Psikanalist, şair ve bir cantadora (Latin geleneğinde eski öyküleri toplayıp saklayan kimse) Calarissa P.Estés. Onu tüm dünyada olduğu gibi biz Türk okurları da muhteşem çalışması “Kurtlarla Koşan Kadınlar” ile tanıyoruz. Bu kitabında masallara psikanalizin ışığını tutan ve edebiyatın şifa verici özelliğinin altını çizen yazarın ortaya attığı çok önemli bir kavram vardır: Psikolojik ve tinsel kök öykü. Estés’ye göre bir kök öykü, insani gelişim açısından öyle temel bir gerçek içerir ki, bu olguyla bütünleşmeden daha fazla bir ilerleme sağlanamaz ve bu konu kavranana kadar psikolojik gelişim tamamlanamaz. O yüzden hikayelerle, masallarla doludur her yanımız ve o yüzden bize düşen, kişisel kök öykümüzü bulmak ve çözmekten ibarettir aslında hayat.
Johann Ludwig Tieck, Alman yazar, romantizm döneminin önemli isimlerinden biri ve aslında bir tür masal toplayıcısı. Araştırıp kaleme aldığı pek çok masal yaşadığı dönemin (1800’ler) antolojilerine girmiş, Alman sözlü edebiyatının en güzel örneklerini vermiş. Dilimize çevrilen “Elfler” adlı masalının ise edebiyatta kuşkusuz ayrı bir yeri var. Çünkü “Elfler”, fantastik edebiyatın babası Tolkien’in yapıtının temel izleklerinden bir olan “elf” kavramının yazılı hale geçtiği ilk metindir her şeyden önce. Ve, Estés’nin üzerinde dikkatle durduğu şahane bir psikolojik ve tinsel kök öykü örneğidir.
“Elfler”in kahramanı Mary adında küçük bir kız çocuğu. Bereketli topraklar üzerindeki güzel bir çiftlikte yaşıyor. Yaşadığı köy bakımlı ve güzel çiftlik evlerinden, verimli tarlalardan, sevimli meyve bahçelerinden ve etraftaki yemyeşil ormanlardan mürekkep. Ama her masalda olduğu gibi Mary’nin masalında da bu güzelliği hafifçe gölgeleyen, yüreklere endişe veren bir şeyler mevcut: Derenin diğer tarafındaki metruk evler ve onların çirkin, bakımsız tuhaf, korkutucu sakinleri… Birbirinden bıçakla kesilmiş gibi ayrı duran bu iki dünya yan yana, birbirine hiç karışmadan yaşayıp gidiyorlar neyse ki. Peki ama acaba gerçekten öyle mi? Mary yan çiftliğin oğullarından biriyle oynarken yanlışlıkla görünürde bu iki dünyayı ayıran köprüden geçiveriyor bir gün. Ve masal işte tam burada başlıyor…
“Periler gerçekse ve bizim onlar hakkındaki masallarımızdan bağımsız olarak varlarsa, o zaman şu da kesinlikle doğrudur: Elfler’in asıl olarak ilgilendikleri biz değiliz, bizim de asıl ilgi alanımız onlar değil. Kaderlerimiz ayrılmıştır ve yollarımız da çok ender olarak kesişir. Periler diyarının sınırlarında bile onlarla ancak yolların şans eseri kesişmesiyle karşılaşırız.” der Tolkien “Peri Masalları Üzerine”de... Ancak yine de biliriz ki hiçbir masalda gerçekten tesadüf diye bir şey yoktur. Tıpkı Mary’in Elfler ülkesine tesadüfen girmediği gibi. O, anne ve babasının tembihlerini dinlememiş ve ormana girmiştir her şeyden önce. Kendi dünyasının kurallarına karşı gelmiştir. Biliriz ki masallarda yapılan her iyiliğin bir ödülü ve her hatanın mutlaka bir cezası vardır. Yedi yaşlarında olduğunu tahmin ettiğimiz Mary, elflerin yanında bir gün ve bir gece kalır, orada çok ama çok mutludur ancak ailesine geri döndüğünde aradan tam yedi yıl geçtiğini görür. Bu bir gün ve bir gecelik mutluluk için ödenen yüksek bir bedeldir kuşkusuz. Masal burada bize kişisel olgunlaşmamızın en önemli adımı olan ergenliğin cesur ve safiyane doğasını göstermek ister sanki. Ve ergenlik döneminde şekillenen pek çok şeyin hayatımıza damgasını vuracağını söyler.
