Ne Orpheus ne Ulysses, Butes, sadece Butes... Müzisyen Orpheus zaten hiç dinlemek istememiştir onları, Ulysses ise kendini ancak geminin direğine bağlatarak bu sese, bu müziğe direnmiştir. Bir tek Butes vardır, yakınlarından geçtikleri adadan yükselen sese, sirenlerin şarkılarına doğru kendini cesurca bırakan, kürekleri bir yana koyup varlığını bir sonsuzluk boyunca sulara atan... Sirenlerin şarkısı, akritik yani hayvani şarkıdır; ayrışmamış, belirsiz, sürekli sestir. Dişildir, yaşamın geliştiği dünyadan gelir. Ondan kaçan tüm gemicilerin, kahramanların aksine Butes, bu sese doğru yönelir, ölüme ve yaşamın ilk ortaya çıktığı yere döner. İşte o yüzden Pascal Quignard’ın da son romanının kahramanıdır o. Quignard, ölüm, dirim, müzik, zaman, tarih, karanlık ve kişileştirme üzerine düşünürken, yanına antikçağlardan bir tek Butes’i almıştır...
“Orpheus’çu müzik de felsefece düşünme gibi korku duyar.
Açık denizde olmak istemezler. Kaybolmaktan, dalmaktan, gruptan ayrılmaktan, ölmekten endişe ederler. Aynı şekilde psikanalizci ve çözümlenmekte olan kişi de kolları ve bacakları hareketsizleşmiş, biri koltuğunda, öteki acı veren divanında, dinlerler, konuşurlar, grubun dışına atlamazlar, dilin dışına atlamazlar. Tekneyi terk etmezler. Belki ambara inerler ama denize atlamazlar. Butes köprüye çıkar ve atlar.
Düşüncenin korktuğu yerde, müzik düşünür.” Pascal Quignard, dişil bilince karşı kültürleşme süreciyle verdiğimiz eril savaşın antik köklerini kazımaktadır “Butes” ile. Dilden önce, sese ve müziğe verir önceliği. Batı müziği bu savaşın en yoğun geçtiği alanlardan biridir yazara göre ve ne yazık ki arkaik çekirdeğe ait olan kökensel dansı feda etmiştir o. Ama yine de müzik bize varoluşun en çıplak yüzünü, bizlerin en ilksel yüzünü göstermekten, anımsatmaktan geri durmaz.
Kendini suya atmak...
Yazar, müziğin kökeninde, kökensel müzikte “kendini suya atma arzusu”nu bulur. “Kendini suya atma arzusunun temelinde yatan nedir? Rahatsız edip duran şeyin içine gömülme arzusunun temelinde ne var? Sonu belirsiz bir karar almak mı? Her şeyi bırakıp bilinmeyen şeyi karanlıkta kovalamaya atılmak mı? Rubikon’u aşmak mı? Bağlardan kurtulmak mı? Her türlü önlemin dışına çıkmak mı? Kendini canavarın ağzına atmak mı? Hesapsızca kumar oynamak mı? Aynı bir eskiliğin bir araya getirdiği tuhaf deyimler. Ava, dansa, denize, oyuna, savaşa ilişkin bütün bu eğretilemeler, doğal dilin önermeleri olmaktan çok, düşsel şekillendirmelerdir. Hepsi de sakınımsızlığı söyler. Hepsi de şöyle der: Önüne çıkan tehlikeden kurtulmaya çalışmadı. Gizlendiği yerden çıktı. Görevinden istifa etti. Sırasını terk etti. Hapishanenin duvarlarını aştı. Doğanın egemen kendiliğindenliğine karıştı.” Quignard, Ege sularında, Homeros’un dünyasında, antik Yunan’da dolaşırken insanlığa dair belli bir önermeyi de şekillendirir: Belki de insanlığın çıkış noktası, geri dönmekten korkmamaktır. Kendini suya atma arzusu, bu geri dönüşü simgeler. Ama bu, aynı zamanda ölüm demektir, “kökensel koşulla buluşmak, ölmektir.”
İşte budur insanlığın yaşamsal çıkmazı. Yazarın “denize açılmak, rüzgarda ilerlemek, bir kent kurmak, bir sahili kolonileştirmek, bir insanı yüksek bir yarın tepesinden aşağı iterek kurban etmek, arınmak, bir başka kumsaldan, bir başka acenteden, bir başka hisardan yeniden yola çıkmak” olarak özetlediği Antik Yunan tarihinin hazin sonunda insanlığın en derin çıkmazı okunabilir. Ölüm, intihar dürtüsü ve delilik; kurtuluşa, mutluluğa giden yolun üzerinde dikilirler tekinsizce. Bütün bunlarla yüzleşmek yerine etraflarında dönmeyi tercih eden insanlığın trajik öyküsüdür aynı zamanda Yunan tarihi. Ve işte tam bu noktadan bakınca doğal olarak tek bir kahraman görürüz onun içinde: Butes. İntiharla, delilikle ve ölümle yüzleşmekten korkmayan, kendini kökensel itkinin kollarına, sirenlerin müziğine cesurca bırakan, delirerek ölen insan, o günler için bir koyun çobanı belki ama bugün için kahraman...
Dünyanın Bütün Sabahları ve Villa Amalia ile tanıdığımız Fransız edebiyatının en güçlü romancılarından biri olan Pascal Quginard’ın kaleminden çıkma bir başyapıt, Butes. Kısacık, yetmiş sayfalık, her bir cümlesi tekrar tekrar okumaya değer, bütününde ise çağdaş romanın ve insan düşüncesinin seyrini biz okurlara veren... Dolayısıyla da bu haftanın en şahane kitabı...
Yeni yorum gönder