Che, 1964 yılında Guevara soyadını taşıyan bir İspanyoldan Arjantin'e göç eden ailesinin İspanya'nın hangi bölgesinden olduğunu soran bir mektup alır. Maria Rosario Guevara adındaki bu kadına şöyle yanıt verir:
"Yoldaş,
Ailem İspanya'nın hangi bölgesinden geliyor, gerçekten bilmiyorum. Elbette atalarım çok önce çıktılar oradan, bir ayakları geride kaldı, ötekisi ileride; ama ben onlara ait bilgileri saklamadıysam, bu, durumun gereksizliğindendir.
Yakın akraba olduğumuzu sanmıyorum, ama dünyada gerçekleşen herhangi bir adaletsizlik karşısında eğer siz de öfkeden titriyorsanız, yoldaşız demektir ve bu çok daha önemlidir.
Devrimci Selamlarımla, "Vatan yahut Ölüm. Kazanacağız." Kmtn. Ernesto Che Guevara" (Bellekteki Che, s.10)
"Ben,
alacakaranlığında son sabahımın
dostlarımı ve seni göreceğim,
ve yalnız
yarı kalmış bir şarkının acısını
toprağa götüreceğim"
Nazım Hikmet'in Bursa Cezaevinden Piraye Hanım'a yazdığı bu şiiri Che'nin 1956'da okumuş olduğunu anlıyoruz. Zira Meksiko'da Gobernacion Cezaevi'nden ailesine yazdığı mektubu bu şiirden bir alıntı ile bitiriyor:
"Hayatım tökezleyerek kendi gerçeğimi aramakla geçti ve artık yoldayım, ardımdan gelen bir kızımla bu dönemi kapadım. Bu saatten sonra, ölümümü bir başarısızlık olarak kabul edemem, ancak Hikmet gibi: "yalnız yarı kalmış bir şarkının acısını toprağa götüreceğim. Hepinizi öpüyorum, Ernesto" (s. 104)
Aleida March ve Havana Che Guevara Çalışmaları Merkezi tarafından hazırlanan ve İspanyol'cadan Bülent Kale'nin başarılı çevirisi ile Türkçe'ye kazandırılan Bellekteki Che, Everest Yayınları tarafından yayınlandı. Çevirisi, tasarımı, baskısı, kağıt kalitesi ile köşemizin adını tam olarak temsil eden, şahane bir kitap bu. Üstelik bu kaliteye göre oldukça uygun fiyatlandırılmış. Benzer baskıları iki misli fiyata görmek mümkün. Popülaritesini hiç yitirmemiş olan Che, neo-liberalizmin ideolojik toz dumanı dağılıp gerçekliğin çıkmaz sokakları yavaş yavaş görünür olmaya başladıkça, yeni arayışların referansı olarak yeniden ve yeniden okunuyor, basılıyor. Film ile başlayan bir yeniden hatırlama ve genç kuşaklarca tanınma aşaması ile birlikte son bir kaç yılda çok sayıda Che kitabı raflarda yerini aldı. Bu kitapları kabaca Che'nin politik yazıları, günlükleri ve biyografisi olarak sınıflandırabiliriz. Bellekteki Che, bunların hepsi ve hiçbiri. Öncelikle nefis bir fotoğraf albümü. Türkçe'de bulunan belki de en kapsamlı albüm niteliğinde. Zengin bir Che kitapları ve fotoğrafları arşivim olmasına rağmen, bir dolu fotoğrafı ilk kez bu kitapta gördüm.
Victor Casaus önsözde kitabı şöyle özetliyor: " Metinler kronolojik bir sırayı takip ederek düzenlendi. Öyle ki, bir mektuptan ötekine, günlüğüne düştüğü notlardan birinden ötekine geçerken, onun gerçek yeteneğini arayışını, düşüncelerinideki gelişimi, hayatının en büyük doğrularını keşfetmek mümkün. Bu anlamda, bu kitap da bir tanıklık belgesi.
Aynı zamanda, tek başına, guevaryan bir etiğin edebi yaratıya uygulanışının da tanıklığıdır: "Yazmanın somut problemlerle yüzleşmenin bir biçimi olduğuna inanıyorum," diye açıklar, altmışlı yıllarda yazdığı bir mektupta, kendi deneyimlerinden edindiği iki önemli bileşeni bir araya getirerek: pratik eylemlilik ile insani ve sanatçı duyarlılık."
