Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

   

Şahane Bir Kitap


Şahane Bir Kitap

Buyurun masal yıllarının sofralarına...




Toplam oy: 1184

Masallar vahşi olur derler, çoğu zaman vahşi ve hüzünlü... Doğrudur, hayata dair öyle doğrudan, öyle sakınmasızdır ki birçoğu, yetişkinler aldıkları dersten, hissettikleri yüzleşmeden tedirgin olur da, bunu çocuklar nasıl okuyacak diye endişelenirler... Ama benim bugün söz etmek istediğim şey, edebi bir tür olarak masal değil, bize bir masal gibi gelen yaşamlar, insanlar, dönemler, hatıralar… Dolayısıyla gerçek masallardan daha da hüzünlü; şimdi bize masal gibi gelen şeylerin bir vakitler gerçekten yaşanmış olmasının hüznü...

 

Sula Bozis’i 1996 yılında tanıdım. Tanıdım derken yanlış anlaşılmasın, o yıl yayımlanan İstanbul Lezzeti, adlı kitabını okumuş ve üzerine bir yazı yazmış olmamdan söz ediyorum. Bu işi yapanlar bilirler, üzerine bir şeyler yazmak için okuyup geçtiğimiz kitaplardan ve yazarlardan pek azıyla duygusal bir bağ kurarız. Bozis, benim kişisel olarak bu bağı kurduğum nadir yazarlardan biridir. Doğma büyüme bir Büyükadalı olarak, yeme kültürü üzerinden onun bize aktardığı İstanbullu yaşam biçimini, ada dolayısıyla, ucundan kıyısından yaşamış biri olmamın da bunda etkisi çok elbette. Çocukluğum ve ilkgençlik yıllarım Büyükadalı Rumların, Sula Bozis’in pek güzel anlattığı, o karbeyaz örtülü sofralarında sonsuz çeşitli ve nefis yemekler yiyerek geçmişti zira. Rum kültürü hafızamda yemek ve kahkahayla, yaşamın içine işlemiş sonsuz bir hoşgörü ve neşe olarak işlenmişti. İşte bu yüzden yazarın Türkçede yayımlanan son çalışması İstanbul Rumlarından Yemek Tarifleri-Masal Yıllarımın Mutfağı'nı sonsuz bir hüzün ve hevesle karıştırıp durdum son birkaç gündür.

 


Bozis, hangi kültürden olursa olsun hemen herkesi baştan çıkaran nefis tarifler veriyor. Patlıcanlı sarmadan papaz yahnisine, soğan dolmasından zeytinyağlı güveç türlüsüne, balık köftesinden midye salmasına, ilikli pirinç çorbasından paskalya çöreğine, ağaçkavunu kaşık tatlısına, kestaneli pastaya uzanan muhteşem lezzetler geçidi… Ancak çalışmasının tariflere geçmeden önceki yaklaşık ilk elli sayfasında aktardıkları, tam anlamıyla kültürel bir okuma; İstanbul’un büyük bir hızla kaybolan çokkültürlü yaşamına yakılmış bir ağıt sanki. Aslında son derece sade bir şekilde yaşamını anlatıyor bizlere Bozis, ya onun anlattıkları yaşam kültürsüzleşmemizi yüzümüze yüzümüze vuruyor. Yaşam dediğimiz şeyin kendi ellerimizle, heveslerimizle yarattığımız keyifli bir oyun biçimi olduğunu hatırlatıyor bir kez daha. Bitki örtüsü yok olan bir kır misali, nasıl yoksullaşıp çoraklaştığımızı, nasıl can acıtıcı bir şekilde tektipleştiğimizi gösteriyor.

 

Baharın gelişini iyiden iyiye hissettiğimiz bu dönemde Bozis, hem İsa’nın dirilişini hem de baharın gelişini kutladıkları Paskalya Bayramını bakın nasıl anlatmış: “İlkbaharda ve çoğunlukla nisan ayında kutlanana Paskalya Bayramı İsa’nın ölümü yenip yeniden dirilişini simgeler, ama nisan ayı da ayrıca doğanın yeniden dirilişini, tabiatın bol ve bereketli ürün verişini simgeler.(… ) Öğlende Paskalya sofrası özenle hazırlanır. Kolalı masa örtüsü ve peçeteler, bayram günlerinin servis takımı, sofranın ortasında vazodaki leylaklardan yayılan baş döndürücü aroma, tabiatın ilkbahar coşkusunu odaya taşır. Yemek yumurta tokuşturulmasıyla başlar. Bol dereotu, nane ve taze asma yapraklarıyla sarılmış ilkbahar sarması, zeytinyağlı enginar, marul, taze soğan, dereotu, dörde bölünmüş yumurta dilimleriyle süslenmiş salata, hiçbir sofradan eksik olmaz. Ana yemek fırında pişmiş, ilkbahar mahsülü yuvarlak küçük patatesli kuzu bududur...”

 

Bozis’in bu şekilde anlattığı nice sofralar var. Noel sofraları, yaş günü, isim günü kutlamaları, sayfiye hayatının yazlık sofraları… vb. Bu sofralardan taşan neşeyi, ait olduğu topluma uyum gösterme yeteneğini, başarısını, doğadan el etek çekmememin getirdiği zenginliği hissetmemek mümkün değil. 1970’lerden itibaren hem fiziksel hem de kültürel olarak hayatımızdan hızla el etek çeken Rum kültürünü ve mutfağını tanımak, anımsamak, seyircisi olmaktan başka hiçbir şey yapmadığımız kültürel yoksunlaşmayı kişisel olsa da bir nebze azaltıyor sanki. Bozis’in masal yıllarının mutfağında da, sofrasında da herkes için şahane bir yer var.         

 

 

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Şahane Bir Kitap Yazıları

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Yazının başlığı da methiye cephesini epeyce açığa çıkarıyor ama en sonda ulaşmam gereken yargıyı en başa taşıyarak atayım ilk adımı: Türkçe yazılan ya da Türkçeye çevrilen kalburüstü bütün tarihî romanları okuduğunu varsayan, kendisi de az çok ilgi görmüş hacimli üç örnekle bu alana katkıda bulunan biri olarak, bugüne dek Moğol Kurdu’ndan daha iyisine rastlamadım.

Ölmek ve gülmek kelimeleri yan yana çok da gelmez. Belki fonetik olarak ya da bir şiirin kafiyesi olduğunda yakalanan uyum kulağa hoş gelse de ölüm ne olursa olsun acı verir insana. Gülecek yanını bulmak zordur ölümün. “Sen adamı öldürürsün” diyerek kahkaha atarken bile güldürmek ve öldürmek aynı cümlede geçti diye kısa süreli bir sarsıntı geçirdiğimiz olur.

Mehmet Akif’in seciyesini en çok şu üç şey inşa etti der Mithat Cemal Kuntay: Kur’anlı ev, pehlivanlı mahalle, müspet ilimli mektep. Bu üç dayanağı anlamak, Türkiye’nin ve şiirin zeminine dair iyi bir fikir verecektir. Akif’te tarih kültürel bir miras değil. O bunu çok erken zamanda anlıyor ve Namık Kemal’in korktuğu varoluş krizinin ortasında kendisini buluyor.

Reenkarnasyon, tarih boyunca birçok coğrafyada bazı farklılaşmalarla olsa da kendisine yer buldu. Dilimize de ruh göçü adıyla aktarılan bu kavram, ruhun bir bedenden diğerine geçerek varlığını sürdürdüğüne dair bir inanç.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.