediğimiz şekilde devam ediyor. Kısacası, biz şişmanlamaya ve hastalanmaya devam ederken onlar da endüstriye hizmet ediyor. Çarkın dışına çıkanların sesleri ise ara sıra da olsa yükselmiyor değil. Profesör Doktor Ahmet Aydın işte bu ayrıksı seslerden biri. Onu birçoğumuz kısa bir süre önce patlak veren “kutu süt” savaşlarından ve elbette “taş devri diyeti”nden anımsayacaklardır. Aydın, sağlıklı beslenme üzerine olan kitabını geçtiğimiz günlerde yayımladı: Taş Devri Diyeti.
Diyet, sözcüğü sizi yanıltmasın. Ahmet Aydın, bir beslenme biçimi olarak kullanıyor bu sözcüğü, zaten kitabında da ne bir reçete veriyor bizlere ne de gün gün beslenme-zayıflama listeleri. Bu beslenme biçiminde hepimizin o çok iyi bildiği besin piramidini ters yüz ederek başlıyor işe. Çünkü ortada aslında bilim adamlarınca çok iyi bilinen bir gerçek var: Günümüz insanının genleriyle 40 bin yıl önce yaşayan, tarım toplumuna geçmemiş atalarımızın genleri aynı! Bu şu demek oluyor, bugün aksi düşünülemeyecek şekilde çılgınca tükettiğimiz işlenmiş gıdalara karşı vücudumuz henüz bir bağışıklık kazanmamış. Dolayısıyla sağlıklı yaşam atalarımızın beslenme şekillerine mümkün olduğunca yaklaşmaktan geçiyor. İşlenmiş un, makarna, pirinç ve şekerden uzak durmak, az işlenmiş zeytinyağının yanı sıra tereyağ, kuyruk yağı, sade yağ gibi hayvani yağlara öğünlerimizde genişçe bir yer açmaktan yani. Özellikle bu tür yağları tüketmenin kolestrolle, kalp damar hastalıklarıyla hiçbir ilgisinin olmadığını yapılmış onlarca araştırma ekseninde gösteren Aydın’ın önerdikleri açıkçası bir devrim niteliğinde. Yağdan, özellikle de hayvani yağdan hatta balık yağından öcü görmüş gibi kaçan günümüz insanlarının her anlamda sağlıkları için, buna ruhsal sağlığımız da dahil, koşa koşa bunlara geri dönmeleri gerekiyor. Ayçiçek, mısır, soya gibi işlenmiş bitkisel yağlar ve hatta zaten doğada bulunmayan endüstriyel bir ürün olan kanola yağından da mümkün olduğu kadar uzak durmalıyız Aydın’a göre, margarinlerse cabası.
Süt ve süt ürünleri Taş Devri Diyeti'nin en dikkat çekici bölümlerinden biri. Pastörize edilmiş tüm ürünlerden uzak durmamız gerektiğini söylüyor burada doktor. Mikropların iyisinin de kötüsünün de yok edildiği bu uygulama sonucunda, tam anlamıyla “bir hiç” yiyip içtiğimizin altını çiziyor. Ev yapımı yoğurtlara, birilerinin hiç mi hiç beğenmediği “sokak sütleri”ne geri dönüş yolunu bulmamız gerekiyor. Ahmet Aydın, bu konuda söyledikleriyle kopan kıyamete, ona karşı yöneltilen suçlamalara karşı da bilimsel araştırmalar eşliğinde cevap veriyor.
Sadece bunlar değil elbette. Soru-cevap şeklinde ilerleyen Taş Devri Diyeti'nde kanserden otizme, depresyondan reflüye, astımdan menopoza, kısırlığa kadar pek çok hastalığa dair yanlış bilinenler, yanlış uygulamalar ve bu konuda yapılması gerekenler yer alıyor. Ahmet Aydın’a göre hemen her hastalığı beslenme şeklinizi değiştirerek hafifletmemiz, yenmemiz mümkün. Kitapta ayrıca tarım ilaçlarına, dünyamızı ve bizi hızla öldüren yeşil devrime de değinildiğini belirteyim.
“Küçük ve orta boy çiftliklerde organik gıda üretimini teşvik etmekten, köy tavuğunun ve yumurtasının pazarlarda satılmasının tekrar serbest bırakılmasından, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da, barış ortamının tekrar sağlanarak terör nedeni ile kapanan mera ve otlakları açmaktan, köylünün ürünlerini şehir pazarlarında satmasını sağlayacak şartları ayarlamaktan söz ediyor Prof. Dr. Ahmet Aydın. Ona göre içinde bulunduğumuz beslenme faciasını bu türden çarelerle önlemek mümkün. Hepsi dikkate değer, uygulandığı takdirde, yaşamımızı değiştireceği kesin bu önerilerin hayata geçmesi gayet mümkün. İş tüketicilerin talep etmesinden geçiyor.
Sözün kısası, Taş Devri Diyeti, sadece bilimsel bir beslenme kitabının çok ötesinde, toplumsal-kültürel manifesto niteliğini taşıyan şahane bir kitap.
Yeni yorum gönder