İpek Evi, yeni bir Sherlock Holmes macerası. Evet, doğru duydunuz. Ancak yanlış anlaşılmasın, Arthur Conan Doyle’un ölümünden yıllar sonra bulunup yayımlanan bir maceradan söz etmiyorum. Conan Doyle Vakfı’nın onaylayıp destek verdiği, Anthony Horowitz tarafından yazılan, gerçekten yeni bir maceradan söz ediyorum. 2006 yılında sinemaya da uyarlanan meşhur Alex Rider serisinin yazarı Horowitz, kalemini bu defa polisiye edebiyatın gelmiş geçmiş en büyük kahramanına yeniden can vermek için kullanmış. Ve ortaya Holmes hayranlarını üzmeyecek heyecanlı bir macera çıkarmış.
Sherlock Holmes sevilen bir kahramandır kuşkusuz ama onun karakteristik açıdan sinir bozucu olmadığını da kimse söyleyemez. İpek Evi’nde de karşımıza yine aynı kibir, üsten bakış, çokbilmişlik ve üstün gözlem yeteneğiyle çıkıyor. Onun hikayelerini kaleme alan Dr. Watson’da da Holmes’a dair yine aynı koşulsuz hayranlık, onun zekası karşısında kendine karşı duyduğu aynı eziklik mevcut. Ancak bu kez Watson bize kendisini ve Holmes’ü en çok zorlayan davanın içinde bulunduğumuzu muştuluyor. İkisinin de tüm hayatlarını kökünden değiştiren bir macerayı işaret ediyor. Ve macera başlıyor, Holmes’ün de dediği gibi, artık av zamanı…
Maceramız bir galericinin son çareyi Sherlock Holmes’de aramasıyla başlar. Dört tane son derece değerli sanat eserini Amerikalı alıcısına göndermiş, ancak büyük bir tren soygunu sırasında tablolar yok olmuş, hırsızların peşine düşülünce de avcıyken ava dönüşmüştür Edmund Carstairs. Şimdi Amerika’nın azılı haydutlarından biri intikam almak için peşindedir. Carstairs’in Amerikalı eşi ve öfkeli ailesi, hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını hissettirseler de gizemin çözülmesine yardımcı olamazlar. Ortadaki tek tuhaflık Amerikalı haydutun pek çok fırsat bulmasına rağmen galericiyi öldürmeye hiçbir şekilde teşebbüs etmemesidir. Ancak ilk bakışta vaka-i adiye gibi görünen bu sorunun üzerine gider gitmez uluslararası bir komplonun içine düşecektir Holmes ve Watson. Hem de tüm hayatlarını tamamen değiştirecek bir komplonun içine…
Tüm işaretler o uğursuz İpek Evi’ni göstermektedir tekinsizce. İpek Evi nedir? Bir batakhane mi, bir şifre mi, yoksa bir topluluğun, bir cemaatin adı mı? Devletin ve ülkenin ileri gelenlerinin içinde bulunduğu ve sonuna kadar üzerinin kapatılmasına çalışılan bir davanın içinde inatla ilerler Holmes. Bu olayla ilgili olarak hunharca öldürülen bir sokak çocuğu, Holmes’ün vicdanını, yaptığı işi sorgulamasına yol açmıştır. Londra’nın karanlık, sisli sokakları, keşhaneleri, genelevleri, batakhaneleri kısacası şehrin yer altı hayatı bu defa adi suçluları değil, ülkenin zenginlerini, devlet görevlilerini saklamakta, korumakta, beslemektedir. Öyle ki, dokunanın yandığı bu gizem Sherlock Holmes’ü bile hapse düşürecek, adını, itibarını karalayacaktır…
Ancak onun içindeki zeka ve sistematize edilmiş sağduyu ile doğaüstü sezgilerini sınayacak daha iyi bir ortam da düşünülemez elbette. Sherlock Holmes, İpek Evi macerasında olayları açığa çıkarmak için adeta döktürür. Üstün gözlem yeteneğini kılık değiştirme becerisine, bireysel ahlak anlayışını kuvvetli sezgilerine katarak ilerler. Uyarılara itibar etmez, derin devlet vari anıştırmaları kulak ardı eder, inandığı her şeyle yüzleşmekte kararlıdır. Aksi taktirde Holmes olamaz çünkü, kahraman olmanın bazı gerekleri vardır hala, 21.yüzyılda bile…
Başta da belirttiğim gibi Anthony Horowitz, Holmes’ün hakkını her anlamda veriyor macera boyunca ve hikayenin sonuna kadar, türün gereği okuyucunun merakını ayakta tutmayı, beslemeyi başarıyor. Sherlock Holmes’ün ağabeyi Mycroft’u da hikayenin içine katarak gayet şık bir çıkış yapıyor. İpek Evi’nin ne olabileceği sorusu ile romanın sonuna kadar kafamızı kurcalarken bir kahraman olarak Holmes’ü ve içinde yaşadığı dönemi de sorgulatıyor biz okurlarına. Peki, bütün bunlar iyi, güzel de, netice itibariyle bir Holmes macerasının kendi yaratıcısının elinden çıkması gerekmez mi, diye soranlar olacaktır elbette… Artık kendi yazarından, kendi yazarının muhayyilesinden çıkmış, başka kalemlere konu olmuş, başka dillere düşmüş kahramanların çağında yaşıyoruz. Kahramanların yeni öyküler içinde bambaşka maceraların peşinde varlık bulmaları için yaratıcılarının ölmesine bile gerek yok üstelik. Sinema, bilgisayar oyunları, internetteki sosyal paylaşım siteleri aracılığıyla her an yeniden can buluyor bazıları. İpek Evi’nde okuduğumuz ise bunun edebiyata yansımış hali. Şart mıdır bilmiyorum, ama dikkat çekici, eğlenceli ve tartışmalı olduğu da kesin.
Yeni yorum gönder