Başyapıt Budur! Adı böyle olunca ister istemez başyapıt nedir ki diyerek çevirmeye başlıyorum kitabın sayfalarını. Evet, nedir başyapıt? Kuşkusuz iddialı bir soru bu. En az cevabı kadar iddialı… Başyapıt Budur!'u hazırlayan Christopher Dell’in ve kitabın oluşumuna katkı sağlayan yetmiş sanatçı, eleştirmen ve sanat tarihçisinin bu soruya verdiği her cevap da zaten sanat içinde birbirine açılan kapılar gibi. Günümüzde filmler, kitaplar ve müzik de başyapıt olarak adlandırılıyor. Ya da yaratıcı bir kariyerin doruk noktasını ifade edebiliyor bu sözcük. Hiç kuşkusuz aldatıcı bir çekiciliği var. Tıpkı sanatın yüceliğine dair yapılan tüm atıflar gibi.
Dell, ustaların ustası olarak adlandırdığı Kenneth Clark’ın düşüncesinin altını çiziyor bu noktada. Clark’a göre başyapıtın iki önemli özelliği var: “Anı ve duyguların, tek bir düşünce oluşturan biçimi” ve “geleneksel biçimleri, hem geçmişle ilişkisini sürdüren hem de sanatçının çağını ifade eden biçimler olarak yeniden yaratma gücü." Büyük sanat eserlerinin nesnel büyüklüğünü tanımlama girişiminde, tekniğe dair virtüözlüğün, çığır açıcı yeteneğin ve yaklaşımın özgünlüğünün altını çizmektedir Clark. Peki, hal böyleyken Başyapıt Budur!'un içine hangi sanat eserleri girmektedir?
Fransa’daki Chauvet Mağarası’ndaki hayvan çizimleriyle başlıyor başyapıt yolculuğumuz. Bu mağaranın içine inerken, insanın vahşi doğasına, kolektif bilinç dışına ve sanat düşüncesinin, algısının da köklerine iniyoruz. Chauvet Mağarası’nda gördüklerimiz sanatın evrimine dair kavrayışımızı kökünden değiştiriyor. Öğreniyor, görüyor ve anlıyoruz ki büyük sanatçılar tahmin ettiğimizden de daha erken zamanlardan beri işbaşındalar. Ve paleolitik mağara sanatını ünlü yapacak kadar sanatsal kavramlara bulaşmış, teknik konusunda ustalaşmış durumdalar. Chauvet Mağarası, sanatın köklerini çok ama çok derinlere götürüyor.
Chauvet Mağarası’nın ardından Mısırlılar ile Asurlular’ın, Yunanlılar ve Romalılar’ın sanat dünyasına giriyoruz. Tacın, asanın ve kılıçların dünyası bu. Gücün; kralın ve dinin iktidarının dünyasında imgelerle somutlaşan bir sanat algısıyla karşılaşıyoruz. Ve Ortaçağ’ın ikonografisi, Vişnu ve Buda rahiplerinin imgelerine, Afrika ve Güney Amerika’nın kutsal figürlerine karışıyor. İslam sanatı ve Çin’in özgün sanat anlayışı ise çok ayrı bir yer tutuyor. Rönesans, Barok ustaları, Aztek ve Japon saraylarındaki sanatçıların yapıtları, Arap ve Babürlü sanat dehaları iç içe geçiyor.
Ve 19. yüzyıl. Bireyselleşmenin, içebakışın, devrimlerin ve modernitenin çağı… Goya, Degas, Monet, Rodin, Cezanne, Monet ve diğerleri. 19.yüzyıl, sanatın da, sanatçının da, başyapıt düşüncesinin de hem yeniden yazıldığı, yeniden inşa edildiği, hem de daha derinleştiği büyüleyici çağ…
Başyapıt nedir sorusuna yetmiş ayrı başyapıtla verilen, yetmiş ayrı cevap. Kısacası sanata ve hayata dair yetmiş ayrı şahane bakış açısı, şahane bir kitap.
Eski yılın son, yeni yılın ilk yazısı, yıl sonuna sıkışan edebiyat gündeminin biraz dışına çıksın, azcık uzağına düşsün de, sanatın esinlerle dolu alanına baksın istedim. Nihayetinde şahane kitaplarla, edebiyatla, esinler ve ümitlerle dolu bir yıl dilerim.
Yeni yorum gönder