Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

   

Şahane Bir Kitap


Şahane Bir Kitap

Güvercinlerin unutulmaz hanımı




Toplam oy: 1140
Merce Rodoreda // Çev. Suna Kılıç
Alef Yayınevi
Güvercinler Gittiğinde, artık Türkçede. Son zamanlarda kutlamaya değer iyi bir şey arayan okurlar için.

Mercé Rodoreda ile tanıştınız mı? Ve onun Natalia’sıyla... Çok kıymetli ama çok geç bir tanışma olacak bu hepimiz için. Çünkü Türkçeye yeni çevrilen Güvercinler Gittiğinde, dünya edebiyatının başyapıtlarından biri. Aynı zamanda edebiyatta kadın dilini arayan yazarların yoluna ışık tutacak yetkinlikte bir dile, romanın insan ruhunu arayan doğasını kavrayan güçte bir anlatıma sahip. Hem kendi zamanını kavrayıp onu anlatıyor hem de edebiyatın sonsuzluğa açılan zaman dışı nefesini üflüyor kulaklarımıza. Ursula K. Le Guin, bir makalesinde, bir romanın iyi olup olmadığını, okuduktan sonra o romanın kahramanını uzun süre sonra bile hatırlayabilmemizden anlarız, der. Mercé Rodoreda’nın kahramanını da, o kahramanın hikayesini de ölene kadar unutmayacaklarımızın içine koyabiliriz rahatlıkla. Raskolnikov’un, Anna Karenina’nın, Mrs. Dolloway’in, Madam Bovary’nin, Elizabeth Bennet’in yanına…

Adı Natalia, ama çocuk yaşta evlendiği kocasının ona verdiği adla hatırlıyor ve anlatıyor o kendini, Colometa. Yani güvercin… Uzun, upuzun bir hayatı var Colometa’nın, bir güvercininki gibi değil ama yine de bir güvercinin tedirginliğiyle yaşıyor hep. Kim olduğunu, ne istediğini tam olarak bilemeden, içinde yaşadığı sınıfın, toplumun, kültürün ona verdikleriyle yetiniyor. Bu anlamda gerçek bir kahraman değil Colometa, hepimiz gibi, herkes gibi. İşte o nedenle de yüreği ve hikayesi kalbimize kazınıyor. 1930’lu yılların Barcelona’sında başlıyor hikayesi, bir panayırda karşılaşıp kısa sürede evleniyor, onu görür görmez, sen benim hanımım olacaksın diyen genç adamla. Yoksul, görece eğitimsiz, ataerkil bir toplumun kadını o. Hayatına giren baskın erkek rolünün altında kolayca eziliyor, un ufak olup gidiyor benliği… Arka arkaya iki çocuk doğuruyor, kocasının baskısına rağmen yoksulluk baskın gelince evlere hizmetçiliğe gidiyor. Hem çalışıyor, hem kocasını idare ediyor, hem çocuklarına bakıp hayatı çekip çeviriyor. Ama kendisi nerede, ne istiyor, bilmiyor. Kendisi olduğu tek an, çarşıdaki oyuncakçıya gidip oradaki bebeklere baktığı an. Bundan neden hoşlanıyor, tam olarak o da bilmiyor. Hayatında olmaması gereken bir şey yapıyor ya, işte o kadar…

 




Savaştan önce ve savaştan sonra

 


Derken güvercinler geliyor. Kocasının basit bir merakı olarak başlayan güvercin besleme işi giderek çığırından çıkıyor; evin içinde çocukları ve sayısı yüzleri bulan güvercinle yaşamaya başlıyorlar. Hemen ardından da kocasının ve çevresindeki erkeklerin neredeyse çocuksu devrimci hayalleri ve savaş geliyor. Colometa’nın hayatı burada ikiye ayrılıyor herkes gibi, savaştan önce ve savaştan sonra… Aslına bakılırsa savaş da Colometa’nın hayatını değiştirmiyor, sadece daha da zorlaştırıyor. Devrimci hayalleri, marşları, aşkları yok onun, savaşa giden kocasını beklemek ve her gün daha da fakirleşen mutfağında küçük çocuklarını beslemek zorunda. Devrime katılan Julietta gibi aşkı ve savaşı yaşaması imkansız: “Onun öylesine âşık bir halde geçirdiği o gece gibi bir geceyi geçirmek çok isterdim dedim, ama benim çalışma odalarını temizleme, toz alma ve çocuklara bakma işim vardı ve dünyanın bütün o güzel şeyleri, rüzgâr, canlı sarmaşıklar, havayı delen serviler, bir bahçenin bir yandan öbür yana giden yaprakları benim için yaratılmamışlardı. Benim için her şey bitmişti, tek beklentim üzüntü ve dertti. (…) Sonunda üçümüz çıkmış sokakta yürürken, her bir yanımda bir çocuğumla, neden bilmeden, kaynayan bir damla acı yükseldi ta içimden ve boğazıma yapıştı. Bahçeyi, sarmaşıkları, ay ışığı çizgilerini düşünmek yerine belediyeyi düşünmeye başladım, sonra da haydi iyi geceler.”

