Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

   

Şahane Bir Kitap


Şahane Bir Kitap

Bir zamanlar Prinkipo vardı




Toplam oy: 1004
Birileri gitmişti ve ada onların gidişinden sonra, bir vakitler yanan görkemli bir ateşin soğumakta olan küllerinden ibaretti. Düşünürdüm, bu küllerin içinde yaşamak bile böylesine keyifliyken kim bilir o gidişten önce Büyükada’da yaşamak ne kadar güzeldi diye. Hatta düşünemezdim bile...

Aslında doğma büyüme bir Büyükadalı olmasam da okurdum Orhan Türker’in “Prinkipo’dan Büyükada’ya- Bir Prens Adasının Hikayesi”  adlı çalışmasını. Büyükada’nın farklı insanlarla farklı dillerin birbirine karıştığı çaybahçelerinde, sokaklarında, yazlık sinemalarında, gazinolarında gezmeseydim, bu karışımın, karışıklığın dört yanı sularla çevrili bir kara parçasında dönüştüğü o melodik, insan ruhunu besleyen şarkısını duymamış olsaydım da okurdum… Çünkü yazarın daha önce yayımlanan “Psomatia’dan Samatya’ya-Bir Bizans Semtinin Hikayesi”, “Halki’den Heybeli’ye-Bir Ada Hikayesi”, “Tatavla-Osmanlı İstanbul’undan Bir Köşe”  gibi diğer çalışmalarını büyük bir keyifle okumuştum. Ve en önemlisi de biliyordum; Orhan Türker’in ayağımızın altından çekilen toprak misali uğradığımız kültür erozyonunu bizi gösteren, toplumsal kültürümüze ayna tutan, üstelik de bütün bunları büyük bir incelikle, sevgiyle yapan bir yazar, bir araştırmacı olduğunu…

 

Çocukluk ve ilk gençlik yıllarımda, yukarıda sözünü ettiğim çok sesli, çok dilli, çok kültürlü o kalabalık içinde, ben zaten çok güzel günler yaşadığımı düşünürken, dedelerim ve büyükannelerim çok daha güzel olan eski günleri dillerinden düşürmezlerdi hiç. Birileri gitmişti ve ada onların gidişinden sonra, bir vakitler yanan görkemli bir ateşin soğumakta olan küllerinden ibaretti… Düşünürdüm, bu küllerin içinde yaşamak bile böylesine keyifliyken kim bilir o gidişten önce Büyükada’da yaşamak ne kadar güzeldi diye. Hatta düşünemezdim bile... Gidenler adanın Rum halkıydı elbette, sebep ise 6-7 Eylül olayları ya da Kıbrıs savaşı bahane, birilerinin ta o zamanlardan beri inşa etmeye çalıştığı beyaz-sünni-tam anlamıyla ataerkil ve milliyetçi Türk imgesine ulaşma çabasıydı.

 

Bu imge inşasının tamamlanması daha ne kadar sürer bilmem, ama inşa süreci başlamadan önceki o güzelim, o canım günleri unutmazsak eğer toplumsal olarak bir şansımızın olacağı da aşikar. İşte Orhan Türker, kendini bu hatırlatmaya kelimenin tam anlamıyla “adamış” bir yazar. “Prinkipo’dan Büyükada’ya-Bir Prens Adasının Hikayesi”nde benim aile büyüklerimin anlatmaktan usanmasalar da git gide soluklaşan anılarını canlandırırken, o eski günlerin neden o kadar güzel olduğunu, neden o kadar özlendiğini de bu şekilde açıklamış oluyor.

 

 Çalışmasına, Büyükada’nın İstanbul hatta tüm Türkiye içinde “Türkleşmeye” en çok direnen, en kozmopolit yer olduğuna dikkat çekerek başlıyor Türker. Bunun sebebini ise Adalı Rumlar’ın; adaya yaz mevsimi ve tatil günleri haricinde gelmeyi tercih etmeyen Türkler, Ermeniler ve Museviler’den farklı olarak; yaz-kış burada yaşamalarında, dolayısıyla adanın hem ticaretini hem sınırlı miktarda olan üretimini ellerinde tutmalarında buluyor. Ondandır ki, diğer yerlerin aksine 6-7 Eylül olaylarının, Kıbrıs Savaşı’nın Büyükada’yı o kadar da sarsmaması. Ama talihin ve tarihin önüne geçilemiyor tabii nihayetinde.        

 

Prinkipo Rumları’nın kökeninden nüfus yapısına, mesleklerinden sahip oldukları telefon hatlarının ve Rum Yetimhanesi’ndeki kayıtların dökümüne, savaş öncesi ve sonrası ada ekonomisinden panayırlara, bayramların nasıl kutlandığına ve Ada’nın önemli yapılarına, tarihi binalarına uzanıyoruz Türker’le birlikte. Kimileri bu kitabı belki de Rum kültürünün bu topraklardaki istisnai direnişinin öyküsü olarak okuyacaklar. Ancak benim tavsiyem çalışmanın , çoğul bir kültür yapısının toplumun her kesimini nasıl mutlu, evet tam anlamıyla “mutlu” edebileceğinin, çoksesliliğin dirençliliğinin, sağlamlığının bir öyküsü olarak okunması olacaktır.

 

Hal böyleyken, yapılan yeni baskısıyla bir kere daha okuruna ulaşma fırsatı bulan “Prinkipo’dan Büyükada’ya- Bir Prens Adasının Hikayesi” haftanın en şahane kitabı. Bu sıcak yaz günlerinde şöyle deniz kenarındaki bol esintili bir ada gazinosunda okunursa eğer daha da şahane olabilir tabii.        

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Şahane Bir Kitap Yazıları

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Yazının başlığı da methiye cephesini epeyce açığa çıkarıyor ama en sonda ulaşmam gereken yargıyı en başa taşıyarak atayım ilk adımı: Türkçe yazılan ya da Türkçeye çevrilen kalburüstü bütün tarihî romanları okuduğunu varsayan, kendisi de az çok ilgi görmüş hacimli üç örnekle bu alana katkıda bulunan biri olarak, bugüne dek Moğol Kurdu’ndan daha iyisine rastlamadım.

Ölmek ve gülmek kelimeleri yan yana çok da gelmez. Belki fonetik olarak ya da bir şiirin kafiyesi olduğunda yakalanan uyum kulağa hoş gelse de ölüm ne olursa olsun acı verir insana. Gülecek yanını bulmak zordur ölümün. “Sen adamı öldürürsün” diyerek kahkaha atarken bile güldürmek ve öldürmek aynı cümlede geçti diye kısa süreli bir sarsıntı geçirdiğimiz olur.

Mehmet Akif’in seciyesini en çok şu üç şey inşa etti der Mithat Cemal Kuntay: Kur’anlı ev, pehlivanlı mahalle, müspet ilimli mektep. Bu üç dayanağı anlamak, Türkiye’nin ve şiirin zeminine dair iyi bir fikir verecektir. Akif’te tarih kültürel bir miras değil. O bunu çok erken zamanda anlıyor ve Namık Kemal’in korktuğu varoluş krizinin ortasında kendisini buluyor.

Reenkarnasyon, tarih boyunca birçok coğrafyada bazı farklılaşmalarla olsa da kendisine yer buldu. Dilimize de ruh göçü adıyla aktarılan bu kavram, ruhun bir bedenden diğerine geçerek varlığını sürdürdüğüne dair bir inanç.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.