Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

   

Şahane Bir Kitap


Şahane Bir Kitap

Büyük tufanı beklerken Gılgamış’ı okumak...




Toplam oy: 1746

Gılgamış, tarihin insana göre yeniden yazılmış hali, belki de tarihin ta kendisi... Gılgamış, kültürün, insan olmanın hikayesi; yani durmaksızın ölümsüzlüğü aramanın ve her defasında ölüme yenik düşmenin... 

İnsanlığın ilk yazılı metni olan Gılgamış Destanı, kaderimizi ve aynı anda tüm tarihimizi içeren bir büyük anlatı. Onu anlamak demek hem kişisel tarihimizi hem de içinde bulunduğumuz dünyanın uygarlık serüvenini anlamak, derinden kavramak demek. Çünkü, asırlar önce kil tabletlere çivi yazısıyla kaydedilmiş bu metinler, insan ırkının avcı-toplayıcı hayattan tarım toplumuna geçişinin sancılı, karmaşık öyküsünü içeriyorlar. Arkeolog Dr. İsmail Gezgin de işte bu önemli noktadan hareketle Gılgamış Destanı’nı masaya yatırıyor, metinleri çok boyutlu biçimde, farklı disiplinlerden yararlanarak ele alıyor. Hal böyle olunca da karşımıza, bizleri son zamanlarda üzerinde çokça durduğumuz, kafa yorduğumuz evrensel şifreleri çözmeye çok yaklaştıran etkileyici, dikkate değer bir çalışma çıkıyor.

Kolektif bilinçdışı C.G.Jung’un arketip dediği imajlardan oluşur. Bu imajlar insanlara atalarından aktarılır. İçine doğduğu dünyanın genel imajı, insanın içinde doğduğu anda vardır. Bu alana geçildiğinde, evrenin merkezinde bulunan ana kaynaktaki bilginin saf haline ulaşılır. Olmuş olan ve olacak olan önceden sezilebilir, bilinebilir. Sümerce’de her şeyi bilen/gören adam anlamına gelen Gılgamış’ın öyküsü de insanlığın kolektif bilinçdışının yarattığı, tüm zamanları aynı anda içeren bir tür insani evrensel gerçekliğe işaret eder. Bilinçdışı, nasıl ki rüyalarımızda bireysel hayatlarımızda müdahale ediyorsa, toplumsal ihtiyaçlarda da mitos ve masal olarak karşımıza çıkar. Gılgamış’ın bize verdiği cevap işte tam da bu ihtiyaçla ilgilidir.

Hikaye aslında çok bildik. Uruk kentinin üçte biri insan üçte ikisi tanrı olan kralı Gılgamış, ormanın, vahşi hayatın içinden gelen güçlü Enkidu’yla birlikte, korkunç Humbaba’yı öldürmek ve büyük sedir ormanını ele geçirmek üzere harekete geçer. Bu etkileyici maceranın ardından Enkidu’yu kaybedecek ancak halkını büyük tufandan korumanın, yeniden bir krallık yaratmanın yolunu bulacak ve ölümsüzlüğün peşine düşecektir. Enkidu için aslında Gılgamış’ın kendi vahşi içgüdüsü, kendi doğası da denebilir.  Gezgin’e göre Enkidu’nun ormandan çıkarılıp Uruk şehrine gelişi, tarih içerisindeki en önemli geçiş sürecinin sembolik anlatımıdır. Tarım toplumuna, kültürlenme dönemine geçen insanın yaşadıklarıdır Enkidu’da hikayeleşen. Ve bu hikaye aynı zamanda insanın içindeki sonsuz mutluluğu, cenneti yitirişinin de acıklı hikayesidir. Çok fazla çoğaldıkları için tarım toplumuna geçmek zorunda kalan insanlar hem birarada var olabilmek için doğadan sistemli olarak koparak türlü yasalar ve yasaklarla yaşamaya başlamışlardır hem de onları bu şekilde yaşamaya yönelten dizginlenemez cinsel güdülerini lanetleyip yasaklamışlardır. “İnsanlar bu kadar çok çoğalmasaydı, cennet olarak öykündükleri o binlerce yıllık (avcı-toplayıcı) yaşama devam edebileceklerdi. Cinsellik suçu insanlığın doğadan ayrılmak zorunda kalacağı bir yazgıdır; cennetten kovulmadır. O artık doğayla barışık yaşayamaz; doğanın verdiğinden daha fazlasına ihtiyacı vardır. Annenin sütü çocuğa yetmemektedir; anneden ayrılmanın zamanı gelmiştir.” Ondandır ki, günümüze uzanan semavi dinlerde cinsellik hala yasaklıdır, avcı-toplayıcılıktan tarıma, tarımdan sanayi toplumuna cinselliğin ve dolayısıyla onun sembolü olan kadının konumu bugün hala değişmemiştir.

