Her şey, Kaptan J. van Toch'un Sumatra yakınlarındaki Tana Masa adasına Hollanda gemisi Kandong Bandoeng ile yaptığı ticaret seferi ile başlar. İnci aramak için bakir ve el değmemiş bir bölge arayan Kaptan'a bu nitelikte tek bölge olan Şeytan Körfezi'ne asla uğramaması telkin edilir, zira orada tapa-tapa'lar yani Deniz cinleri vardır. Kaptanımız elbette Deniz cinlerinden korkacak insan değildir. Deniz cinlerinden ölesiye korkan yerlilerden kendisine eşlik edecek kimseyi bulamayınca emrinde çalışan iki Sri Lankalı inci avcısı ile körfeze gitmeye karar verir. İstiridye için dalıp Tapa-tapa'ları görerek dehşete kapılan Sri Lanka'lılar da pes edince Kaptanımız macerasına tek başına devam eder. Denizde yaşayan bir amfibik türü olan bu Semenderlerle dostluk kurar, onlara bıçak kullanarak istiridye kabuklarını açmayı öğretir; alet kullanmalarından cesaret bularak onlara dil öğretmeye kalkışır ve başarır da. Ama Dünya tarihini değiştirecek olay Kaptan'ın Semender projesi için yatırımcı arayışı sürecinde zengin Çek yahudisi G.H. Bondy'i ziyareti ile gerçekleşir. Bondy'nin kapıcısı Bay Povondra patronunu görmek isteyen bu nev-i şahsına münhasır adamı içeri almasaydı belki de olanların hiçbirisi olmayacaktı.
Arap dilinin şaheseri Kahire Üçlemesi'nden sonra bu yazın güzel sürprizlerinden birisi de bilim kurgunun doruklarından 20. yüzyılın en büyük Çek yazarlarından Karel Capek'in (1890-1938) ilk kez Türkçe'ye çevrilen şaheseri "Semenderlerle Savaş" oldu. Bilim kurgu meraklıları Capek'i ilk kez "robot" sözcüğünü kullanan yazar olarak anımsayacaklardır. Gerçi kendisi sözcüğü bulanın kardeşi Josef Capek olduğunu belirtir..
Çevirmen Sabri Gürses'in kitaba yazdığı "Hepimiz Semenderiz" başlıklı girişte belirttiği gibi "Güncelliğini şaşkınlık verici bir şekilde yitirmemiş, tersine artırmış durumda: nanorobotların, siberuzay ya da ikinci, üçüncü nesil İnternet'in söz konusu olduğu bir dünyada, Matrix dünyasında bu roman bir kehanet kitabı gibi." Capek'in kapitalist şirketler dünyasının diline ve halet-i ruhiyesine hâkimiyeti hayranlık verici. Swift'ci satir-yergi geleneğinin taşıyıcısı ve Avrupa bilim kurgu edebiyatının kurucularından olarak nitelenen Capek, sinema dünyasından, magazine, basına, batının bilim fetişine, uluslararası ilişkilere ve daha bir dizi konuya değinmedik konu bırakmıyor. Bu distopya'yı bir kısa dünya tarihi ve kültür çözümlemesi olarak da okumak mümkün. Beni asıl etkileyen iki yer ise Normandiya ve Louisiana oldu. Tesadüfün bu kadarı mı olur? Capek Semenderlerinin ayaklanması için seçtiği bölge on yıl sonra müttefiklerin ikinci savaşta karaya çıkacakları Normandiya! Öte yandan Louisiana depremi ile New Orleans'ı sular altında bırakıyor!.
Evet daha fazla ayrıntı ile kitabı okumamış olanların keyfini kaçırmayalım ve biraz da Capek cephesine bakalım. Dünya tarihinin ideolojik ve politik olarak belki de en civcivli döneminde yaşayan Capek'in de önünde zamanının tüm sanatçıları gibi bir ideolojik tercih problemi vardı. Everest yayınları kitaba Andrey Platonov'un eleştirisini ve Capek'in 1924 tarihli "Neden Bir Komünist Değilim?" başlıklı meşhur makalesini de ekleyerek pek hayırlı bir iş yapmışlar. Capek'in yoksulluk analizi ve geleneksel marksist sol söylemlerin yoksulluk ile kurdukları ilişkiye yönelik basit ama etkili tespitleri oldukça sarsıcı. Capek'in "...eğer kalbim yoksulların yanındaysa, ne diye bir komünist değilim? Çünkü ben yoksulların yanındayım." deyişi çok ironik değil mi?.
