“Biliyor musun, insanlık ne kötüleşti. Kardeş kardeşi yiyecek. Herkes komşusunu yutmaya çalışıyor. Buraya gelme şerefini bize lütfet. İş mecburiyetlerini kopar. Küçük kızı, Asur’un kucağına yerleştir. Ah! Şehirde yün çok pahalı. Parayı bana tahsis edeceğiniz zaman, 1 mina gümüşü yünün içine yerleştir. Vergi için bana yolladığın 1 mina gümüşü, kontrolörler istediler. Ben senin için korkuyorum, fakat ben onu daha vermedim. Onlara şöyle dedim: limu(seneye adını veren en yüksek devlet adamı) benim evime gelsin, gerekirse evi götürsün. Kızkardeşin, hizmetçi kızlardan birini satışa çıkardı. Onu ben, 14 sekel’e aldım. Kızkardeşin Sallim-ahum, sen gittiğinden beri iki ev inşa ettirdi. Acaba biz ne zaman bunu yapacağız? Hiç mi? Assur-Malik’in sana daha evvelce getirdiği kumaşlara gelince, parasını bana niye yollamıyorsun?”
Aslında çok meşhurlar: Lamassi ve kocası Pusu-ken. Onları yaşadıkları zamandan tam dört bin yıl sonra meşhur eden şey ise birbirleriyle çok yazışmaları ve bu yazışmaların günümüze ulaşmaları. Yazışıyorlar çünkü onlar her şeyden önce bir tüccar ailesi, Lamassi, Asur’da yaşıyor kumaş imal ediyor. Kocası Pusu-ken ise Hititler’in büyük merkezi Nissa’da işlerin uzak ayağını yönetiyor. İmalat, satış, vergi, kontrolörler, evin yönetimi ve elbette eş durumundan aşk üzerine konuşacakları çok şey var. Konuşsunlar, onlar konuştukça tarih önümüzde açılıyor, bugüne, geleceğe dahil oluyor… Ünlü arkeolog, Hititolog ve dilbilimci Muhibbe Darga ile birlikte Anadolu’da kadının izini sürüyorum, evet. Anadolu’da Kadın - On Bin Yıldır Eş, Anne, Tüccar, Kraliçe.
Aslında dişi bir varlık olarak, ataerkil dönemden önce bir anaerkil dönem olduğu teorisine, fikrine uzun zaman sıkı sıkı tutunmuştum. Ancak zaman, araştırmalar, yorumlar, kanıtlar, en azından yazılı uygarlık boyunca hayal ettiğimiz anlamda bir anaerkil dönemin yaşanmadığını gösterdi hep. İçimdeki nihai noktayı ise Fallusun Arkeolojisi ile İsmail Gezgin koydu. Dille çerçevelenen yaşamsal iktidar alanında bir anaerkil hakimiyetin olmasının imkanı yoktu… Böylelikle (edebiyatın bütün bunları çarpıtan aynasını içimde ayrı bir yere koyarak) vazgeçtim dilden ve yazılı uygarlık dediğimiz şeyden. Ancak gelin görün ki, geçmiş uygarlıkta kadının izini sürme hevesi devam etmekte, hem benim içimde, hem de bilim insanlarının çalışmalarında. Muhibbe Darga’nın şimdi genişletilerek ve diğer bilim insanlarının yaptığı eklemelerle yeniden yayımlanan çalışması, kadının izini on bin boyunca sürüyor. Ve ne tuhaftır ki her ne kadar ataerkinin vurulmuş damgasını silemese de, belki de yazı öncesi uygarlıklardan gelen bir anaerkil dönem olduğu umudunu yeşertiyor. Tarihte geri gittikçe toplumda kadının yerinin güçlendiğini açıkça görüyoruz çünkü.
Lamassi’nin kocasına yazdığı mektup bunun en kuvvetli örneklerinden biri. Tek başına yaşıyor, üretiyor, satıyor, vergi derdiyle boğuşuyor. Diğer yazışmalarda da, kadının eşini boşama hakkına sahip olduğunu, boşandığında nafaka aldığını, tek başına iş kurup rahatlıkla yürütebildiğini, erkeğin yanına mührü bastığını, görece özgür bir cinselliği olduğunu, görüyoruz. Anadolu’da kadın neolitik dönemden itibaren son derece aktif bir şekilde çalışıyor, iş ve aile hayatında söz sahibi, hatta devlet yönetebiliyor tek başına.Yani kraliçelik diye bir şey var. Ama zaman değiştikçe, dil, tarım geliştikçe yavaş yavaş, gözden düşüyor, sosyal haklarını kaybediyor gittikçe. Uygarlık toplumsal bir varlık olarak kadını, kadınlığı öğütüyor.
Statüsü düştükçe de kadının tek bir sığınağı kalıyor: Annelik. Aynı tek tanrılı dinler karşısında olduğu gibi, zayıf da olsa bedensel yaratımının kabına sığınıyor…
Erken Bizans, Koloni Çağı, Hitit, Urartu, Likya, Lidya, Helen ve Roma kadınları, onların geçirdiği değişimler, çabaları, arzuları, süsleri, püsleri, giyimleri, kuşamları, evleri, atölyeleri, sarayları… Büyüleyici ve ilham verici…Tıpkı bu çalışmayı kütüphanelerimize sokan Muhibbe Darga gibi…
ben kadınların, aile kurumu içerisinde daha tesirli, daha haysiyetli, daha güzel bir yere sahip olacaklarını düşünüyorum. kadın ve erkek arasında vazife paylaşımı vardır. kadınların erkeklere bağlı olarak hareket etmeleri gerektiğine inanıyorum.
Annelik meslek değildir. Bir kadının "topluma faydalı" çocuklar yetiştirmek dışında da yapabilecekleri vardır. Kadını eve kapatan zihniyet hala sürüyor. Bir kadın olarak kınıyorum.
Kadının ana olmak dışında da toplumsal bir yeri olmalı, demek olabilir mi acaba??? Varsın kutsal ana olmasın!Annelik meslek de değildir ayrıca...
"Statüsü düştükçe de kadının tek bir sığınağı kalıyor: Annelik." Bunu diyenin bir kadın olması ne acı en kutsal mesleği aşağılamak da ne demek?
Yeni yorum gönder