Ne demek nisyan? Bir şeyi unutmak, kasten terk etmek, gafil olmak… Hatırladıkça, hatırladıklarıyla var olan insan, unuttukça, kasten unuttuklarıyla ölüme yaklaşır, ölür, paradoksal olarak… Hatırlama ve unutma arasında bir cendere, ucu giyotinden yapılmış bir sarkaç gibiyse eğer hayat, yazı bunun neresinde durur peki? Günden güne, an’dan an’a unutup ölmek için mi yazarız yoksa azala azala yaşamak için mi? Murat Gülsoy son çalışması Nisyan’da unutmak ve hatırlamak, yaşam ve ölüm arasında duran yazı üzerine, insanın yaratım çabası üzerine düşünüyor. Düşündükçe unutuyor, parçalara ayrılıyor, kederli ve bir o kadar gülünç sonuna doğru akıl ve akıl kaybı içinde ilerlerken, kendini yazıya bırakıyor.
Beyhude bir çabanın fındıkiçi teknesine binmiş, karanlık bir mürekkep deryasının içinde sallana sallana, dalgana dalgalana, düşe kalka yol alan bir kahraman, yazan-adam. Ve onun hazin sonunun eşlikçisi, kadın. Hizmetçi-kadın, hastabakıcı-kadın, ortalıkçı-kadın, yaşamla ortakçı- kadın… Her ne kadar yaratım gibi dişil bir mücadelenin içinde olsa da erkek elinden çıktığını belli eden bir anlatıyla karşı karşıyayız Nisyan’da, erkek-yazar, onun yazdıklarını okumaz bile -kadın… “Kadın bağırıyor durmadan: Yat. Uyu. Öl.”
Yaşamının son günlerinde mi kahramanımız? Hangi zamanda yazıyor, hangi çağa ait, nerede yaşıyor? Bilemiyoruz. Yazı, sarı hatırlatma kağıtlarına yazılmış, ortalığa dağılmış, paramparça. Bunlar kahramanımızın son romanı; evi, çekmecelerin içini, kıyı köşeyi, yatak altlarını, duvar diplerini sarmış. “Eski mecazların kalıntılarıyla kaplanmış tüm zemin.” Roman form alamıyor, kahramanımızın giderek silikleşen hafızası, algıları, duyguları gibi ölüme bir parça, bir parça daha yaklaşıyor. Romanın ana temalarının eşlikçileri ise zaman, cinsellik ve ölüme yaklaştıkça arzunun merkezine kayan doğa, doğa tarafından yutulma arzusu… “Yaşadıkça uzaklaşıyorum kendimden. Bildiğim o kimseden. Limandan ağır ağır ayrılıyor gemi. Uzak mavi bir sise doğru sürüklenirken, güvendiğim tek gerçeklik olan liman soluk pastel bir rüyaya dönüşüyor. Yolcu etmeye gelen var mı, diye boşuna bakıyorum. Uçuk lekeler. Adımın harfleri. Her şey olabilir. Bazı nesneler bile. Kaptanı olduğumu sandığım bu gemi devinen bir ağaç. Beşik, gemi, tabut. Hayat ağacım kururken görüntü kararıyor. Ellerimi sokacak bir toprak arıyorum; yumuşak, nemli, anaç. Bir ağaç arzusuyum.”
Kadın olsaydı rüyaların ve tevatürlerin diliyle yazardı; erkek olduğu için hastalığın, bunamanın, ölümün diliyle yazıyor Nisyan’ı Murat Gülsoy. Nisyan’ın kahramanı zaman zaman Vergilius’un Ölümü’nün kahramanını anımsatıyor. Ölümün karşısında, sanat arzusuyla var olmaya çalışan insan benliğinin sorgulanması... Ancak Vergillius’un aksine o yine de, ölümün bir adım öncesinde yazıyor yazıyor. Çünkü acı bir gülümseme geleceği gören… Geçmişten haber bekleyen... Umutsuz bir sessizlik maddeyi katılaştıran… Zamanı, saati bedenin içine gömen…
Murat Gülsoy okurlarını şaşırtacak bir çalışma olduğuna eminim Nisyan’ın. Gülsoy, yıllar boyu yazdığı onca öykünün ve romanın girdabına işte bu sefer kapılmış, edebiyat tarafından yutulmuş bir yazar olarak çıkacak çünkü karşılarına. Ve nisyana kendini bırakmaya direnen insan hafızasını, ister istemez zorlayacak…
(Görsel çalışma: Byran Olson)
Murat Gülsoy okumaya "Bu kitabı çalın" ile başladım.. Hikayeleri (özellikle kitabın başındaki ilk 4-5 hikaye) enteresan geldi bana.. Nisyan'ı okuyacak olmamın ilk sebebi budur, ikinci sebebi, "nisyan"ı kelime anlamı ve söyleniş olarak çok beğeniyor olmam ve sürekli kullanmaya çalışmamdır.. Üçüncüsü ise, "şahane bir kitap" bölümünde yorumlanmış ve tanıtılmış olmasıdır..
Tüm bu sebeplerin birleşimi bu kitabı okuyacak olmamın sebebi oldu.. :)
Teşekkürler..
son paragraf daha iyi olabilirdi yada hiç olmayabilirdi gibi geldi bana
Yeni yorum gönder