Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

   

Şahane Bir Kitap


Şahane Bir Kitap

Ertesi gün hiç kimse ölmedi!




Toplam oy: 1549
Jose Saramago
Kırmızı Kedi Yayınevi
Politik eleştiriden felsefi akıl yürütmelere uzanıyor Saramago; bir kurum olarak dini, inanış biçimlerini, felsefeyi, doğum/ölüm ekseni üzerine kurulan toplumsal yapıyı ölüm üzerinden sorguluyor.

1961 yılında Kuzey Irak’taki Zagros Dağları’nda yapılan kazılarda 60-80 bin yıllık bir mezar bulunur Shanidar Mağarası’nda. Cenin pozisyonunda gömülmüş 35 yaşlarında özürlü bir erkeğin mezarıdır bu. Yapılan incelemelerle, bu Neandertal insanın gömülürken etrafına şifalı bitkiler konulduğu da tespit edilir. Peki ne anlama gelmektedir bu bitkiler ve cenin pozisyonu? Bugün bazı bilim insanlarının insan olarak bile kabul etmediği Neandertaller zamanında bile, yani günümüzden 60-80 bin yıl önce bile insanın öteki dünyayı, öteki dünyaya geçiş biçimlerini düşünüp ritüeller yarattığını çıkarabiliriz pekala. Yeniden doğumu temsil eden cenin duruşuyla ve kim bilir belki de bu dünyadaki özürlü halini öteki dünyada iyileştirmesi için yanına konulan şifalı bitkilerle uğurlanmış bir adam… İnsan bilinci neredeyse insan bile sayılmazken ölümü kavramış, ölümü bilmiş ve öteki dünyayı bir ihtimal olarak yaratmıştı belli ki. Geçtiğimiz günlerde arkeolog İsmail Gezgin’le çıktığımız düşünsel bir arkeolojik yolculuğun sonunda uzun uzun konuşmuştuk, ölümün bu dünyayı dönüştüren bir bilgi, bir bilinç olarak insan zihnini nasıl etkilediğini; inancı, dini, kültürü nasıl yarattığını, belki de zorunlu olarak nasıl şekillendirdiğini. José Saramago’nun Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş'u işte tam da bu yolculuk üzerine, belki de bir kehanet gibi geldi ve yolculuk boyunca atladığımız çok önemli bir soruyu soruverdi: Ya ölüm olmazsa?


Ölümün olmadığı bir ülke düşünün. Ya da daha doğrusu ülke sınırları içinde ölümün işini yapmaktan aniden vazgeçtiğini. Önce bir mucize duygusu, sonra bir felaket… Yaşamı ölüm üzerinden yaratmış insan bilinci, ülkeleri, devleti, toplumu ve kültürü de ölüm üzerinden kurguluyor elbette. Saramago’nun ülkesinde de durum aynı ve işler derhal arapsaçına dönüyor. Devlet erkanı, din kurumunun ileri gelenleri birbirine giriyor... Toplumsal kurumlar ani bir çöküşten sonra yavaş yavaş kendilerine gelmeye başlıyorlar ama. Cenaze levazımatçıları, hastaneler, huzurevleri, sigorta şirketleri parlak fikirleri ve tüm ikiyüzlülükleriyle ölümün olmadığı bir hayatı düzenlemeye başlıyorlar. Lakin insan ruhunun ölüme gidişi yine de o kadar ısrarcı ki çeşitli illegal yollarla ölüm bulunuveriyor. Ölmek isteyenler ülke sınırları dışına çıkıp ölüyorlar. Nihayetinde bu hareketi yönlendirmeye başlayan mafya, devletle anlaşıp ortaklaşa işi çekip çeviriyor. Peki nereye kadar? Elbette ölüm kendi rızasıyla geri gelene kadar.

 

Bir kahraman olarak “ölüm”

 

Saramago’nun biçem denemeleri meşhurdur. Bu romanında da kahramansız bir anlatının içine giriyoruz uzun sayfalar boyunca. Kahramanımız, bir anda ortadan kaybolmuş olan “ölüm,” sonlara doğru ortaya çıkıyor ve anlatının biçimi de hayli değişiyor. İkinci tekil kişinin ağzından bir kahraman olarak “ölüm”ün hikayesini dinlemeye başlıyoruz. Genellikle nokta ve virgül dışında noktalama işaretleri kullanmayan yazar bu romanında da aynı şekilde davranıyor ve hatta noktayı mümkün olduğunca az kullanıyor, virgüllerden sonra kullandığı büyük harflerle anlatının ritmini, vurguları dönüştürüyor.


Biçim olarak yazarın Körlük'ünü anımsatıyor Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş. Tıpkı Körlük'te olduğu gibi bir adamla başlayan ve herkese yayılan durum, bu romanda da bütün ülkeyi kısa sürede saran bir armağan/felaket ikilemi üzerine kuruluyor.  Politik eleştiriden felsefi akıl yürütmelere uzanıyor Saramago; bir kurum olarak dini, inanış biçimlerini, felsefeyi, doğum/ölüm ekseni üzerine kurulan toplumsal yapıyı ölüm üzerinden sorguluyor. Öyle görünüyor ki hepsinin, hepimizin ölüme fena halde ihtiyacı var. Felsefe yapmak da, işleyen bir devlet-toplum sistemi kurmak da, dini inanç da ve hatta başlı başına yaşamanın kendisi de ölmeyi öğrenmektir, diyor Saramago. 


Hal böyleyken ve Saramago’ya katılmamak elde değilken; “ertesi gün hiç kimse ölmedi,” diye başlayıp biten bir hikaye düşünün, ya da hayat... Sizce nasıl olurdu? Bildiğimiz kadarıyla en az 80 bin yıldır ölmeden ve ölümü düşünmeden, olmuyor…

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Şahane Bir Kitap Yazıları

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Yazının başlığı da methiye cephesini epeyce açığa çıkarıyor ama en sonda ulaşmam gereken yargıyı en başa taşıyarak atayım ilk adımı: Türkçe yazılan ya da Türkçeye çevrilen kalburüstü bütün tarihî romanları okuduğunu varsayan, kendisi de az çok ilgi görmüş hacimli üç örnekle bu alana katkıda bulunan biri olarak, bugüne dek Moğol Kurdu’ndan daha iyisine rastlamadım.

Ölmek ve gülmek kelimeleri yan yana çok da gelmez. Belki fonetik olarak ya da bir şiirin kafiyesi olduğunda yakalanan uyum kulağa hoş gelse de ölüm ne olursa olsun acı verir insana. Gülecek yanını bulmak zordur ölümün. “Sen adamı öldürürsün” diyerek kahkaha atarken bile güldürmek ve öldürmek aynı cümlede geçti diye kısa süreli bir sarsıntı geçirdiğimiz olur.

Mehmet Akif’in seciyesini en çok şu üç şey inşa etti der Mithat Cemal Kuntay: Kur’anlı ev, pehlivanlı mahalle, müspet ilimli mektep. Bu üç dayanağı anlamak, Türkiye’nin ve şiirin zeminine dair iyi bir fikir verecektir. Akif’te tarih kültürel bir miras değil. O bunu çok erken zamanda anlıyor ve Namık Kemal’in korktuğu varoluş krizinin ortasında kendisini buluyor.

Reenkarnasyon, tarih boyunca birçok coğrafyada bazı farklılaşmalarla olsa da kendisine yer buldu. Dilimize de ruh göçü adıyla aktarılan bu kavram, ruhun bir bedenden diğerine geçerek varlığını sürdürdüğüne dair bir inanç.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.