“Dr. Watson size yazmaz; alazlı bir şömine ateşinin karşısından Kral VII. Edward dönemine has bir nezaketle sizinle konuşur. Sesinde sınırlar ve yapmacıklık yoktur. (…) İnce duygular Dr. Watson’ın kafasını karıştırır. Sanattan anlamaz. Yine de tıpkı yaratıcısı gibi gelmiş geçmiş en büyük öykü anlatıcılarından biridir. Sahneyi Holmes’a bıraktığı nadir anlarda Watson’ın geri dönmesini bekleriz. Değişken, parlak, karmaşık, düzensiz Holmes, tek başınayken güvende değildir. Tabii idare eder. Kendini gizleyebilir, yeraltına çekilebilir, annesinin bile kendisini tanıyamayacağı kadar başarıyla kılık değiştirebilir, ölü veya ölmekte olan bir kişi taklidi yapabilir, afyon tekkelerinde mal peşine düşebilir. (…) Ancak bunların hiçbiri, Holmes’un yalnız kaldığında, sadık Watson’ın öyküye geri döndüğü anda dönüştüğü kişinin tırnağı bile olamadığı gerçeğini değiştirmez.” John Le Carré’ye katılmamak mümkün mü? Hangi kahraman onu anlatan birileri yoksa etrafında kahraman olabilir ki? Ya da şöyle sorayım; zaten her kahraman onu anlatan iyi bir hikaye anlatıcısının/yazarının elinde/dilinde doğmaz mı?
Etkileri günümüze uzanan, dedektiflik hikayelerinin babası, yazıldığı yıllardan beri bir fenomen, bir klasik olan Sherlock Holmes’un maceralarının en önemli özelliğidir bence bu; anlatıcı ve kahraman arasında bölünmüş, birbiri arasında gidip gelen, birbirini destekleyen ve nihayetinde birbirini var eden anlatısal yapısı… Arthur Conan Doyle çok erken bir tarihte anlatıcının da gün gelip bir kahramana dönüşeceğini, roman sanatının bu yönde evrileceğini hissetmiş gibidir. Yoksa kibirli, seksist, sömürgeci estetiğini ve zihniyetini her şeyiyle yansıtan ve en büyük silahı gözlemlerle akıl yürütmelerden ibaret olan Holmes gibi bir adam niye bu kadar sevilsin?
Elimde Sherlock Holmes kitabını gezdiriyorum ne zamandır. Dünyaca ünlü Holmes uzmanı Leslie S. Klinger’ın editörlüğünü yaptığı, Kaya Genç ile Berrak Göçer’in şahane bir çeviriyle dilimize kazandırdığı bu külliyatın içinde kayboluyorum. Beni çeken elbette Doyle’un hikayeleri ancak hikayeleri besleyen nice notla dolu sayfalar da başlı başına bir yazın hikayesi diyebilirim. Bibliyofil okuru memnun edecek sayfa tasarımı, görseller ve baskı kalitesi de cabası.
Sherlock Holmes kuşkusuz edebiyat tarihindeki ne ilk ne de son dedektif. Ancak aklımıza neden bir tek o gelir hemen? Bu sorunun cevabını elbette önce Doyle’un yarattığı üslupta, hikaye etme biçiminde ve karakterlerine yüklediği olağanüstü özelliklerde arayacağız. Ancak Sherlock Holmes kitabında yer alan oldukça uzun giriş kısmı Holmes’a, onun yaşadığı döneme dair oldukça ilginç ve sıkı bilgiler de veriyor ki bu konuda fikirlerimiz de, aklımızdaki soru işaretleri de keskinleşsin.
Holmes sorar Watson’a: Eve çıkan kaç merdiven var? Watson duraksar, hiç saymamıştır çünkü... Holmes, görmüşsünüz ama hiç gözlem yapmamışsınız der. İşte bizi ve çağımızı etkileyen budur; görmüş ve gözlem yapmamış bir zamanın çocukları olarak, gözlem yapabilen akla hayran kalırız. Ve onun kahramanlaşmasına derinden inanırız. O yüzdendir ki Holmes yaşar, Watson ise onu anlatacaktır bize daha uzun çok uzun yıllar...
Ne güzel aktarmışsınız duygularınızı, yarın kitabı almaya karar verdim.
Yeni yorum gönder