Yazı, Gılgamış’ın bize anlattığı ve bugün hala hayatlarımıza damgasını vuran bir diğer dikkat çekici öğe... İnsanlığın ilk yazılı metni olan Gılgamış Destanı gösterir ki, insanın dil yoluyla tanıştığı kültür, yazı ile kadere dönüşür. Artık sınırları yazıyla ve yasaklarla çizilmiş bir hayat başlamıştır. Bir vakitler yaşanan özgür cinsellik sonuçta kadını eve mahkum ederken erkeği de bir tarım işçisine çevirir, bu şekilde yaşayabilmek için ise kurallara, yasaklara ihtiyaç vardır; mutluluk için ödenen bedel insanlık için çok ağır olmuştur.

Bugün hemen hemen her kültürün yarattığı tufan mitosundan, Nuh Tufanı dediğimiz hikayeden de ilk söz eden eserdir Gılgamış Destanı; cennetten kovuluş, yılan mitosu, ölümsüzlük arayışı, rakamlarla şifrelenmiş evren iması, sanat ve estetik düşüncesi gibi nice ilklere tarihin başladığı noktada  imza atmıştır.

Gılgamış destanını okudukça, bu ilk yazılı metnin, tüm tarih boyunca yazıla gelenlerin sembolik nitelikte bir özü olduğu kanısına varıyorsunuz ister istemez. Dr. İsmail Gezgin’in rehberliğinde kültürün ortaya çıkışını hikayeleştiren Sümerliler’i anlayabilmek, onların ve dolayısıyla tüm insanlığın ilk ve ortak kahramanı Gılgamış’ı okumak, hem bugünü anlamlandırmaya hem de geleceği sağlıklı bir biçimde kurgulamaya giden yolun kapısını aralamak, hazinenin kilit taşını ele geçirmek gibi... Küresel yıkımın, gerçek tufanın bir adım öncesinde durduğumuz düşünülürse eğer, hayati değerde de denilebilir!

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Şahane Bir Kitap Yazıları

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Yazının başlığı da methiye cephesini epeyce açığa çıkarıyor ama en sonda ulaşmam gereken yargıyı en başa taşıyarak atayım ilk adımı: Türkçe yazılan ya da Türkçeye çevrilen kalburüstü bütün tarihî romanları okuduğunu varsayan, kendisi de az çok ilgi görmüş hacimli üç örnekle bu alana katkıda bulunan biri olarak, bugüne dek Moğol Kurdu’ndan daha iyisine rastlamadım.

Ölmek ve gülmek kelimeleri yan yana çok da gelmez. Belki fonetik olarak ya da bir şiirin kafiyesi olduğunda yakalanan uyum kulağa hoş gelse de ölüm ne olursa olsun acı verir insana. Gülecek yanını bulmak zordur ölümün. “Sen adamı öldürürsün” diyerek kahkaha atarken bile güldürmek ve öldürmek aynı cümlede geçti diye kısa süreli bir sarsıntı geçirdiğimiz olur.

Mehmet Akif’in seciyesini en çok şu üç şey inşa etti der Mithat Cemal Kuntay: Kur’anlı ev, pehlivanlı mahalle, müspet ilimli mektep. Bu üç dayanağı anlamak, Türkiye’nin ve şiirin zeminine dair iyi bir fikir verecektir. Akif’te tarih kültürel bir miras değil. O bunu çok erken zamanda anlıyor ve Namık Kemal’in korktuğu varoluş krizinin ortasında kendisini buluyor.

Reenkarnasyon, tarih boyunca birçok coğrafyada bazı farklılaşmalarla olsa da kendisine yer buldu. Dilimize de ruh göçü adıyla aktarılan bu kavram, ruhun bir bedenden diğerine geçerek varlığını sürdürdüğüne dair bir inanç.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.