Savaştan sonra değişiyor evet Colometa’nın hayatı; kocasını kaybediyor, çocuklarıyla beraber intihar etmeye karar verecek kadar açlık ve sefalet çekiyorlar ve derken bir evlilik teklifi geliyor. Tam ölmek üzereyken, tam çocuklarını bile öldürmek üzereyken... Savaştan çok da fazla yara almamış zengin bir aktarla evleniyorlar. Ve rahat bir nefes alıyor nihayet biraz, çalışmak yok, her bir çocuğa ayrı bir oda, bol yiyecek ve giyecek. Öyle ki Colometa her gece kalkıp kilerdeki erzaklara elini daldıracak, ütülerini başka birisine yaptıracak kadar. Öyle öyle yaşlanıyor git gide. Çok konuşmadan, evden dışarı çıkmadan hatta eğer çıkarsa yolun karşı tarafına hiç geçmeden yaşıyor. Ona, gittiği parktaki hanımlar güvercinlerin hanımı demeye başlıyorlar. Çünkü kimi görse savaştan önce evindeki güvercinleri anlatıyor artık. Türlü çeşit güvercinleri, haydutları, Hindi Kuyruklarını, Rahibeleri… Ama anlatmadığı çok önemli bir şey var: Güvercinlerin nasıl gittiği…

Romana adını veren, hikayenin düğüm noktası, güvercinlerin gittiği an. Çünkü Colometa, hayatında hiç yapmadığı bir şey yapıyor. Kendisi ve ailesi adına bir karar veriyor ve işte o gün güvercinlerin hizmetçisi değil, hanımı oluyor!

Mercé Rodoreda, sayısız baskı yapmış, dünyanın pek çok diline çevrilmiş bu romanıyla ilgili yazdığı bir yazısında; Güvercinler Gittiğinde, bir gıdım duygusallık içermese bile, her şeyden önce bir aşk romanıdır, der. Hayır, yakışıklı, delişmen, maço kocasına değil, ömrünü tamamladığı, ona bir hayat veren değil, onunla bir hayatı paylaşan ikinci kocasınadır bu aşk. Hayattan güç ve iktidar beklemeyen iki kişinin derin, ümitsiz aşkıdır onlarınki, o kadar…

Güvercinler Gittiğinde, artık Türkçede. Son zamanlarda kutlamaya değer iyi bir şey arayan okurlar için. 

 

 


 

 

Görsel: Onur Aşkın

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Şahane Bir Kitap Yazıları

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Yazının başlığı da methiye cephesini epeyce açığa çıkarıyor ama en sonda ulaşmam gereken yargıyı en başa taşıyarak atayım ilk adımı: Türkçe yazılan ya da Türkçeye çevrilen kalburüstü bütün tarihî romanları okuduğunu varsayan, kendisi de az çok ilgi görmüş hacimli üç örnekle bu alana katkıda bulunan biri olarak, bugüne dek Moğol Kurdu’ndan daha iyisine rastlamadım.

Ölmek ve gülmek kelimeleri yan yana çok da gelmez. Belki fonetik olarak ya da bir şiirin kafiyesi olduğunda yakalanan uyum kulağa hoş gelse de ölüm ne olursa olsun acı verir insana. Gülecek yanını bulmak zordur ölümün. “Sen adamı öldürürsün” diyerek kahkaha atarken bile güldürmek ve öldürmek aynı cümlede geçti diye kısa süreli bir sarsıntı geçirdiğimiz olur.

Mehmet Akif’in seciyesini en çok şu üç şey inşa etti der Mithat Cemal Kuntay: Kur’anlı ev, pehlivanlı mahalle, müspet ilimli mektep. Bu üç dayanağı anlamak, Türkiye’nin ve şiirin zeminine dair iyi bir fikir verecektir. Akif’te tarih kültürel bir miras değil. O bunu çok erken zamanda anlıyor ve Namık Kemal’in korktuğu varoluş krizinin ortasında kendisini buluyor.

Reenkarnasyon, tarih boyunca birçok coğrafyada bazı farklılaşmalarla olsa da kendisine yer buldu. Dilimize de ruh göçü adıyla aktarılan bu kavram, ruhun bir bedenden diğerine geçerek varlığını sürdürdüğüne dair bir inanç.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.