Elflerin dünyasından ayrılıp kendi dünyasına, kendi evine dönen Mary için artık ikinci bir yaşam başlar. Evlenir, olgun bir kadın olur, anne olur. Ve bütün bunları yaparken elflerin ona verdiği sırra sahip çıkar. Çünkü bu iki dünya her ne kadar birbirinden ayrı görünse de aslında elfler bizim hayatımıza büyüsellikleriyle sirayet eder. Mary’in yaşadığı yerin bolluğu ve bereketi onların eseridir. Varlıkları açıklanmadığı sürece o yörede yaşarlar ve yaşadıkları sürece de çevrelerine bereket yayarlar. Ve yine Tolkien’in sözlerini doğrularlar: “Peri Diyarı’nın büyüsü kendi içinde son bulmaz, bu büyünün erdemi işleyişindedir: Bunların arasında belirli ilkel insani tutkuların tatmini de yer alır. Bu tutkulardan biri zaman ve mekanın derinliklerini araştırmaktadır.”
Etraftaki bereket aslında Mary’nin bir vakitler cesurca yaşadığı kişisel deneyimin bilinçaltına yansıyan iyileştirici etkisini temsil eder. Mary, bilinçaltının tekinsiz bölgelerine cesur bir yolculuk yapmış ve oradan olgunluk ve bilgelik çıkarmıştır. Ancak bu noktada bütün hayatına yayılan çok daha önemli bir sınav daha vardır: Bu denge kurma sınavıdır, masal der ki; o da herkes gibi olağanla olağanüstü, gerçekle düşsel olan arasında sağlıklı bir denge kurmak zorundadır.
Biliriz ki Mary sıradan bir insandır, hepimiz gibi zaafları olan bir insan… Kendisi gibi elflerle iletişime geçen kızını gözlemekten kendini alamaz ve nihayetinde anlaşmayı bozarak kocasına elflerden, elflerle birlikte yaşadıklarından söz eder. Çünkü insan denilen varlık, sırları bir gün birilerine anlatmak için saklar ve anlatılan sırlar her zaman başın belaya girmesini sağlar... Mary’in masalında sözcükler ağzından çıkar çıkmaz elfler bir gece içinde oradan çekip gider ve arkalarında kurak, çorak, verimsiz bir köy bırakırlar. Anlaşma bozulmuş, sır ortaya çıkmış ve hayat son kez değişime uğramıştır. Son değişim, insan için artık ölüm demek olsa da geriye dönüş yoktur. Peki, neden böyle diye sorarız kendi kendimize, yolu çizen insan aklı, geri dönüşü neden imkansız kılar? Biliriz ki burada bulacağımız tek cevap aslında anlattığımız öykülerin kaynağında yatar ve yine Tolkien’in de dediği gibi öykülerin kaynağının ne olduğunu sormak demek dil ve aklın ne olduğunu sormak demektir.
Tieck’in “Elfler”i, vahşiliği, tekinsizliği ve güzelliğiyle bildiğimiz masalların tıpatıp aynısı. Şahaneliği işte tam buradan geliyor. Onu fantastik edebiyata kaynaklık eden eğlencelik bir masal olarak da okuyabilirsiniz, bilinçaltının derinliklerine inen gücünü fark edip, Estés’nin izinde, kişisel kök öykünüzün bir bölümü olarak da kabul edebilirsiniz. Seçim size kalmış.
dede korkut hikayelerinde tepegöz karakteri de bir perinin çocuğu olarak karçımıza çıkıyor , çok eski bir hikaye ama bizim fantastik edebiyatçılar buna eğilmiş değiller sanırım ...
Yeni yorum gönder