Fazla uzun olmayan yerimizi Che'nin 1966'da Kübalı eşi Aleida March de la Torre'dan olan 4 çocuğuna yazdığı mektupla, "baba Che'yi" tanıtarak bitirmek daha güzel olacak:
"Bolivya'da bir yer, 1966
Benim sevgili Aliusham, Camilom, Celitam ve Taticom;
Size çok uzaktan ve aceleyle yazıyorum, bu yüzden yeni maceralarımı anlatamayacağım. Çok yazık, çünkü çok ilginçler ve Timsah Pepe beni pek çok arkadaşla tanıştırdı. Artık öbür sefere.
Şimdi sizi çok sevdiğimi ve annenizle birlikte hep aklımda olduğunuzu söylemek istiyorum, gerçi en küçükleri yalnızca fotoğraflardan tanıyorum, çünkü ben ayrıldığımda çok küçüklerdi. Yakında bir fotoğrafımı çekeceğim, şimdi nasıl olduğumu görün diye; biraz daha yaşlı ve çirkin.
Bu mektup Aliusha altı yaşına girdiğinde ulaşacak size, böylelikle onu kutlamamı ve mutlu yıllar dilememi sağlayacak.
Aliusha çok çalışkan olman ve annene becerebildiğin kadar yardım etmen gerekiyor. Unutma ki sen büyüksün.
Sen, Camilo, o kötü sözcükleri daha az söylemelisin, onlar okulda söylenmez, onları söylenebilen yerlerde kullanmaya alışman gerek.
Celita, anneannene ev işlerinde hep yardım et ve hep ayrıldığımızdaki gibi sempatik kal. Hatırlıyor musun? Niye hatırlamayasın.
Tatico, sen büyümeye bak ve adam ol, sonra ne yapacağımıza bakarız. Eğer emperyalizm hâlâ varsa, dövüşmeye çıkarız, eğer artık bitmişse, o zaman sen Camilo ve ben birlikte Ay'a tatile gideriz.
Benim yerime dedelere, ninelere, Myriam'a ve bebeği Estela'ya ve Carmita'ya birer öpücük verin ve babadan de her birinize fil kadar kocaman bir öpücük gelsin.
Papa.
Not: Hildita'ya da fil kadar kocaman bir öpücük, ona da yakında yazacağımı söyleyin, şimdi vakit kalmadı." (s.229)
Şahane Bir Kitap
Şahane Bir Kitap
Yorumlar
Yorum Gönder
Diğer Şahane Bir Kitap Yazıları
Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.
Yazının başlığı da methiye cephesini epeyce açığa çıkarıyor ama en sonda ulaşmam gereken yargıyı en başa taşıyarak atayım ilk adımı: Türkçe yazılan ya da Türkçeye çevrilen kalburüstü bütün tarihî romanları okuduğunu varsayan, kendisi de az çok ilgi görmüş hacimli üç örnekle bu alana katkıda bulunan biri olarak, bugüne dek Moğol Kurdu’ndan daha iyisine rastlamadım.
Ölmek ve gülmek kelimeleri yan yana çok da gelmez. Belki fonetik olarak ya da bir şiirin kafiyesi olduğunda yakalanan uyum kulağa hoş gelse de ölüm ne olursa olsun acı verir insana. Gülecek yanını bulmak zordur ölümün. “Sen adamı öldürürsün” diyerek kahkaha atarken bile güldürmek ve öldürmek aynı cümlede geçti diye kısa süreli bir sarsıntı geçirdiğimiz olur.
Mehmet Akif’in seciyesini en çok şu üç şey inşa etti der Mithat Cemal Kuntay: Kur’anlı ev, pehlivanlı mahalle, müspet ilimli mektep. Bu üç dayanağı anlamak, Türkiye’nin ve şiirin zeminine dair iyi bir fikir verecektir. Akif’te tarih kültürel bir miras değil. O bunu çok erken zamanda anlıyor ve Namık Kemal’in korktuğu varoluş krizinin ortasında kendisini buluyor.
Reenkarnasyon, tarih boyunca birçok coğrafyada bazı farklılaşmalarla olsa da kendisine yer buldu. Dilimize de ruh göçü adıyla aktarılan bu kavram, ruhun bir bedenden diğerine geçerek varlığını sürdürdüğüne dair bir inanç.
Yeni yorum gönder