Eserlerinde daha çok edebiyat eleştirisi üzerinden kültürel imgelerimizi, Türkiye’yi, toplumu anlamaya gayret eden Gürbilek, yine yolundan şaşmadan ilerleyen denemeler sunuyor biz okurlarına: “Yer duygusu” üzerine, “ev” üzerine, “yurt” üzerine düşünüyor bu sefer daha çok.
Amerikan psikolojisi ve varoluşçu psikoterapinin önde gelen isimlerinden Rollo May, Yaratma Cesareti adlı o pek ünlü kitabında, modern-kapitalist sarsıntı çağının bizleri bir şeyler yapmaya, üstelik yeni bir şeyler yapmaya çağırdığından bahseder. Bu çağrıyı, “bilinmeyene sıçramak” olarak da ifade eden May, oldukça güzel bir metaforla açıklar bu bilinmeyene olan çağrıyı: “…kimsenin gidip de bize yol göstermek için dönmediği bir ormana dalmaya çağrılıyoruz.”
Deneyim, gelenek, birikim ya da adına her ne derseniz, bizi biz yapan ve geçmişin yere sağlam basan ayaklarının izinden giderek ileriye adım atmamıza ket vuran bir modernkapitalist dünyada yaşıyoruz. Ne kaçmanın mümkün olduğu, ne sistem içinden kovulanın bermurad olabildiği bu çağda, kendi benliklerimizi kendimize mürşit kılıp o bilinmezlik ormanına tek başımıza girmekten başka seçeneğimiz var mı? Hele ki koronavirüs günlerinde terazisi iyiden iyiye dağılan şimdiki zamanda, kabuğumuza çekilmek zorunda kaldığımız evlerimiz bile bizi o ormanın bilinmez vahşetinden koruyabilir mi? Yoksa, evlerimiz de o ormanın bir parçası olmaya mı başlayacak yavaş yavaş? Tam da bu ve benzeri sorular kafalarımızı daha çok meşgul ederken, Nurdan Gürbilek’in İkinci Hayat adlı deneme kitabı düşüverdi önümüze. Eserlerinde daha çok edebiyat eleştirisi üzerinden kültürel imgelerimizi, Türkiye’yi, toplumu ve insanı anlamaya gayret eden Gürbilek, yine yolundan şaşmadan ilerleyen denemeler sunuyor biz okurlarına: “Yer duygusu” üzerine, “ev” üzerine, “yurt” üzerine düşünüyor bu sefer daha çok. Ahmet Hamdi Tanpınar’dan Barış Bıçakçı’ya, Nuri Bilge Ceylan sinemasından popüler bir TV dizisi olan “Çukur”a kadar onlarca farklı başlık üzerinden eğiliyor bu kavramlara Gürbilek. “İnsan yalnızca dünyanın üzücü tarafında oturur,” diyen Fransız düşünür Gilles Deleuze’den ilhamla, Nurdan Gürbilek de bu dünyadaki yerimizi sorguluyor bir bakıma tüm denemelerinde. Elbette döne döne, altını çize çize okuduğumuz, altını çizdiğimiz yerleri tekrar tekrar okuma isteği uyandıran Nurdan Gürbilek denemelerinin en temeldeki gücü, yazarlar ve eserler üzerine incelikle tuttuğu büyütecidir. Yazarlar ve eserlerinden yola çıkarak, Oğuz Atay’ın kaleme almaya ömrünün yetmediği ama hepimizle birlikte yaşayan “Türkiye’nin Ruhu” meselesine düştüğü dipnotlar, Gürbilek’in edebi eleştiriye getirdiği en özgün boyuttur diyebiliriz. Cemil Meriç, Tanpınar, Vüs’at O. Bener, Oğuz Atay başta olmak üzere, Türkiye’sini dert edinmiş yazarların etrafında ördüğü bu eleştiri kozasına İkinci Hayat kitabında çağdaş Türk yazarlarını ve en önemlisi de Nuri Bilge Ceylan’ı da eklemiş Gürbilek. Kitabın “Taş, Kuyu, Kader” başlıklı sekizinci bölümünde ele aldığı NBC sineması üzerinden yaptığı saptamalarla, Ceylan karakterlerinin becerikli ya da beceriksizce saklamaya çalıştıkları kederli kader yaralarını iyiden iyiye gözler önüne sermiş: Taşrayı, yani uzak gibi görünen o yakını; belki de ta kendimizi. Tekrar yazının başına, yani hepimizin çağrıldığı ama hakkında hiçbir bilgimizin olmadığı o hayali ormana dönecek olursak… Aslında özetle, o karanlık ormana bir şekilde giren ve bizlere eserleriyle seslenmeye, “Siz de bu kör kuyuya düşmeyin, dikkatli olun!” diyenlerin cümlelerinin altını çiziyor Nurdan Gürbilek, tüm eserlerinde olduğu gibi bu denemelerinde de. Yer Değiştiren Gölge adlı kitabının “Kemalizmin Delisi Oğuz Atay” başlıklı yazısında Atay karakterleri için kurduğu “…düşünmekten yaşamaya fırsat bulamamış, ‘hayat bilgisi’nden yoksun, bu yüzden de zihinlerindeki doğrularla birlikte evde kalmış, çocuk kalmış…” tanımlaması içerisindeki bizlere sesleniyor yeniden. Son olarak, şunu da belirtmeli: Portekizli yazar ve şair Fernando Pessoa’nın en meşhur eseri olan Huzursuzluğun Kitabı’ndaki bir tanımlamadan alıyor kitap adını:
“Bazen düşünüyorum da, düşlerimi birleştirerek kendime kesintisizce akacak ikinci bir hayat kursam ne hoş olurdu...
acısını da keyfini de yaşayacağım, ikinci bir hayat.” Edebiyat eserleri, filmler, modern hayatın sonu belirsiz bir kurmaca olarak sunduğu hayatlarımız, içinde olsak da adresinden pek de emin olamadığımız evlerimiz, kederimiz mi yoksa kaderimiz mi olduğunu halen çözemediğimiz coğrafyamız üzerine sorular soran ve ne olursa olsun, gerçek ya da mecazi, umutlu ya da umutsuz bir ikinci hayat imkanı üzerine bizleri düşünmeye çağıran bu denemeler mutlaka okunmalı. Okunmalı ve evlerimizin hayatımızın merkezinde olduğu bu sosyal izolasyon döneminde, gerçek anlamda eve dönmenin yollarını, evimizi bulmanın yollarını, kendimizi bilmenin yollarını bulmaya daha çok gayret etmeli…
Yeni yorum gönder