Ann Radcliffe… O, gotik romansın annelerinden. Hatta Mary Shelley’den sonra belki de en iyilerinden… 1700’lü yılların İngiltere’sinde, değil yazar olmak, kadınların yanlarında bir erkek eşlikçi olmadan kütüphaneye bile gidemedikleri o dönemde, oturup gotik romanlar kaleme almak herkesin harcı değil. Ancak Radcliffe, kendini öyle ortalara dökmeden, yazar egosunu besleyecek motivasyonlardan uzak kalarak, yazmış. Tam altı gotik roman. İkinci romanı “Sicilya’da Bir Aşk Hikayesi”, türde sözü geçen yazarlardan biri haline getirmiş onu, üçüncüsü olan “Ormanda Aşk” ise türün ustası olmasına yetmiş. O dönemlerde yazar olan kadınlarıla ilgili pek az şey biliyoruz, Radcliffe’in hayatıyla ilgili ise ne yazık ki daha da az. Ama dediğim gibi geride türe damgasını vuran ve onu günümüze taşıyan altı tane roman var, bir yazarı tanımak için yeterli olsa gerek.
Tabii biz Türk okurlar için durumda daha da zor, zira yazarın elimizde sadece Türkçeye yeni çevrilmiş romanı “Sicilya’da Bir Aşk Hikayesi” mevcut. Başta da dediğim gibi bu roman Ann Radcliffe’in gotik türde kalem oynatan yazarlar arasına kabulünü sağlamış, ona ün kazandırmış bir çalışma. Adı üstünde hikayemiz Sicilya’da geçiyor, türden bekleneceği üzere Sicilya’daki gizemli bir şatoda. Aşk hikayemizin kahramanları bu şatoda yaşayan Julia ve genç Kont Veraza. Hikayeyi karanlıklaştırıp gotikleştiren kahramanlar ise Julia’nın hırslı, kötücül babası Marki Mazzini ile şatonun nicedir kullanılmayan güney bölümünde geceleri cirit atan tuhaf ışıklar ve duyulan inlemeler.
Julia ve Emilia, küçük yaşta annelerini yitirmiş, babalarının genç karısıyla birlikte terk ettiği bu köhnemiş şatoda bakıcıları Madam Menon’la büyümüş iki genç kız. Sakin, unutulmuş ve huzurlu bir hayatları var. Ancak bu huzur tablosu, babaları erkek kardeşlerinin erişkinlik töreni için karısı ve mahiyetiyle birlikte Mazzini Şatosu’na gelip büyük bir kutlama düzenleyince sonsuza kadar bozuluyor. Julia’nın Kont Veraza’yla babasının onaylamadığı bir aşka tutulması kısa süre içinde tüm ailesini ve çevresinin hayatını değiştirmekle kalmıyor, herkesi içinden çıkamadıkları korkunç bir gizemle de burun buruna getiriyor. Şato’nun güney cephesinden geceleri görünen ışıklar ve sesler giderek artarken Julia ve erkek kardeşi Ferdinand aile geçmişleriyle ilgili esrarını tam kavrayamadıkları bir takım sırlar olduğunu anlıyorlar. Bu sırların en ilginç yanıysa geçmişten gelerek kendi hayatlarına sirayet edecek, kaderlerini değiştirecek kadar güçlü olmaları…
Beklenen şahane son…
Ann Radcliffe, bir yandan maceralı bir aşk hikayesi anlatırken bizlere, diğer yandan da gerilim unsuru bol, kuvvetli bir gotik ağ örüyor çevremizde. Ancak onun yazar olarak en önemli özelliği hikaye içinde bize aktardığı her türlü kötücül yaklaşımı, olağanüstünden kaynaklanan her türlü gerilimi ve gizemi kimi zaman entrika düzeyinde kimi zaman karakter tahlilleri ekseninde, mantıklı ve son derece gerçekçi açıklamalarla çözümleyebilmesi. Bir yazar olarak sağduyusunu hiçbir zaman kaybetmiyor, kimi yerlerde bize çok gereksiz görünen döneminin ahlakçı eğilimlerinden, bakış açısından hiç vazgeçmeyerek, bu bakış açısını tüm romana yedirmeyi başarıyor. En mühimi de en büyük gizemin çözümünü romanının son sayfalarına kadar okura açık etmeden taşıyabilmesi, okurunun sayfalar boyu beklentisine karşılık verebilmesi. Bu anlamda “Sicilya’da Bir Aşk Hikayesi”nin şahane bir sonu var diyebilirim.
“Sicilya’da Bir Aşk Hikayesi” için türün oturmuş, yetkin örneklerinden biri demek mümkün değil elbette. Ancak özellikle gotik romanlara ilgi duyan okur için, türün gelişimini gözleyebileceği, tatminkar bir okuma olacaktır. Maceralı aşk hikayelerini sevenler ise hiç tereddüt etmesinler derim.
Yeni yorum gönder