Bela ten Belen, bir Taç erkeği, yani yaşayan bir tanrı. Kendine eş olacak bir toprak kızı bulmak için yağmaya çıkıyor diğer beş Taç erkeğiyle birlikte. Ve elinde bir yerine iki kızla birlikte dönüyor Gök Kent’ine: Moth ve Mal. Mal henüz beş yaşında ve Moth on bir. İkisi de Bela’nın evinde ona eş olmak üzere yetiştiriliyorlar, Taç adetlerini öğrenip Toprak adetlerini unutuyorlar. Ancak kendi adetlerini unutmak bir Toprak olduklarını, düşük kasttan birer köle olduklarını unutmak demek değil, aksine hiç unutmamak demek. Küçük kız kardeşini korumak için Moth eş oluyor Bela’ya. Aslında onun hayatta yapmaya çalıştığı tek şey de bu: Kardeşini, dolayısıyla kayıp geçmişini, köklerini korumak. Ancak böyle bir düzende bu çabanın imkansız olduğunu anlayacak elbette Moth. Toplumların kastlara ayrıldığı bir hayatta, kadınlığına ve özkültürüne sahip çıkmanın imkansızlığını, bir Gök Kent’te yaşarken Toprak’a ait olduğunu bilmenin dramını ya, kişisel kavrayışının bedeli oldukça ağır olacak. Şiddete, adaletsizliğe maruz kalınarak başlanan bir hayatın mutlulukla devam etmeyeceğini, geçmişten gelen hayaletlerin hiç ölmeyeceğini ve yazgının muktedirliğini anlayacak…
“Yaban Kızlar”, bilimkurgu ve fantastik edebiyatın artık iyiden iyiye ihtiyarlayan kraliçesi Ursula K. Le Guin’in Locus, Asimov ve Nebula Ödüllü şahane öyküsü. Bir öykünün üç ödül birden almasının çeşitli sebepleri var tabii. Türkçesi hepi topu elli dört sayfalık bu öyküde Le Guin, onu büyük bir yazar yapan tüm edebi yeteneğini, tüm edebi deneyimini ortaya koymuş. Sayfalara sığmayan fantastik diyar tasvirlerini bir kenara bırakıp usta bir ressamın vurucu fırça darbelerini andıran bir şekilde, sade birkaç cümleyle gözümüzün önüne bir fantastik diyar kurmuş. İnandırıcılıktan da öte, rüyalar kadar gerçek ve iç burkucu bir hikaye bu. Le Guin’in külliyatına şöyle bir baktığımızda onun kölelikten söz etmeyi, köleliliği yazmayı “sevdiğini” görürüz. Kölelik denen şeyin dramatizasyonuna girmeden, gerçek, itaatkar, beklentisiz ve çıkışsızlığını yazar hep sade ve vurucu bir dille Le Guin. “Yaban Kızlar”da da bunun üst örneğini görüyoruz. Kahramanımız Modh, kaçıp kurtulmayı, halkına ve ailesine kavuşmayı hiç düşünmüyor, yazgısını soğukkanlılıkla kabullenip onun içinde hareket etmeye çalışıyor. Öykünün arka plandaki diğer kahramanı Mal’un kabullenişi ise hiç şüphesiz daha da etkileyici, daha da iç burkucu. Öyle ki, Mal’un bulduğu çıkış yolu bile sadece yazgının varlığına hizmet ediyor.
“Taçlar”, “Topraklar” ve “Kökler” olmak üzere üçe ayrılmış basit bir toplumda geçiyor “Yaban Kızlar”. Taçlar, toplumun değişmez üst sınıfı, Topraklar ise onların köleleri. Kökler tam arada duruyor ve ticaret yapıyorlar. Dışarıdan bakıldığında basit gibi görünse de toplum ve kültür denen şeyin her anda ve her anlamda çetrefilliğinin elbette farkında Le Guin. Çünkü ne de olsa bütün bunları insanlar var ediyor ve insan demek her şeyin karmaşık, çok karmaşık olması demek. “Yaban Kızlar”ın dünyası da böyle. Gök Kent’te, işler karmaşık bir düzende yürüyor ve bu karmaşık düzen insan yaşamlarını kendi devamı için acımasızca öğütüyor, tıpkı bizim dünyamızda da olduğu gibi. Toprak kızları Taç erkeklerine çocuklar doğuruyorlar, köle kızlar tanrı çocuklar getiriyorlar topluma. Çocukları tanrı, kendileri köle olan annelerin başka şansları yok hayatta. Varlıklarını huzurla devam ettirmeleri için kendi döllerinden çıkma tanrı çocuklara ihtiyaçları var. Ancak köle annelerin aklına bile gelmiyor tanrı çocukları aracılığıyla adaleti aramak, adetleri, geleneği değiştirmek. Çünkü daha önce de değindiğim gibi kölelik, ezici bir kabullenmişlik demek.
Her hikayenin tamamen değiştiği bir yer vardır. Le Guin bu büyük değişimi hikayesinin en başına yerleştirmiş. Modh ile Mal’ın Gök Kent’e gelirken yaşadıkları, şahit oldukları şiddet, onların tüm yaşamına trajik biçimde egemen oluyor. Her ne kadar sonrasında şiddetten uzak, huzurlu bir yaşama sahip olsalar da hikayelerinin başındaki hayalet hep yaşıyor. “Olmaması gereken ama olan ve hiç durmadan olmaya devam eden bir şey, küçük bir şey, hatırlandığında diğer her şeyi, yaşamın tüm zenginliğini ve kocamanlığını alıp çürük bir fındık tanesine, ezilmiş bir sineğin duvarda bıraktığı sapsarı lekeciğe indirgeyiveren bir hiçbir şey vardı.(…) Kendilerine aitti bu şey. Bu şey, kendi hayaletleriydi.”
“Yaban Kızlar” kısacık bir hikaye. Bu hikayenin arkasından ise Ursula Le Guin’in “Okurken Uyanık Kalmak” adlı bir makalesi, Terry Bisson’un yazarla yaptığı bir söyleşi ve Le Guin’in şiirleri geliyor. “Okurken Uyanık Kalmak”da LeGuin okuma alışkanlıklarımız ve yayıncılık sektörü üzerine, ayrı bir yazı konusu olacak nitelikte, fikirlerini belirtmiş. Cesur ve sarsıcı fikirler bunlar. Okumanın dünya tarihinde zaman zaman yükselişe geçse de hep küçük bir azınlığın edimi olduğunun altını çiziyor burada Le Guin ve büyük şirketlerin (yazarın yayıncılığı ele geçiren büyük şirketlere ve hatta Amazon’a olan düşmanlığı malum), “bu ufak nankör kalleş topluluğu” terk edip, kendi işlerine bakmaları gerektiğini söylüyor. “Okurken Uyanık Kalmak”, gelişen teknoloji ve değişen gündelik hayatlarımız ekseninde büyük bir değişim içinde olan yayın dünyasının gidişatına dair göz ardı edilmemesi gereken öneriler getiriyor… Sözün kısası Le Guin, öykü, şiir, roman, deneme, ne yazsa oluyor, ne söylese, sözünü dinletmeyi biliyor.
Fantastik edebiyatı okumaya başlamak istesem , ilk 10 kitap ne olmalı , sizden fikir almak isterim , teşekkürler
Yeni yorum gönder