Philip Roth kitaplarını sever misiniz? 2007 yılında Ayrıntı Yayınları'ndan çıkan Ölen Hayvan 'ı okudunuz mu peki? 2008 İstanbul Film Festivalinde gösterilen "Elegy" veya Türkçe olarak "Aşkın Peşinde" (aynı isimde başka bir dvd var, lütfen karıştırmayınız) ismi uygun görülen film Roth'un bu romanının uyarlamasıydı. Bir dönem ülkemizde yasaklanan ve sonra "beraat" eden Portnoy'un Feryadı (Times Literary Supplement'e göre geçen yüz yılın en iyi yüz romanından birisi) başta olmak üzere, Roth'un romanlarının bir çoğu, güzel çevirilerle Türkçede mevcut bulunuyor. Milan Kundera'ya göre Roth "Büyük bir modern erotizm tarihçisi". Katılmamak elde değil. Portnoy'un Feryadı, bir Amerikan yahudisi ergenin muhteşem biçimde anlatılan traji komik büyüme öyküsüdür ve bizde yasaklanma nedeni de içerdiği erotizmdir. Öte yandan Roth Bir Komünistle Evlendim'de Amerikan tarihinin en gerici dönemlerinden MacCarthy dönemini konu alır; insanların yaşamlarında yarattığı tahribatı ve trajediyi en canlı biçimde sergiler. Roth'a 1998'de Pulitzer Ödülü'nü kazandıran Pastoral Amerika'da ise sahne 60'lı yıllardır, ve kuşkusuz o yılların en önemli olayı olan Vietnam Savaşı'nın etkileri. Bu son iki kitap ile birlikte bir üçleme oluşturan The Human Stain de, Ayrıntı Yayınları'nın programında yer alıyor.
"Aşkın Peşinde"de film ile roman arasında her zaman şikâyetçi olunan o derin uçurum pek yok. Elbette kahramanımız akademisyen David Kepesh'in yaşadıkları süresince gerçekleştirdiği içsel sorgulamayı filmde bulmak mümkün değil, ama genel izlek olarak romana oldukça sadık ve başarılı bir uygulamaydı denilebilir.
Konumuz yaşlı adam-genç kadın ilişkisi. Bu tür ilişkilerin hemen her zaman temel sorunu tarafların toplumsal-kültürel aidiyetleri ve biçimlenişleri nedeniyle adeta apayrı dünyaların insanları olmalarından kaynaklanan kuşak farklılıkları. Hele taraflardan birisi derin kültürel dönüşümlerin aktif aktörü ise. Yaş, ilerlediği zaman değişim karşısında insanı salt bir izleyici konumunda kalmaya zorlayabilir. Bir toplumsal-kültürel değişim dalgasının ortasına 18 yaşında düşmek ile sözgelimi 45 yaşında düşmek asla aynı sonuçları üretemez.
David Kepesh 60 yaşını geçmiş, kadınlara ve özellikle genç kızlara hayranlığı devam eden, bekâr, bekârlığı bir sultanlık olarak yaşayabilmek için tüm imkânlarını seferber eden hedonist bir akademisyendir. Ancak ders yılı boyunca kendisine spartan bir disiplin uygulamakta kendi deyişiyle "ebeveyn"lik sıfatının sürdüğü süre boyunca öğrencileri ile özel bir ilişki kurmaktan özenle kaçınmaktadır. Ancak yıl sonu sınavlarının bitmesi ile birlikte şenlik zamanı ilân etmekte ve eyleme geçmektedir. O yıl kendisini en fazla etkileyen öğrencisi, ailesi Kübalı olan esmer güzeli, "bir hukuk bürosundaki çekici bir sekreter gibi" giyinen Consuela Castillo'dur. Consuela'yı beyaz perdede Penelope Cruz canlandırıyor, bu biraz romana uymamış, zira Roth'un betimlediği Consuela "iriyarı bir kadın". Malum Cruz iriyarı sayılmaz, ancak onu da filmin Katalan yönetmeni İsabel Coixet'in kontenjanı olarak düşünmeli.
Kepesh hocamızın her sene tekrarladığı tuzak bu kez de işe yarar. Ancak sonrasında, geçici bir macera olarak başladığı bu ilişki, onun tüm yaşamını, toplumsal ve kültürel hayatı, cinsel devrimi sorgulayacağı ve yaşamı ile ilgili kritik kararlar almak zorunda kalacağı bir sürece ya da krize dönüşür. Tutkunun hocanın karizmasını yerle bir etmesi de cabası. Öte yandan uzun süredir cinsel partneri olan Carolyn söz konusudur. Bu süreçte en yakın arkadaşı, her şeyi paylaştığı, her aşamada buluşup durum değerlendirmesi yaptığı, kendisi gibi akademisyen olan ama evli kalmayı tercih etmiş olan George'dur.
Tanımayanlar için Roth'un "ahlâksız" dünyasına girmek için kısa ve etkileyici bir açılış. Bir oturuşta bitirebilecek uzunluk ve akıcılıkta. Beğenirseniz ne mutlu size, zira okuyacak bir dolu harika Roth romanı sizi bekliyor olacak.
Şahane Bir Kitap
Şahane Bir Kitap
Yorumlar
Yorum Gönder
Diğer Şahane Bir Kitap Yazıları
Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.
Yazının başlığı da methiye cephesini epeyce açığa çıkarıyor ama en sonda ulaşmam gereken yargıyı en başa taşıyarak atayım ilk adımı: Türkçe yazılan ya da Türkçeye çevrilen kalburüstü bütün tarihî romanları okuduğunu varsayan, kendisi de az çok ilgi görmüş hacimli üç örnekle bu alana katkıda bulunan biri olarak, bugüne dek Moğol Kurdu’ndan daha iyisine rastlamadım.
Ölmek ve gülmek kelimeleri yan yana çok da gelmez. Belki fonetik olarak ya da bir şiirin kafiyesi olduğunda yakalanan uyum kulağa hoş gelse de ölüm ne olursa olsun acı verir insana. Gülecek yanını bulmak zordur ölümün. “Sen adamı öldürürsün” diyerek kahkaha atarken bile güldürmek ve öldürmek aynı cümlede geçti diye kısa süreli bir sarsıntı geçirdiğimiz olur.
Mehmet Akif’in seciyesini en çok şu üç şey inşa etti der Mithat Cemal Kuntay: Kur’anlı ev, pehlivanlı mahalle, müspet ilimli mektep. Bu üç dayanağı anlamak, Türkiye’nin ve şiirin zeminine dair iyi bir fikir verecektir. Akif’te tarih kültürel bir miras değil. O bunu çok erken zamanda anlıyor ve Namık Kemal’in korktuğu varoluş krizinin ortasında kendisini buluyor.
Reenkarnasyon, tarih boyunca birçok coğrafyada bazı farklılaşmalarla olsa da kendisine yer buldu. Dilimize de ruh göçü adıyla aktarılan bu kavram, ruhun bir bedenden diğerine geçerek varlığını sürdürdüğüne dair bir inanç.
Yeni yorum gönder