Edgar Allan Poe; tuhaf, karanlık, oyunbaz, nüfuz edilemez… Ve hepsi bir yana her şeyden önce modernist imgelemin en dikkate değer habercisi… Bu, anlatı sanatını 19.yüzyılda yaşamış tüm yazarlarından daha iyi kavramış, ancak yaşadığı dönem itibariyle anlaşılamamış deha, bugün de kimi eleştirmenlerce basit ve hafif gotik öykülerin yazarı olarak kabul edilir. Onu gerçekliğe esrarengiz bir çerçeveden bakan varoluş öyküleri yazarı olarak kabul ettiğimizde ise, bir kurmaca ustası olarak literatüre girer. İşte Charles E. May’in çıkış noktası tam da budur. “Edgar Allan Poe-Öykü Üzerine Bir İnceleme”, Poe’nun en dikkat çeken önemli öyküleri üzerinden yazarı, onun edebi eğilimlerini ve yaşadığı dönemi çözümleyen son derece keyifli bir inceleme.
Bir yazarı tanımak demek, dünyayı, insan ruhunu ve elbette en önemlisi çağı tanımak demek. Charles E.May’in çalışması da bu düşünceyi doğrular nitelikte. Yaşadığı döneme ve onun ilerisine damgasını vuran bir yazar olarak Poe’nun dünyasında, edebiyatın dönemsel eğilimlerini, dönemin etkilerini, (dışlananlar ve içselleştirilenler hep bir arada olmak suretiyle) buluyoruz.
Parodi ve Oyun
Çalışmanın en dikkat çekici bölümlerinden biri “Parodi ve Oyun”. Malum Poe’nun ne vakit ciddi olduğunu ne vakit oyun oynadığını bilmek mümkün değil. Hoş, zaten bizi ona çeken de zaten bu mümkünsüzlük hali. Ama May bir eleştirmen olarak bu ayrımın izini sürmeye niyetlenmiş. Sonuç elbette aynı! Yazarın özellikle düzyazılarının çoğunu hiciv, parodi, gülünçleme ve oyun kategorisi oluşturuyor. Hicvinin temelinde ise “didaktik sapkınlık” eleştirisi mevcut. Poe, döneminin eğilimlerinin aksine, her kurgusal gerçekliğin bir ahlak dersi içermesine karşıdır. Ona göre, yapıtlarında gizli bir anlam arama çabası boşunadır. Zira metin, biçimiyle, içeriğiyle, kurgusuyla zaten başlı başına bir anlam ifade eder. Ve “gerçeklik ile kurmacayı bilinçli olarak birbirine karıştıran bir kandırmaca, isterse de eleştirinin ana hedefi ile hicivsel katmanını özellikle karıştıran bir parodi olsun, tuzak ya da şaka biçiminde bir edebiyat yapıtı yaratmak, bazı eleştirmenlerin ve yazarların düşündüğü gibi çocuksu bir etkinlik değildir.” Poe, oyuna getirilmeye izin vermezsek öğrenemeyeceğimize inanır. Öğrenmekse neresinden bakarsak bakalım zaten ciddi bir iştir!
Farklı gerçeklik alemleri
Rüya ve gerçeklik… Neyin rüya neyin gerçek olduğunun ayrımına varamadığımız o tekinsiz yarıbilinçlilik halleri… Poe deyince edebi bağlamda ister istemez o tekinsiz bölge açılıyor önümüze. May’e göre Poe, yalnızca rüyaları gerçekmiş gibi sunmakla değil, dönemin bu tarz eğilime göre yazılan öykülerine özgü bir biçimde, deneyimleri uç noktalar taşıyıp, onlara kabus niteliği kazandırmakla da ilgileniyordu. “Poe için, rüyayı gerçeklik, gerçekliği rüya gibi sunmak, deneyimin iki biçimi arasındaki sınırları belirsizleştirmekti; rüyanın insani yapısına dış dünyanın sert duygusunu, dış dünyanın sert çizgilerine ise insani bir duygu vermekti.” Bu muğlaklıkta öykünün çözümü ise estetik bir çözümdür tabii.
Ve takıntı
Hiç kuşkusuz Poe öykü türüne, özellikle sıkı bir estetik birlik oluşturma konusunda, hizmet etmiştir. Ve bu katkı onun en tipik temalarının birinden türer: “Birinci tekil anlatıcıda ortaya çıkan psikolojik takıntı.” Yazar, anlatıcıyı hikaye içerisinde yavaş yavaş takıntılı bir kişiye dönüştürür. Bu takıntının kendisi de giderek öykünün tematik merkezi haline gelir. İşte söz konusu estetik bütünlüğü bu sistemle yakalar Poe. Böylelikle tek bir etki yaratmak üzere tek bir izlenim etrafında bütünleştirilmiş öykü, psikolojik takıntının sanatsal karşılığı haline gelir. Bir okur olarak böyle sistematik bir biçimde büyüleniveririz işte…
Poe, bizi sadece bu tekniklerle büyülemez tabii. Her okur, yazarı kendine göre tekrardan yaratır. Ve Edgar Allan Poe’nun büyüsü de, gizemi de, cümle tuhaflıkları ve tekinsizlikleri de ancak ve ancak bizim şahsi imgelemimizle bütünleştiğinde daha büyülü, daha tuhaf, daha tekinsiz ve gizemli olur…
Yeni yorum gönder