"Bu ezici, gayriinsani yoksulluk hiçbir partinin armasında yer alamaz; içinde insanın kendini asacağı tek bir çivi ya da üzerine yatacağı tek bir paçavra bile bulunmayan bu korkunç gecekondulara, komünizm özenli bir mesafeden seslenerek ulaşmaya çalışıyor: toplumsal düzen suçlanıyor; iki yıl, yirmi yıl içinde Devrim bayrağı dalgalanacak ve sonra - Ne! İki yıl mı, yirmi yıl mı? Böyle rahat rahat insanın kışın iki ya da üç ayını, hatta iki hafta, hatta iki gününü geçrimesi gerektiğini nasıl söyleyebiliyorsunuz? Buraya yardım edemeyen ya da etmek istemeyen burjuvazi bana yabancı; ama yardım etmek yerine, Devrim bayrağı sallayan komünizm de öyle. Komünizmin son sözü yönetmek, kurtarmak değil; devasa sloganı iktidar, yardım değil. Komünizme göre, yoksulluk, açlık, işsizlik bir katlanılmaz acı ve utanç değil, öfke ve dirençle beslenen karanlık güçlerin hoş bir kaynağı. 'Suçlu olan toplumsal düzen.' Hayır, biz hepimiz suçluyuz, insani yoksulluğun karşısında ister elimiz cebimizde duralım, ister elimizde Devrim bayrağı ile duralım." .
Avrupalıların Çekoslavakya'yı Hitler'e karşı korumayı reddetmesinin ardından Capek, ülkesinden ayrılmayı reddeder. Oysa Nazilerin listesinde "2. numaralı halk düşmanı" olarak yer almaktadır. Nazilerin Bohemya'ya girişinin hemen ertesinde zaturreden ölür. Yazar ve ressam olan kardeşi Josef Capek'i ise ölüm Bergen-Belsen toplama kampında beklemektedir..
Şahane Bir Kitap
Şahane Bir Kitap
Yorumlar
Yorum Gönder
Diğer Şahane Bir Kitap Yazıları
Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.
Yazının başlığı da methiye cephesini epeyce açığa çıkarıyor ama en sonda ulaşmam gereken yargıyı en başa taşıyarak atayım ilk adımı: Türkçe yazılan ya da Türkçeye çevrilen kalburüstü bütün tarihî romanları okuduğunu varsayan, kendisi de az çok ilgi görmüş hacimli üç örnekle bu alana katkıda bulunan biri olarak, bugüne dek Moğol Kurdu’ndan daha iyisine rastlamadım.
Ölmek ve gülmek kelimeleri yan yana çok da gelmez. Belki fonetik olarak ya da bir şiirin kafiyesi olduğunda yakalanan uyum kulağa hoş gelse de ölüm ne olursa olsun acı verir insana. Gülecek yanını bulmak zordur ölümün. “Sen adamı öldürürsün” diyerek kahkaha atarken bile güldürmek ve öldürmek aynı cümlede geçti diye kısa süreli bir sarsıntı geçirdiğimiz olur.
Mehmet Akif’in seciyesini en çok şu üç şey inşa etti der Mithat Cemal Kuntay: Kur’anlı ev, pehlivanlı mahalle, müspet ilimli mektep. Bu üç dayanağı anlamak, Türkiye’nin ve şiirin zeminine dair iyi bir fikir verecektir. Akif’te tarih kültürel bir miras değil. O bunu çok erken zamanda anlıyor ve Namık Kemal’in korktuğu varoluş krizinin ortasında kendisini buluyor.
Reenkarnasyon, tarih boyunca birçok coğrafyada bazı farklılaşmalarla olsa da kendisine yer buldu. Dilimize de ruh göçü adıyla aktarılan bu kavram, ruhun bir bedenden diğerine geçerek varlığını sürdürdüğüne dair bir inanç.
Yeni yorum gönder